“Sadece Salağım, Kafam Pek Basmıyor Sanırım!” Dedi 168 IQ’suyla Marilyn Monroe…

Hiçbir şey yemediğiniz bir günün akşamında sofraya oturmaya saliseleri saydığınız ve önünüze konan yemeği tüm iştahınıza rağmen ağır ağır, ağırbaşlı bir mutlulukla çiğnediğiniz anları hatırlayın…

İşte öyle bekledim Blonde filminin Netflix’de yayına girmesini ve öyle tükettim; tam 2 saat 37 dakikada, hazmederek.

Uzun bir süredir sinefilleri içi boş, birbirinin kopyası filmlerle aç bırakan Netflix’in karşısından, şahsen bu kez gerçek manada doymuş olarak kalktım. Eksik olmasınlar. Bol ödüllü yazar Joyce Carol Oates'ın, yarım asırdan fazladır bir ikon olarak kabul edilen Marilyn Monroe'nun (Norma Jeane) hayatını kurgusal bir bakış açısı ile anlattığı biyografik romanından senaryolaştırılan Blonde yönetmen ve senarist Andrew Dominik’in şiirsel anlatımı ile Hollywood’u hor gören Avrupa Sineması’na taş çıkartır nitelikte bir yapım olmuş.

Film aynı zamanda özellikle 40’lı, 50’li yıllarda yoğunlaşan Hollywood sinemasının erkeği idealleştirirken kadını kendi arzularından koparılmış basma kalıp kuklalar, bir süs objesinden ileri gidemeyen varlıklar olarak yansıtan senaryoların toplamına şahane bir örnek olmuş.

Filmde – kurgu icabı– 1959 yapımı Some Like it Hot çekimleri sırasında kendisine “Elini çabuk tut, neyin var senin?” diyen rol arkadaşı Jack Lemmon’a asıl repliğinin dışına çıkarak, “Sadece salağım, kafam pek basmıyor işte!” diyen sarışın bomba Marilyn bu ağır göndermenin tarihini yazıyor bana göre…

Şarkılarını çok sevdiğimden mi, ‘güya umursamaz’ bakan gözlerindeki hüzünlü derinlikten mi yoksa vefatı üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen hala her yerde, hala capcanlı halde karşıma çıkıyor olmasından mıdır bilmiyorum ama hep özeldir benim için Marilyn.

Some Like It Hot film posteri-1959  

Ve hatta artık ‘Norma’.

Yakın geçmişte bir ölüm seneidevriyesinde Instagram’a bu fotoğrafının yanına şöyle yazmışım:

“Bir Haziran sabahı geldi, bir Ağustos akşamı gitti. Bir yaz kızıydı o. Aurası ile güneş, insanı içine çeken mavi gözleriyle çırpıntılı deniz. Aradaki 36 seneye; birkaç manevi anne ve baba, 168'lik bir IQ, sonradan yendiği kekemelik, paranoid şizofreni, 2 din (önce Hristiyanlık, sonra Yahudilik), 3 evlilik, yeterince sevgili, ihanet, aşk, göz yaşı, kahkaha, skandallar, uyuşturucu, karakteri olduğu 185 gösteri ile film, bolca ödül ve Azrail ile erken randevuyu sığdırmış kocaman ve hala capcanlı bir #yıldız o. 🌟🎇🌟 Marilyn Monroe'nun 5 Ağustos (bazı kaynaklara göre 4 Ağt.) 1962'deki şaibeli göçü, bugün FBI'ın ve Amerikan siyasetinin üzerine yapışmış bir kara leke gibi. Ne kadar çitileseler boş! Sevenin, ananın çok #MarilynMonroe 🌠 #RIP”

Filmden taşan dev hikaye

Ana de Armas @Blonde

Yönetmen Andrew Dominik’in, kısa ama zor bir yaşamın çarpıcı tüm ayrıntılarını vermeye çalıştığı Blonde filmi, Hollywood efsanesi Marilyn Monroe’nun hayat hikayesinin karmaşıklığından ötürü belki 2-3 saat daha sürebilirmiş. Minik ve bol travmalı Norma Jeane’den serpilmiş ve göz alıcı bir Marilyn’e geçiş; onu starlığa hazırlayan süreçte yaşadıkları; sonra bu unvanı koruma mücadelesi; üzerine yapışan ‘Marilyn kostümü’nü çıkartıp ‘Norma’ olma arzusuyla savaşı; evlilikleri-sömürülüşü-taciz edilişi- cinnetleri-skandalları ve bunların tetiklediği olaylar silsilesi; bilinmeyen entelektüelliği; hiç ciddiye alınmamış Çehov- Dostoyevski-Joyce hayranlığı; akıl sağlığı yerinde olmayan annesi, asla tanışamadığı babası ve bir türlü kucağına alamadığı kayıp bebekleri ile ilişkileri…

Ve tüm bunlara Norma’nın çözümü: Marilyn’i öldürmek…!

Tabii yıllardır bertaraf edilemeyen komplo teorilerine göre belki de o Marilyn’den kurtulmaya çalışırken birileri de Norma’yı yok etmek istedi!?

Tüm bu yoğun yaşam öyküsünü saatlerce anlatmaya çalışmak sinema matematiğine ters düşeceğinden, 2 saat 37 dakikaya sığdırılmaya çalışılan filmin kurgusunu takip ederken zorlanma ihtimaliniz var.

Aralarında Brad Pitt’in de bulunduğu yapımcıların ve tabii yönetmenin, izleyicinin zihninde kalıcı olmasını tercih ettikleri bazı göndermeli sahnelerin uzun tutulması ve bazı tekrarlar da sabırsız bir izleyici için sıkıntı olabilir. Aldırış etmeyin derim.

Bazen siyah/beyaz bazen renkli sahneler arasında görsel algınızın sınandığı yerleri, gerçekle kurgunun bulanıklaştığı anları, Norma’nın iç seslerini, bol mesaj taşıyan dış sesleri bir bulmaca çözer gibi eğlenerek izleyin.

Ama tavsiyem, akışkan bir takip için önce Marilyn Monroe’nun kapsamlı yaşam öyküsünü okumanız olacaktır.

Açıkçası, “keşke bir mini dizi olarak planlansaymış” demekten kendimi alamıyorum, zira tüm o psikanalitik yaklaşımlı aynı zamanda şiirsel anlatımın ve Monroe’yu canlandıran Ana De Armas’ın şahane oyunculuğunun bitmesini istemiyor insan.

Ana de Armas @Blonde

Lütfen spoiler sayılmasın 😊

Yazar Oates’in, 2000 yılında basılan, Pulitzer ve Ulusal Kitap Ödülü için finalist olmuş romanı Blonde için altını çize çize “bu bir kurgu eserdir” demesi filmi izlerken gerçek bir yaşam öyküsüne tüm çıplaklığı ile şahit olmuşuz, Marilyn’in tüm özeline girmişiz duygusundan bizi kurtarmaya yetmiyor maalesef.

Filmde en büyük aşkı olarak yansıtılan Chaplin’in büyük oğlu Cass ve onun yakın dostu Eddy Robinson, Jr ile sıra dışı üçlü fantezileri olmuş mudur gerçekten ya da kocasından ve hatta dönemin başkanı John F.Kennedy’den hunharca şiddet görmüş müdür bilinmiyor.

Blonde filminden, MM Cass ve Eddy ile

Filmin tekrar ve uzun sahnelerinde vurgulanan -nette yazılan bir dış gebeliğin aksine- 3 bebek kaybının olup, olmadığı da muamma. Dış basında da çok araştırmama rağmen Cass ile kısa bir dönem ilişkileri dışında kanıt bulamadım.

Derin ve hisli Norma’ya veda

Blonde filminden, MM (Ana de Armas) ve üçüncü eşi Arthur Miller (Adrian Brody) ile 

I guess I have always been deeply terrified to really be someone’s wife since I know from life one cannot love another, ever – Marilyn Monroe

“Sanırım, bir insanın bir başkasını sevemeyeceğini bildiğimden beri, birisinin karısı olmaktan gerçekten hep çok korkmuşumdur…”

Devamını ise şöyle getirmiş Norma Jeane günlüklerinde: “Yarından itibaren kendime bakacağım çünkü şimdiye kadar sahip olduğum tek şey bu.”

10 yıl kadar önce yayınlanan** günlük, mektup ve el yazısı şiirleri; bugüne kadar bildiğimiz seks bombasının ona yapıştırılan bu imajla hiç de barışık olmadığını, çok daha incelikli ve edebiyat düşkünü bir kadın olarak gönlünün hep evinde çocukları ve kitaplarıyla vakit geçirmekte olduğunu düşündürtüyor. Filmi izlerken bunu da çok net anlıyor insan.

Sonuç olarak Blonde’yi; dış etkenler ve iç savaşlar paralelinde heba olan güzel bir insanın yok oluşunu, beraberinde toplumun zihinsel çarpıklığını dolayısıyla toplumsal eşitliğin önemini, aile kavramının önemini (ve bir de apayrı bir konu olarak bilinçaltı manipülasyonunun sinema sektöründe yeri geldiğinde nasıl kötüye kullanılabildiğini) gösteren, uzun uzun okuması yapılacak bir film olarak sevdiğimi söylemek isterim.

Teşekkürler Netflix!

**Bu yazışmalar ve notlar, Stanley Buchthal ve Bernard Comment tarafından düzenlenen Fragments: Poems, Intimate Notes, Letters by Marilyn Monroe adlı bir ciltte yayınlandı.

Instagram

Web

Linkedln

Popüler İçerikler

RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı