Ruhunuzda Bambaşka Kapılar Açacak, Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi Yazarlardan 20 Harika Kitap

Her ne kadar etrafında tartışmalar dönse de edebiyatın en etkili ve prestijli ödülünün Nobel olduğu su götürmez bir gerçek. Biz de Nobel kazanmasına karşın kimileri kamuoyu tarafından görece az bilenen yazarlardan ve kimileri de meşhur yazarların daha az bilenen eserlerinden oluşan bir liste derledik dostlar! İyi okumalar diliyorum, kitabınız bol olsun! 

Not: Kitap özetlerinde tanıtım bültenlerinden yararlanılmıştır ve sıralamanın kitapların niteliğiyle herhangi bir ilişkisi yoktur.  Yazarların isimlerinin yanındaki yıllar da Nobel aldıkları tarihi göstermektedir. 

1. "Godot'yu Beklerken", Samuel Beckett (1969)

Godot'yu Beklerken 1948 yılında Fransızca olarak yazıldı ve 1953'te Paris'de sahneye kondu. Zamanla ülke çapında bir ün kazandı. 1954 yılında Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrildi ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başladı. Avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşti. 

Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışırlar. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek işlevinin yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar. 

Kimilerine göre tüm zamanların en iyisi olan bu oyun, 21. yüzyılda da kafamızda soru işaretleri bırakmaya devam ediyor.

2. "İvan Denisoviç'in Bir Günü", Aleksandr Soljenitsin (1970)

Yayımlandığında dünyada hem edebi hem de siyasi yankı uyandıran İvan Denisoviç'in Bir Günü, Stalinist baskıyı edebiyata taşıyan ilk roman.

Aleksandr İsayeviç Soljenitsin İvan Denisoviç'in Bir Günü'nde, toplama kamplarındaki acımasız yaşama ve çalışma koşulları karşısında onurunu ve haysiyetini korumaya çalışan insanları anlatıyor. Kirli, soğuk ve adaletsiz bir ortamda hayata tutunan mahkûmların, insanlık dışı düzene nasıl direnç gösterdiklerini resmediyor. Romanın kahramanı İvan Denisoviç, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların elinden kaçtıktan sonra, ajan olma şüphesiyle Sovyet hükumeti tarafından gözaltına alınır ve sürgüne gönderilir. 

Buzlar altındaki Sibirya sürgününde, açlık ve dayak tehdidi altında on yıl geçirecektir. Soljenitsin'in kendi anılarından yola çıkarak yazdığı roman, 1962 yılında yayımlandığında Sovyetler Birliği'nde büyük yankı uyandırmış, kısa sürede toplatılmış ve yasaklanmıştı. Stalinist dönemin yazarlar üzerindeki siyasi baskısını anlamak için okunması gereken bir roman.

3. "İnsanın Taşrası" Elias Canetti (1981)

Elias Canetti 'Notlar'ıyla dünya edebiyatında kendine özgü bir yazın türü yaratmıştır. Yazar, İnsanın Taşrası adını verdiği ve 1942-1972 yılları arasındaki notlarını içeren kitabında, yaşadığı dünyada herkesten ve her şeyden önce kendi kendisiyle en maskesiz tarzda hesaplaşmayı etik bir ilkeye dönüştürür.

Canetti'nin aslında bütün yazdıkları gibi, 'Notlar'ı da, giderek daha çok körleşen bir dünyada bilinçli yaşamaya çalışan insanoğlunun bakışlarını yitirmemesi için verilmiş en soylu savaşımlardan birini belgeliyor. Ne de olsa 'içinde yaşadığımız dünyanın durumunu göremeyenin o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur…'

'Bu notların güçlüğü, kişisel olmalarından kaynaklanıyor. İnsan, özellikle kişisel olandan uzaklaşmak istiyor; sanki daha sonra artık değişemeyeceğinden korkarcasına, kişisel olanı kâğıda dökmekten korkuyor. Gerçekte ise insan bir kez yazdıktan sonra rahat bıraktığı takdirde, her şey pek çok yoldan değişime uğramayı sürdürüyor. Ruhun yollarını gösteren şey, yeniden okumak.'

4. "Yüzyıllık Yalnızlık" Gabriel García Márquez (1982)

'Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. 

Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.'

5. "Serbest Düşüş" William Golding (1983)

Sammy Mountjoy babasını hiç tanımadan yoksulluk içinde büyümüşse de, resimlerini Tate Gallery'nin duvarlarında görebilmiş yetenekli bir ressamdır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara esir düşer ve işkence tehdidiyle karanlık bir hücreye kapatılır. Kör karanlığın, tecridin ve kendisini bekleyen akıbetin dehşetiyle geçmiş hayatını gözden geçirir. 

Hayatının anlamını aniden nasıl yitirdiğini, hangi hatasının onu bugün olduğu kişiye dönüştürdüğünü düşünür ve yön duygusunu yitirip kendi varoluşunun labirentine düşüşünü sorgulamaya koyulur. Sorumluluğu ne zaman başlamış, karanlık ne zaman çökmüştür? Sammy hayatında özgür iradesinin elinden bütünüyle kayıp gittiği anı tespit etmeye çalışır. O anı hazırlayan olayların izini sürdüğü bu sorgulama, onu insan olmanın ne anlama geldiğine dair daha derin bir kavrayışa götürür

6. "Cebelavi Sokağı'nın Çocukları" Necib Mahfuz (1988)

Mukattam Çölü'nün kıyısında, adının verildiği sokakta, yüksek duvarların çevrelediği muhteşem konağında yaşayan kudretli Cebelavi, topraklarının ve mülklerinin idaresini beş oğlundan biri olan Edhem'e bırakır. Ancak Edhem'in babasına ihaneti, konaktan kovulmasıyla sonuçlanır. Cebelavi'nin oğulları ve torunlarından Cebel, Rıfat ve Kasım, ondan aldıkları işaretler ve manevi güçle, sokağın yönetimini ele geçirir, çetelerin elindeki yoksul halklarına yardımcı olmaya, barış sağlayıp adil bir düzen kurmaya çabalarlar. Amaçları aynı olsa da yolları farklıdır. 

Cebelavi'nin çocukları ve torunlarının hikâyeleri, birbirine geçerek ilerler. Sokaktaki herkesin ve her şeyin sahibi olan, adı efsaneleşen Cebelavi'nin sırrını çözmeye çalışırken beklenmedik olaylara yol açan torunu Arif'in dönemi, bu tuhaf sokağın ve sakinlerinin hayatında farklı ama kalıcı bir sayfa açacaktır. 

Mısır'da yıllarca yasaklanan Cebelavi Sokağı'nın Çocukları, hem bütün bir soyun hem de peygamberleri, efsaneleri ve günümüze göndermeleriyle, aynı soydan gelenlerin düşmanlıkları, savaşları, 

iktidar hırsları, aşkları ve mucizeleri üzerinden insanlığın evrensel ve 

ruhani öyküsünü anlatıyor.

7. "Çifte Alev" Octavio Paz (1990)

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Octavio Paz'dan, ilk gençliğinden olgunluk çağına kadar izini sürdüğü aşk, erotizm ve cinselliğin farklı görünümleri üzerine düşünsel bir yolculuk. Paz, insanoğlunun ölüme meydan okumak için bulduğu en güçlü yanıtlardan biri olan aşk ve erotizmin billurlaşma, yüceltme, saptırma ve yoğunlaşma anlarına odaklanıyor. Antik çağlardan günümüze, Sappho'dan Dante'ye, Marquis de Sade'dan Fourier'ye, Madame Bovary'den Ulysses'e uzanan bir coğrafyada aşk ve erotizmin edebiyatı beslemeyi sürdüren çifte alevinin ışığında kışkırtıcı ve derin bir keşfe çıkıyor.

8. "Kişisel Bir Sorun" Kenzaburo Oe (1994)

'Kendini kandırma zehrini bir kez tadan insanlar, bir daha kendilerini asla kurtaramazlar...'

Büyükşehir ortamındaki yalnızlaşma ve yabancılaşma sancılarından kurtuluşu Afrika gezisi hayallerinde arayan dershane öğretmeni Bird. Karısı her an doğum yapmak üzeredir ve evlendiği anda iyice azalan Afrika gezisine çıkma umudu, çocuğun doğumuyla tümüyle sönecektir.

Bir de çocuk beyin fıtığı gibi ender rastlanan bir anormallik ile doğuverince, Bird kendini bir karabasanın ortasında bulur. Yaşadığı utanç ve korku onu önce alkole ve sorumluluklarından kaçmaya, sonra çocuğu yeryüzünden bir an önce silinmesi gereken bir düşman olarak görmeye kadar götürecektir...

9. "Sevilen", Toni Morrison (1993)

Kölelik cehennemine içeriden bir gözle bakan Sevilen, çocuklarıyla birlikte kölelikten kaçan bir kadının özgürlük savaşını anlatıyor. Geçmişin ağırlığını omuzlarından yıllar sonra dahi indiremeyen, onun hayaletleriyle boğuşan Sethe, annelik vicdanıyla, kadınlığıyla ve ait olduğu toplumla hesaplaşıyor. 

Kadınlık ve annelik duygularıyla müthiş bir şekilde harmanlamış Toni Morrison'ın bu dev eseri, zalimliklerle dolu bir tarihe ışık tutarken, siyahi bir ailenin merkezinde çok kişisel bir varoluş hikâyesinin duygu dolu inceliklerini ıskalamamayı başarıyor.

10. "Teneke Trampet" Günter Grass (1999)

1900'lerin ilk yarısı. Almanya. Almanların, Polonyalıların ve diğer azınlıkların bir arada yaşadıkları bir kasaba: Danzig. Üç yaşına bastığı gün bir teneke trampet hediye edilen; çevresindeki erişkinlerin mutluluktan yoksun, karamsar, yalan ve suçla dolu, deyim yerindeyse acınası dünyasına katılmak yerine büyümemeyi 'tercih eden' bir çocuk: Oskar Matzerath.

Teneke Trampet, savaş öncesinde Danzig'den savaş sonrasındaki Düsseldorf'a uzanıyor ve büyümeyi reddeden bir çocuktan bir akıl hastanesi sakinine dönüşen Oskar Matzerath'ın gözünden hem Orta Avrupa hem de Almanya'yı, hiç olmadığı kadar çıplak bir şekilde görmemizi sağlıyor. Grass'ın klasikleşmiş romanında Oskar'ın toplumsal yozlaşmayı, teneke trampetinin vuruşları ve camı parçalayan sesiyle protestosuna tanık olacaksınız.

11. "Kadın Oyunları", Dario Fo (1997)

Kadın oyunlarının sayfalarını çevirmeye başladığınızda; Çarmıha Gerili Meryem Ana, Filistinli Bir Kadın, İşçi Kadın, Mahkum Kadın, Tecavüze Uğrayan Kadın, Teröristin Anası, İşkence Gören Kadın, Partizan Ana, Romalı Lisistrata, Medea ve diğerleriyle tanışacaksınız.

Bu oyunlar onların monologları, ancak aldanmayalım, yaşamda olduğu gibi buradaki her oyunda da başkahraman daima bir erkektir. Bu oyunlarda kadın ve erkeğin sonsuz yaşam serüveni, sevdaları, tutkuları, acıları, ihanetleri anlatılır.

12. "Görmek", Jose Saramago (1998)

Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca kimse oy atmaya gitmez. Öğleden sonra yağmur durunca, saat tam dörtte, seçmenler sanki emir almışçasına sandıkların başına koşarlar. Ama sandıklar açıldığında, kullanılan oyların yüzde 83'ünün boş olduğu ortaya çıkar. 

Bunun bozguncu bir grubun, dahası uluslararası bir anarşist örgütün işi olduğunu düşünen hükumet olağanüstü hal ilan eder. Yıllar önce kenti saran 'körlük salgını'ndan kurtulan tek kişinin bu olayla bağlantılı olduğundan kuşkulanılır. 'Beyaz veba'nın öteki kentlere de yayılmasını önlemek için başkent abluka altına alınır, bir polis komiseri 'suçlular'ı bulmakla görevlendirilir.

13. "Gelişin Bilmecesi" V. S. Naipaul (2001)

Sürrealist ressam Giorgio de Chirico'nun Gelişin Bilmecesi adlı dizi tablosundan esinlenen kitap, İmparatorluk sonrası dönemde Karayiplerden İngiltere'ye gelen genç bir Hintlin'in öyküsünü anlatıyor. Naipaul'un en önemli otobiyografik eserlerinden biri olarak, bir diyardan bambaşka bir diyara gitmenin, bir ruh halinden başka bir ruh haline geçmenin hikâyesi üzerinden, en geniş anlamda 'yolculuk' temasını işliyor. 

Ancak yazar, yaratıcılık ve gözlemle birleştirdiği bambaşka bir ağ da örüyor romanda. İngiliz dünyasının, sömür­geciliğin sona ermesiyle başlayan küçülme ve eski görkemini yitirme sürecini, bir malikânenin geçirdiği değişim aşamalarıyla simgeliyor.

14. "Barbarları Beklerken" John Maxwell Coetzee (2003)

Nobel ödülü sahibi J. M. Coetzee, bu romanında hayalî bir imparatorlukta geçen olayları anlatıyor. Ancak, yazarın 1970'ler Güney Afrika'sına gönderme yaptığını seziyoruz. Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede yaşayan Barbarlar, sözüm ona, ayaklanmak, imparatorluğu tehdit etmek üzeredirler. 

Onları bastırmak bahanesiyle merkezden gönderilen Albay ve emrindekiler, müthiş bir işkence ve kıyım başlatırlar. Bu olaylar, o bölgede görevli, yıllardır başkentin yüzünü görmemiş Sulh Yargıcı'nın ağzından aktarılır. Barbarları Beklerken, ürkütücü bir zorbalığın öyküsünü dile getirmekle birlikte, öncelikle bir aşk, sevecenlik, bağışlama ve insancıl duygular romanı.

15. "Ayışığı" Harold Pinter (2005)

Ay Işığı, İngiltere'nin, en etkin ve ünlü çağdaş oyun yazarlarından biri olan Pinter'in, on beş yıl aradan sonra yazdığı oyunu. 

Pinter bu oyununda, ana-babalar ile çocukları arasındaki, dünyamızda 80'li yıllarda başlamış olan kopukluğu, iletişimsizliği, duyarsızlığı ve uçurumu anlatıyor. Yazarın dikkat çekici özelliklerinden olan iğnelemek /kesinlik/gizem/kabalıkla inceliğin birlikteliği, bu oyunda da, etkili bir biçimde yer alıyor.

16. "Kara Kitap" Orhan Pamuk (2006)

Romanın ana karakteri Galip, İstanbul’da yaşayan ve kimliğinden memnun olmayan bir avukattır. Bir gün karısı Rüya’nın küçük bir not bırakarak onu terk ettiğini öğrenir. Galip, eşini bulmak amacıyla sıradışı bir eyleme kalkışır.

Galip; eşi Rüya’nın, bir gazetede köşe yazarlığı yapan kardeşi Celal’e kaçtığını düşünür. Bu sıralarda Celal’in de kayıp olduğunu öğrenir. Galip, kardeşi ve eşinin izini bulmak için Celal gibi yaşamaya başlar, Celal’in kimliğini ele geçirir. Bunu yaparak Celal gibi düşünebileceğini ve dolayısıyla kardeşi ve eşinin nerede olduğunu bulabileceğine inanmaya başlar.

Roman, bireyin kimlik sorununu ele almasının yanında batı ve doğu arasında kalan İstanbul’un ve doğal olarak Türkiye’nin de kimlik sorununa değinmektedir.

17. "Gene Aşk" Doris Lessing (2007)

Ünlü yazar 'Doris Lessing' bu romanında orta yaşı aşkın bir kadın yazarın, Sarah Durham'ın ağzından aşkı işliyor, çocukluktan başlayarak dostluğa, romantizme, cinsel tutkuya, hatta pornografiye kadar her yönüyle aşkı. Sarah Durham, intihar ettiği söylenen bir kadın sanatçının, Julie Vairon'un müziğinden, güncelerinden ve resimlerinden yola çıkarak bir oyun yazmıştır. 

Oyunun çeşitli ülkelerde sergilenişi sırasında tiyatro ekibi ve seyirciler üstündeki etkileri Lessing'e çağdaş toplumları eleştirme olanağı tanıyor. Yazarın, son romanı olan 'Gene Aşk'ta irdelediği gibi, yaşam boyu kişinin yakasını bırakmayan aşk bir hastalık mı yoksa?

18. "Ketum Kahraman" Mario Vargas Llosa (2010)

'Bu ülkede küçük de olsa bir uygarlık alanı yaratmak olanaksız,' diye geçirdi aklından. 'Barbarlık her şeyi önüne katıp sürüklüyor.' Karamsarlığa kapıldığı zamanlarda yaptığı gibi yine, gençliğinde gidip başka ülkelerde kendine bir yaşam kurmak yerine, burada, Lima denen bu korkunç şehirde kalmaya karar vermekle ne kadar yanlış bir şey yapmış olduğunu düşündü.

Peru'da iki şehir ve iki patron. Başkent Lima'da sigortacı Ismael Carrera, taşra güneşinin altında kavrulan Piura'daysa nakliyeci Felícito Yanaqué. Bir tarafta Felícito'nun, kapısına sıkıştırılan örümcek imzalı haraç mektubuna meydan okumasıyla değişen hayatı. Diğer taraftaysa ikinci baharının zirvesindeki Ismael'in ailevi antikalıkları yüzünden kabağın, sadık dostu ve şirketinin yöneticisi Don Rigoberto'nun başında patlaması. Tam da emeklilik hayalleri kurarken...

19. "Yaşam ve Ölüm Yorgunu" Mo Yan (2012)

Mo Yan'ın epik romanı Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mao Zedong'un toprak reformu hareketiyle Çin kırsalının geleneksel düzenini altüst etmesinden yaklaşık iki yıl sonra, 1 Ocak 1950 günü başlıyor. Bu iki yıl boyunca Cehennemin Efendisi Yama, ırgatlarına iyi davranmasıyla nam salmış Ximen Nao'ya, iktidarı yeni ele geçirmiş köylülerin kendisini neden idam ettiklerini itiraf ettirmek için her türlü işkenceyi uyguluyor. Ama Ximen Nao, cehennem ateşinde yakılma cezasını çektikten sonra bile masum olduğu iddiasını sürdürünce Cehennemin Efendisi Yama pes ederek onun eski topraklarına dönmesine izin veriyor.

Ne var ki, Ximen Nao yeniden hayata geldiğinde insan olarak değil eşek olarak doğduğunu anlıyor.Çünkü Cehennemin Efendisi Yama kalpleri kinle dolu ruhların yeniden insan olarak doğmalarını istemiyor ve o ruhları hayvan olarak yeniden dünyaya gönderiyor.Romanın beş bölümü, kahramanımızın altı reenkarnasyonla eşek, boğa, domuz, köpek ve maymun kimliğindeki yaşamlarında, eski ailesinin, dostlarının, rakiplerinin, düşmanlarının yazgısına tanık oluşunu aktarıyor.Ximen Nao son reenkarnasyonunda da şaşırtıcı bir bellek gücüne ve dil öğrenme yeteneğine sahip olan koca kafalı bir oğlan çocuğu olarak dünyaya geliyor.Roman bu farklı kimliklerin bakış açılarından Çin'in çalkantılı tarihindeki son elli yılın öyküsünü dile getiriyor.

20. "Başkaldıran İnsan" Albert Camus (1957)

'Başkaldıran İnsan', başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. 'Başkaldıran İnsan', adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olan'ın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik baş dönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yadsıma onu intihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? 'Hayır!' demeyi bilen insandır 'Başkaldıran İnsan', ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan 'hayır'ın içeriği nedir? Bunun yanıtı 'Başkaldıran İnsan'da...

Ek: "Akıl Çağı" Jean-Paul Sartre (1964, reddetti)

1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü reddeden Sartre'ın, edebiyat alanında kaleme aldığı yapıtları arasında önemli bir yeri olan 'Özgürlüğün Yolları' başlıklı dizi romanı üç kitaptan oluşuyor: 'Akıl Çağı', 'Yaşanmayan Zaman ve Yıkılış'. Tümü 1945-1949 yılları arasında yayımlanan bu üç romanın 1945 yılında yayımlanan ilk ikisi, anlamlı farklılıklarıyla İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı altüst oluşu sergiler. Dizinin ilk kitabı olan ve 1941'de bitirilen 'Akıl Çağı'nda, 1937-1938 yıllarının aldatıcı iyimserliği içinde, iki gün süresince kendilerini arayan ve kendilerinden kaçan, çok içe dönük birkaç kişisel yaşamın sınırlı çerçevesi içinde süregiden arayışlar anlatılır.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
YORUMLAR
19.05.2017

Kaç zamandır kitap içeriği gelmiyordu. Sıklaştırın lütfen. :D

20.05.2017

#12 deki Jose Saramago' nun Körlük kitabı da Nobel ödüllüdür ve çok güzeldir, kesinlikle tavsiye ederim.

19.05.2017

Çok güzel kitaplar, sahalarda görmek istediğimiz hareketler bunlar :) Teşekkür ederiz.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ