Ne yazık ki bugün şehir hayatında suyla olan bağımız zayıflamış durumda. Beton yığınları arasında yaşıyor, plastik şişelerden su içiyoruz. Çeşme kültürü, mahallelerin buluşma noktası olan sebiller, sokak çeşmeleri neredeyse yok oldu. Çocuklar artık dere kenarında oynamıyor, yağmurda ıslanmak yerine şemsiyelerimizin altına saklanıyoruz. Mevlana hazretlerinin nisan kaplarını günümüzde sadece müzelerde görünce hatırlıyoruz. Üstelik manasını dahi bilmeden…
Mevlana hazretlerinden günümüze nakledilen şu cümleler bize önemli bir farkındalığı hatırlatır;
“Nasıl ki bahar ve özellikle nisan ayında yağan yağmurlar toprağı bereketlendirir, canlandırırsa, insana da böyle hayat verir, hem bedenine hem ruhuna şifa olur.”
Oysa Mevlana hazretleri üzerinden anlatmayı seçtiğim üzere, suyla kurduğumuz bu doğrudan temas, ruh–zihin–beden dengemiz için hayatiydi. Şimdi ekranların başında oturuyor, zihnimizi sürekli bilgiyle dolduruyoruz ama suyun dinginleştirici sesine kulak vermiyoruz.
Sonuç: Kaygılı, yorgun ve huzursuz bir toplum.
İşte bu noktada suya bakış açımızı değiştirmeliyiz. Onu yalnızca içilecek bir sıvı değil, bir öğretmen, bir rehber gibi görmeliyiz. Su bize akışı, kabullenişi, arınmayı ve yeniden doğmayı öğretir.
Özetlemek gerekirse, su bize şu üç temel dengeyi bir bütünsellikle ve aynı anda sunar:
Ruh için: Huzur ve teslimiyet. Suyun sesi ruhu sakinleştirir, ona akışın doğallığını hatırlatır.
Zihin için: Netlik ve berraklık. Zihnimizdeki karmaşa, suyun berraklığıyla dengelenir.
Beden için: Canlılık ve sağlık. Hücrelerimiz sudan beslenir, onunla yenilenir.
Ama bu üçlü dengeyi kurmak için suya yalnızca araç gözüyle bakmamalıyız. Suyu tükettiğimiz kadar, onunla düşünsel ve duygusal bağ kurmalıyız. Bir bardak su içerken farkında olarak içmek, bir nehir kenarında sadece akışı izlemek, yağmurun altında birkaç dakika durup ıslanmayı seçmek… Bunların hepsi bizi dengeye taşır.
Ruh, zihin, beden bütünlüğü ancak suyla kurulan bu bilinçli ilişkiyle mümkündür.
Su, bize sürekli aynı mesajı verir: Ak, değiş, yenilen. Onu anlamak, aslında kendi varlığımızı anlamaktır. Çünkü biz de sudan ibaretiz.
Bugün birey olarak da, toplum olarak da en çok ihtiyacımız olan şey denge. Kaygılar, hız, tüketim, bencillik, bilgi bombardımanı arasında ruhumuz yoruluyor, zihnimiz bulanıyor, bedenimiz hastalanıyor. Bu döngüyü kırmanın en basit ve en derin yolu, yeniden suya dönmek.
Suya sadece susuzluğumuzu gideren bir madde gibi değil; ruhumuzu, zihnimizi ve bedenimizi besleyen bir bütünlük olarak bakmalıyız. Suyla ilişkimizi değiştirmek, aslında kendimizle ilişkimizi değiştirmektir.
Ve unutma:
Suyun yolculuğu, senin yolculuğundur. Bir damla gibi başladın, okyanusa doğru akıyorsun.
Yeter ki akmaya devam et.