Sürdürülebilir eğitimde bütüncül bir yaklaşım, yani ruh, zihin ve bedenin uyumunu yakalamak, bana göre evrenin temel ritmiyle örtüşen bir vizyon. Nörobilim perspektifinden bakarsak, beyin bu üçlüyü ayrı ayrı değil, bir orkestra gibi yönetir; ruhsal derinlik olmadan zihin yorulur, bedensel hareket olmadan ruh susar, zihinsel netlik olmadan beden dağılır. SES'in bu teması, eğitimi salt bilgi yükleme olmaktan çıkarıp, bireyi bütüncül bir varlık olarak yeniden tanımlıyor. Benim deneyimimde, yıllarca verdiğim eğitimlerde gördüm ki, bir çocuğun ya da yetişkinin en derin öğrenmesi, bu üçlünün dans ettiği anlarda gerçekleşiyor – mesela bir doğa yürüyüşünde (beden), felsefi bir sohbetle (ruh) ve problem çözmeyle (zihin) birleştiğinde.
Bu birliktelik, sürdürülebilirliği sadece çevresel değil, insani bir boyuta taşır. Eğer ruhu ihmal edersek, zihin tükenir; bedeni unutursak, ruh yaralanır. Önerim, eğitim programlarında mindfulness egzersizlerini beden hareketleriyle, felsefi tartışmaları beyin temelli oyunlarla entegre etmek. Kendi hayatımda, kitap yazarken bu dengeyi kurduğumda – yürüyüşle fikirleri sindirerek, meditasyonla ruhu dinleyerek – eserlerim daha kalıcı oldu. SES gibi platformlar, bu bütünlüğü teşvik ederek, geleceğin eğitimcilerini dönüştürüyor; sonuçta, sürdürülebilir bir dünya, bütüncül bireylerden doğar.
2. BÜTÜNSELLİK” yeni bir felsefe gibi görünmesine rağmen evrenin yasası gibi ve milyonlarca yıldır bizimle. BÜTÜNSELLİK, evrene ve doğaya ve insana yeni bir bakışla yaklaşıyor, kendi başına bir dünya olduğunu sanan insanlığın önüne de “birliktelik” kültürünü koyuyor. İnsan beyni, tüm evrenle zihinsel, fiziksel, duyusal bir bağlantıya sahip. O, kainatın bir parçası gibi, bir ağacın ve yaprağın ve her şeyin. Eğitimde bunu nasıl ifade ederiz?
Bütüncül bakış, evet, evrenin kadim yasası; kuantum fiziğinden nörobilime kadar her şey, bağlantıları fısıldar bize. İnsan beyni, 86 milyar nöronuyla bir galaksiyi andırır ve bu nöronlar, dış dünyayla – bir ağacın kökleri gibi – iç içedir. Eğitimde bunu ifade etmek için, soyut kavramları somut deneyimlere dönüştürmeliyiz: Bir sınıfta, çocukların bir yaprağı inceleyip onun damarlarını kendi damarlarıyla ilişkilendirmesi, ya da bir meditasyon seansında evrenin nefesini hissetmesi. Benim 'Senin Ruhun Bütün Dünyadır' kitabımda da dediğim gibi, beyin evrenin bir yansıması; ayrılık illüzyonu, modern insanın yarattığı bir perde. Bunu eğitimde, hikaye anlatımıyla aşarız – bir çocuğa, 'Sen bir yaprak mısın, yoksa orman mı?' diye sorarak.
Eğitimde bütüncülüğü ifade etmek, pasif dinlemeyi bırakıp aktif bağlantı kurmayı gerektirir. Örneğin, bir dersin sonunda öğrencilerin 'Bugün evrenle nasıl konuştum?' diye yansıma yapması, zihinsel bağlantıyı pekiştirir. Yıllarca seminerlerde gördüm: Bu yaklaşım, öğrencilerin empatiyi artırıyor, çünkü kendilerini kainatın parçası olarak gördüklerinde, yalnızlık hissi eriyor. Sonuçta, eğitim bir ayna olmalı; bireyi evrene, evreni bireye yansıtmalı ki, birliktelik kültürü kök salsın.