“Türkiye için asıl tehlike IŞİD ya da Kürtler değil, kullanılıyor olmak”
- IŞİD militanlarının Türkiye hükümeti tarafından desteklendiğinin en somut kanıtı, geçtiğimiz sene sınırda durdurulan içi silah dolu tırlar olmuştu. Bununla ilgili çıkan haberler sonrası BM, “Suriye’de savaşan gruplara silah gönderilmesine taraf değiliz” demişti. Konu, uluslararası basında da yer buldu. Sizce bu konu hâlâ dünyanın gündeminde mi?
Türkiye, pek çok açıdan 1980’lerdeki yozlaşmış zavallı Pakistan’ın rolunü oynuyor. Pakistan, Afganistan’a karşı savaşta kullanıldı, Türkiye de Suriye’ye karşı savaşta kullanılıyor. Türkiye için de asıl tehlike bu. IŞİD değil, Kürtler değil, asıl tehlike kullanılıyor olması. Bir devlet, ulusal çıkar gibi nedenlerle ya da değil, diğer devletlerin kendisini kullanmasına izin verirse, asıl tehlike o zaman başlar. Türkiye tehlikede demiyorum. Türkiye güçlü ve büyük bir ülke. Ama daha sonradan kontrol edemeyebileceği olaylara dahil olduğunu düşünüyorum. Afganistan’da mücahitleri yaratabilirsin ve sonra bir anda mücahitler El Kaide’ye dönüşür ve sen “Ne? Bu benim suçum muydu?” dersin. Yani, evet senin suçundu. Bin Ladin’i Amerika yarattı. Bin Ladin’le tanışmak için onun yaşadığı kamplara gitmiştim. Kamplar, CIA tarafından inşa edilmişti. Ve sonra ABD’nin güdümlü füzeleri ‘gizli kampları’ vurdu. Hâlbuki gizli falan değillerdi. CIA tarafından inşa edilmişlerdi. IŞİD bölgelerindeki kampları kim inşa ediyor? El Nusra için kampları kim inşa etti? Fetih ordusunun kumanda merkezlerini kim inşa etti?
Öte yandan, şu meşhur (eğit – donat programında kullanılacağı söylenen) ‘ılımlı isyancılar’ hikâyesine ne demeli? Suriye hükümetinden bir yetkili bana “Hiç tüfek taşıyan bir ılımlı gördün mü sen?” demişti. İyi tespit! Suriye hükümeti yanlısı değilim; fakat sorun şu ki, ılımlı isyancılar olduğuna inanmıyorum, hiçbir zaman inanmadım. Şimdiden Özgür Suriye Ordusu’nun ‘eğit-donat’taki ılımlı üyelerinin El Nusra tarafından kaçırıldığını duyduk. İşin içine CIA ajanları girdi. Elbette kaçırılırlar. Bu muhtemelen tahmin ediliyordu. Acaba ne kadar ödendi?
Sorunun basın kısmına gelince; gazeteciler, resmî yetkililerin, bakanların ve polislerin söylediklerine fazlaca inanıyor. “Dur bir dakika, bu doğru mu?” demektense, inanıyorlar. Amira Hass, Haaretz gazetesinde çalışan harika bir gazeteci ve yakın bir arkadaşımdır, her zaman “Dış haberler muhabirinin birinci görevi, güç merkezlerini gözlemektir” der. Ve gözlemek derken kastettiği, onları kartal gibi takip etmektir. Fakat bunu yapmıyoruz. Biz gazeteciler genelde oturuyor ve Dışişleri Bakanı bunu söyledi, IŞİD şu videoyu yayınladı, John Kerry şunu söyledi diyoruz. Bu, farklı seslerin farklı bölümleri söylediği bir operaya benziyor. İzleyici de bunu beğenir ya da beğenmez. Ama asıl gazetecilik görevi “Bir dakika, buna inanmıyorum” demektir.