Dairemiz giriş katındaydı ve normal zamanda binanın dışına çıkmak çok kolaydı. Deprem olduğunu anlayıp kapıya doğru koşarken birden sarsıntı hızlandı, ayakta bile zor duruyordum. Rahmetli annem içeriden bana bağırıp dairenin kapısını açmaya çalışıyordu ama nafile, şiddetli sallantı nedeni ile kapı kasmıştı, açılmıyordu. Küçücük giriş dairesinin içinden beş metre uzaklıktaki yola kendimizi atamadık, duvardaki fayanslar kırılıp yere dökülmeye başladığında deprem durmuştu ve ancak çıkabilmiştik. İlk saniyeden son kırk beşinci saniyeye kadar yaşadığım o sarsıntı, gürültü ve uğultu dolu anları ömrüm boyunca unutamadım. Sonradan kırılan fay hattının balkonumuzun bir kilometre ilerisinde denizin içerisinden geçtiğini öğrendim. Her neyse, depreme ait ilk sıcak haberlerden sonra hadiseye ait felsefi ve dini (!) tartışmalar peydahlanmaya başlamıştı. Birden ciddi ciddi depremin merkez üssünün irticai faaliyetler ile mücadeleye dönük 28 Şubat kararlarının alındığı Gölcük Donanma Komutanlığı olmasının tesadüf değil yaratanın takdiri olduğu dillendirilmeye başlandı. İnanamıyordum, toplumsal ayrışmaya sonunda Allah’ta dahil edilmişti.
Gölcük merkezli depremden yaklaşık iki sene sonra toplumun her kesimini kucaklayacağı iddiası ile yeni bir siyasi oluşum iktidara geldi. Söylemler çok olumlu idi ve başlangıç hiç de fena değildi ama ülkenin makus kaderi seneler içerisinde ekonomide, insan haklarında, dış politikada, adalette, eğitimde, demokraside depremleri ardı ardına getirmeye başladı. Toplumsal ayrışma tüm hızı ile artarken muasır medeniyetler seviyesinden giderek uzaklaşıyorduk.
Bir sürü sorunun içerisinden sıyrılmaya çalıştığımız şu günlerde en son karşılaşmak istediğimiz ülke gerçeklerinden birisi ile karşılaştık. Deprem, Güzel İzmir’i ve ona bağlı UNESCO tarafından bile dünya kültür mirası olarak tanımlanan şirin Sığacık’ı vurdu.