1- Eğitim sisteminde hatırı sayılır sayıda teknoloji özürlü hocanın mevcudiyeti. Bilgisayarda bırakın ders işleme ya da sunum yapabilmeyi, hangi tuşa basacağını bilemeyen eğitimcilerin deşifre olması… En fenası ise bu tür hocaların daha ziyade yüksek öğretim kurumlarında görülmesi.
2- Statik, sıkıcı, kimi zaman köhnemiş ders müfredatlarının ortalığa dökülmesi. Anlatılan konuların çok daha eğlenceli ve kolay bir şekilde YouTube’da bulunabildiği gerçeğinin ortaya çıkması. Birçok öğrencinin bu nedenle YouTube tarzı mecralara kayması.
3- “Biz uzaktan eğitim birimi kurduğumuzda buralar dutluktu” diye birbirine gider yapan ve bunu bir pazarlama amacına dönüştürüp kontenjan doldurmaya çalışan üniversitelerin ifşa olması. Eğitimde odağın içerikten ziyade ambalaja kayması.
4- Tarih boyunca görülmemiş sayıda kopyafobik eğitimcinin varlığının tespiti. Öğrenciye kopya çekemeyecekleri tarzda soru hazırlama zahmetine girmemek için kopya önleyici gizli servis tedbirlerinin alınması. Kopyasavar ar-ge çalışmalarına ayrılan dev bütçeler, elleri görelim gençler tadında evlere sınav öncesi ayna gönderen üniversiteler…
5- Dağınık saç ve kıyafetlerini saklayabilmek, yayılarak ders dinleyebilmek, ders esnasında kahvaltı yapabilmek ve dersi dinliyormuş gibi yaparken Playstation oynayabilmek gibi nedenler yüzünden kamera açmamada direnen, kişisel verileri koruma kanunu (KVKK) uzmanı öğrenci sayımızda meydana gelen radikal artış.
6- Çocuklar ile beraber online derse girip, arka fondan kadraja girerek “hocam o öyle değil” diye konuya maydanoz olmaya meraklı velilerin peydahlanması.
7- Avrupa’da en pahalı ama en yavaş internet altyapısına sahip olduğumuz gerçeğinin tokat gibi yüzümüze çarpması.