1- Evrensel değerleri temel alan ahlaki yapının gelişmediği ülkelerde bu romantik ilişkinin boyutu birdenbire rüşvet ve yolsuzluğa dönüşürken, şirketlerin iş alabilmek için kasalarından giderek daha fazla “bahşiş” vermeleri gerekebiliyor.
2- Paydaşlar (stakeholders) nezdinde giderek iktidara yakın “yandaş” izlenimi ile şirketin kurumsal imajları zedeleniyor. Halbuki kurumsal imaj işletmelere rekabet avantajı sağlayan çok önemli bir değer.
3- Bozulmuş kurumsal imaj şirkete müşteri kaybettirdiği gibi yeni iş ilişkileri kuramamaya da sebebiyet verebiliyor.
4- Şirket çalışanlarının kurumları hakkında sahip oldukları hisler negatife dönüşüyor ve iş performansları kötü yönde etkileniyor, verimlilik azalıyor.
5- Yeni mezun gençler bu şirketlerde çalışmayı tercih etmiyor ve bu tür şirketler nitelikli insan kaynağına erişemiyor.
6- Bu tür şirketler politik ilişkilerine göbekten bağlı olduğu ve biat ile hareket
ettikleri için kendi yönetim mekanizmalarını ve yönetim kurullarınızı oluşturamıyor, stratejik kararlarını kendileri alamıyorlar. Kamu mantığı ile hareket eden “hatırlı” kişileri yönetim kurullarına almak, onların istedikleri
stratejileri uygulamak ve irrasyonel verimsiz kararlara imza atmak durumunda kalabiliyorlar.
7- Emek sarf etmeden iş almaya alışan bu tür şirketler rekabetin yoğun olduğu uluslararası arenalarda geçerli olan inovasyon, yaratıcılık, yüksek teknoloji ile üretim, marka bilinirliği gibi yetenekler geliştiremiyorlar ve “kerameti kendinden menkul” özellikleri ile yerelde kalmaya mahkum oluyorlar.
8- Ve belki de en önemlisi, bu tür şirketler yandaş olarak göründükleri siyasi güç değiştiğinde yeni gelen siyasi güç ilk olarak bu şirketleri hedef alabiliyor. Bu durum gelişmekte olan ülkelerde daha da patolojik bir seyir gösterebiliyor.
Endonezya’da Suharto rejimi, buna çok iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Bu etkilerin hepsi göz önüne alındığında şirketlerin kısa vadede yakaladıkları hormonlu performansın uzun vadede sürdürülebilir olmadığını görebiliyoruz.