1- Orta düzey verimlilik: Bu durum aslında Türkiye’nin genel sorunu ve tüm çalışma hayatımızı etkiliyor. Uzun çalışma saatleri ile kendimizi çalışkan ilan edebiliyoruz. Ancak 1 saatlik çalışma sonrası neyi ne kadar ürettiğimiz ya da 1 senelik toplam çalışma saatlerimiz ile gayrisafi yurtiçi hasılaya olan katkımız OECD, ILO ve diğer kuruluşların raporlarına göre gelişmiş ülke çalışan rakamlarının oldukça altında.
2- Kaynakların etkin kullanılmaması: Ar-Ge yatırımlarına yapılan harcamaların ve dağıtılan teşviklerin “gitmesi gereken yerlerden” ziyade “gitmesi istenen yerlere” yönlendirilmesi.
3- Proje teşvik başvurularını değerlendirme süreç ve jürilerine olan güvensizlik: Parlak projelerin geri çevrildikten sonra aynı projenin birkaç ay sonra başkaları tarafından teşvik alabildiği öykülerinin ağızdan ağıza, kulaktan kulağa dolaşmaya başlaması.
4- İşgücünde farklılıklara yer verilmemesi ve yönetilememesi: Benzer İK stratejileri, benzer örgüt kültürleri ve benzer fonksiyonel yapılanmalar ile farklı sonuçlar beklenmesi. Merkezlerde çalışanların yaklaşık %75’i erkek, %25’i ise kadın, mezun oldukları alanlar mühendislik ve işletme üzerine odaklı. Tasarım merkezlerinde güzel sanatlar alanından mezunlara tek tük rastlanabiliyor. Farklı alan ve disiplinlerden çalışan sayısı yok denecek kadar az. Değişik bakış açıları sunabilecek antropoloji, felsefe vb. alan mezunlarının buralar için uygunsuz bulunması, kadın ve erkek harici cinsel kimliklere ise hiç girmiyorum (istisnalar varsa o merkezlerden özür dilerim).
5- Takım çalışması eksikliği: Takım çalışması etkinlik, hız ve yaratıcılığı olumlu etkiliyor. Ancak ülkemiz Ar-Ge merkezleri üzerine yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde bu merkezlerde takım çalışmasının bulunmadığı ya da çalışanların takım çalışmasına yatkınlıklarının düşük olduğu ortaya çıkıyor. Aslında kolektif yaşam biçimine sahip bir toplumda bireysel çalışma durumu kültürel olarak kolay açıklanabilecek bir bulgu değil. Bunun bir açıklaması çalışanların sahip oldukları bilgiyi iş ve gelecek korkusu ile kendileri için saklamaları olabilir.
6- Başarının yeni ürün, hizmet ya da alınmış patent sayısı ile ölçülmesi: Bu tür kriterler gerçekçi olmayan Ar-Ge performans ölçümlerine yol açabiliyor. Aslında bu tür ölçümler dünyanın birçok ülkesinde görülebiliyor. Alınan patent sayısı, Ar-Ge ve inovasyon performansı açısından bir gösterge olarak kabul edilse de her ürün ya da hizmete dönüşmüş patent pazarda başarıya ulaşamıyor. Doğal olarak yanlış ölçtüğünüzü doğru yönetemiyorsunuz. Alınan patent sayısından ziyade bu patentin piyasaya sürüldükten sonraki senelerde yarattığı finansal ve pazar performansını takip etmek gerekiyor. Son senelere ait bilimsel çalışmalarda bu kriterin göz önünde bulundurulduğuna şahit oluyoruz.