Ressam Akın Ekici: "Fraktal Resmin Dünyadaki En İyi Temsilcilerinden Biri Olmayı Gerçekten Çok İsterim"

Ressam Akın Ekici, Türk resim sanatında kendi yolunu çizmiş, gelenekseli çağdaşla ustaca harmanlayan ve bu sentezle özgün bir sanatsal ifade geliştiren bir sanatçıdır. Geleneksel motifler ve yerel dokuları modern ve evrensel bir perspektifle ele alarak eserlerine taşıyan Ekici, bu yaklaşımıyla sanatının sınırlarını genişletmiş ve adeta bir köprü vazifesi görmüştür. Kendine has geliştirdiği, 'spatula resmi' olarak adlandırdığı teknik ile sanat camiasında dikkatleri üzerine çeken Ekici, çok katmanlı ve kalın boya kullanımıyla resimlerinde derinlik ve canlılık yaratmayı başarmıştır.

Eserlerinde yer alan ritmik döngüler, sonsuz ihtimalleri ve döngüleri temsil ederek izleyiciyi zamansız bir yolculuğa çıkarır. Akın Ekici'nin sanatı, gelenekselin çağdaşla dansı ve renklerin sonsuz oyunu olarak tanımlanabilir; her bir eseri, hem gözü hem de ruhu doyuran bir sanatsal ifade zenginliği sunar.Gelin Ressam Akın Ekici'yi daha yakından tanıyalım

- Türk resim sanatında dil, biçim ve olgu anlamında tanımlı ve istikrarlı bir örneğini veriyorsunuz. “Geleneksel” olanın modern olanda yeri olamayacağını savunanlara karşı bir manifesto sizinki resmi adeta. “Gelenekselle ilerleme”, “Gelenekseli içerme” karşıtlarına ve bu hususta “yerel” olandan hareketle ilerlemeden korkanlara karşı oluşan bir üslup sizinki. Geleneksel olanın çağdaşlar birleşmesi ne demek sizce?

Modern ve evrensel olarak ifade edilen tüm kavramlar her ne kadar görünümleri veya ifade biçimleri biraz farklı olsa da aslında geçmişin ve yerelin tüm nüvelerini içinde barındırır. Bu karşı konamaz bir döngü gibidir. Bu bir ihtiyaç gibidir. Çünkü denenmiş, sınanmış ve güvenilirdir.  Bu kapsamsa ben eserlerimde geleneksel olanı geleceğe ve evrensel olana taşıyacak yerel doku ve motifleri kullanmaya -buna özel bir önem atfederek- çalışırım.

Uzunca bir süredir eserlerimde ana tema olarak kullandığım merkezden genişleyen ritmik döngüsel kompozisyonların her bir halkası geleneksel olarak tanımlayabileceğimiz Türk doku ve motiflerine göndermeler içerir. Bezen bir sıra halkada Orhun Anıtlarında kullanılan Göktürk alfabesinin harflerini çağrıştırırım, bazen antik çağ Anadolu mozaiklerinden örnekler görürsünüz, bazen İznik Çinilerinden aşina olduğumuz motifler, laleler, papatyalar, karanfiller ve yapraklara atıflar görürsünüz. Bazen Osmanlı Divan Edebiyatının veya Musikisinin gülü, bülbülü doğrudan yer alır döngüsel veya düz kompozisyonlarımda. Bazen de Anadolu Yörüklerinin halılarındaki veya kilimlerindeki sistematik çizgisel çatallı figürler kaplar tuvallerimi. Her biri soyut ve soyutlama eserlerimin ana iskeletini oluşturan gizli ve sihirli yapı taşlarıdır.  

Ayrıca suya atılan bir taş parçasının suda oluştuğu halka halka dalgalanmalar gibi merkezden genişleyen döngülerim de bizatihi yerelden ve gelenekselden evrensele ve moderne olan yolculuğu, evrensel ve modernden yerel ve geleneksele geri gönderilen selamı anlatır. Merkezi geleneksel ve yerel olarak kabul edersek tuval uzamının alabildiği en son halka da modern ve evrenselin son noktasıdır. Merkezden gönderilen ve halka halka taşınan enerji ve mesaj tüm halkaların hakkını verdikten sonra son halkada yerini alır ona biçim verir ve sonra aynı şekilde son halkadan geriye merkeze döner, devimini tamamlanır. Burada da görüyoruz ki bana göre gelenekten bağımsız modern, yerelden bağımsız evrensel olamaz. Geleneksel olan böylece çağdaşla birleşir, iç içe geçer.

Bir gece vakti atölyede fırça ile astar boyarken yorulup sıkılmam sonucu astar olarak kullanacağım boyayı spatula ile tuval yüzeyine yaymayı denedim. O kadar sıkılmış ve yorulmuştum ki boyayı palete koyup oradan spatula ile alıp sürmeye bile tahammül edemeden, doğrudan tüpten tuvalin üstüne sıktım. İlk defa böyle bir şey yapmıştım. Boya öbek halde duvarda asılı duran tuvalden aşağı doğru kaymaya başladı. Neredeyse yere düşecekken hemen spatula ile yakalayıp yukarı doğu yaymaya başladım. Kalın boyanın spatulanın sürüş açısı ile ortaya çıkardığı doku ve uyguladığım kuvvete göre değişen izler bende müthiş bir heyecan yarattı. Bir anda bütün yorgunluğum geçti. Artık amacım astar yapmamın çok ötesine geçmiş, mevcut boya ile birçok soyut kompozisyonun varyasyonlarını oluşturmaya başlamıştım. Zamanın nasıl geçtiğini bilemedim. Sanki aynı resim içinde onlarca resim yapmıştım.

Resmin nerede biteceğine bir türlü karar veremiyordum. Tabii ki ortaya çıkan resim bugünkü eserlerimin çok prematüre haliydi. Ancak bir gerçek vardı ki o da spatula kullanmanın bana verdiği haz ve hızdı. Yaklaşık on iki yıl öncesine tekabül eden spatula ile resmin tamamını yapmaya yönelik ilk denemelerim sonucu çıkan eserlerde çok katmanlılıktan söz etmek pek mümkün değildi henüz. Bu ilk eserlerimin ilgi görmesi aynı anda taklitlerini de beraberinde getirdi kaçınılmaz olarak. Benim artık bunun üzerine bir şeyler yapmam taklitleri ekarte etmem gerekiyordu. İşte o zaman bugünkü çok katmanlı kalın boya kullanıma dayalı tekniğimin ilk örneklerini vermeye başladım. Ancak bu hemen olmadı. Bunun için çok çalışmam çok denemler yapmam gerekti. Sürekli düşünüyor ve denemeler yapıyordum. Tam olarak yapmak istediğim şey çok zordu. Birçok rengi boya henüz yaşken üst üste koymak, bunların ilk etapta asla birbirine karışmamasını ve çamurlaşmamasını sağlamak gerekiyordu.

Sonra da katmanlardan hangisini üst yüzeyde pürüzsüz olarak ortaya çıkaracağım, hangisini bir üst veya alt katmandaki boya ile karıştırıp çamurlaştıracağım, hangisini sputula ile tuval bezine yedireceğim ve kazıyarak bezle katmanların kaynaşmasından hangi tonları elde edeceğim gibi zaman içinde öğreneceğim bilgi ve deneyimlere ulaştım. Sonuçta ortaya öyle bir doku çıkıyordu ki, sanki bir tahta çubuğa sarılmış, renkleri ve tatları birbirlerine asla karışmayan sokakta satılan macun şekerlerini andırıyordu tuvaldeki yüksek üç boyutlu katmanlar. Bir boyanın içinden bambaşka ama saf renk bir başka boya çıkıyordu. Tabi bu sonuçlara ulaşabilmek uzun bir çalışma süreci gerektirmişti. Ziyan olan onlarca belki yüzlerce tüp boya. Emek, zaman, maliyet. En önemlisi de fiziki kuvvet gerektiriyordu. Sanki resim değil ciddi spor yapıyor gibiydim. Çok kuvvetli ve hassas bir bilek ve kuvvetli kol kasları gerekiyordu.

Halen yeni yeni şeyler koymaya çalışıyorum üstüne. Sanırım benim açımdan en keyifli yönü ise monokrom eserlerde bu teknikle yakalamış olduğum farklılık. Karşıdan baktığınızda tek bir renkmiş gibi görünen ama yaklaştıkça o tek rengin farklı tonlarının belirdiği, tamamen tuval ile yüz yüze geldiğinizde ise aynı rengin en az altı farklı tonunu rahatlıkla seçebileceğiniz bir üslup. Sonra tekrar geriye doğru resimden uzaklaştığınızda ise artık o farklı tonların eser üzerinde derinlik, açık-koyu algısı ve espasa neden olduğunun farkına vardıran bir teknik.

Örneğin bir kırmızı döngü resminde kullandığım en az altı farklı kırmızı tonu, ki bazen sekiz tona kadar çıkartabiliyorum, uzaktan bakıldığında resmin üzerinde ışıl ışıl parlayan ve zaman zaman yanıp sönen ışık oyunlarına imkân verebiliyor. Aynı rengin tonları resme hareket ve enerji veriyor. Tabii bun un için zemin de çok önemli. Tuvalinin astarının metalik bir renk olduğu zamanlarda bu ışık oyunları daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.   Zaman içerisinde hangi metalik astarın üzerine hangi renk grupları daha iyi sonuç veriyor bunu da öğreniyorsunuz.

Eklemek istediğim bir diğer önemli konu da boya markaları. Size bahsettiğim farklı tonlardaki renk katmanlarından hangisinin hangi marka boyanın hangi pigmenti ve yoğunluk çeşidi ile yapılması gerektiğini de zaman içinde öğrendim. Tabi bunu öğrenmek de çok çalışmayı ve denemeyi gerektirdi. Bu çalışmalarda ortaya çıkan tecrübeler bana hangi katmanda hangi marka boyanın, hangi tonunun ne derece örtücü versiyonun kullanılması gerektiğini öğretti. Kimi yerde farklı tonların çok örtücü, kimi yerde az örtücü türlerini kullanmak gerekiyor. Aksi takdirde istediğiniz sonucu alamıyorsunuz.

Bu konuda son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Spatula ile yaptığım eserlerimin ilk hallerini gören sayın Devrim Erbil Hocam, bu tekniği kalın boya ile kullanmam halinde çok daha etkili olacağını söylemişti. Çok haklıymış büyük usta.

- Dünyadaki, başta Avrupa olmak üzere önemli sanat başkentlerinde resimleriniz koleksiyonerlerde. Bu kolay ulaşılabilir bir hedef değil, sırrı ne?

Ege Turkuazı, 2020

2015 yılından bu yana yurtdışındaki sanat fuarlarına ve grup sergilerine katılıyorum. 2019 yılından beri de yurtdışında dört kişisel sergi gerçekleştirdim. İlk yurtdışı kişisel sergim Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’da yapılan bir devlet sergisiydi. Ulan Batur Büyükelçiliğimizin himayesinde, Türkiye ile Moğolistan arasındaki diplomatik ilişkilerin kuruluşunun ellinci yılı şerefine düzenlenen bir dizi kültür ve sanat etkinliğinin bir parçası olarak Ulan Batur’da bir kişisel sergi yapmam teklifi geldi.

O dönem Ulan Batur Büyükelçimiz olan Sayın Ahmet Yazal ve eşi Sayın Zeynep Yazal, kardeşim Ahmet Ekici aracılığıyla tanıştığımız, zaman içinde aile dostu olduğumuz kişilerdi. Uzun zamandan beri de eserlerim ile yakından ilgilenir onları çok beğendiklerini ifade ederlerdi. Kendileri Ulan Batur’a büyükelçi olarak atandıktan iki yıl sonra gelişen bu etkinlik nedeniyle benim orada bir sergi yapmam teklifinde bulundular. Evet, bu az önce bahsettiğim faktörlerden biri olan işin şansa ilişkin olan kısmıydı. Zira öngörebiliyordum ki bu sergi etkili olur ve beğenilir ise hem bana bu şansı tanıyan büyükelçilerimizin nezdinde devletimize mahcup olmam hem de bu sergilerin devamı gelebilirdi. Gerçekten de “Yolcudan Yolcuya Hikâyeler” adını verdiğim, 2019 yılının haziran ayında Ulan Batur’da açılan bu sergi o kadar etkili ve muhteşem oldu ki, Türki Cumhuriyetlerde, Orta ve Uzak Doğu’da bulunan birçok ülkenin yazılı ve görsel medyasında uzunca süre yer aldı. Birçok televizyon programına konu oldu.

Bu sergi Moğolistan’ın en büyük, en önemli müzesi olan Moğolistan Milli Modern Sanatlar Müzesi Sanat Galerisinde gerçekleştirildi. Bu milli galeride Moğol sanatçılarla, üniversite öğrencileriyle, akademisyenlerle ve halkla paneller söyleşiler düzenlendi. Bu söyleşilerde hem kendi sanat hayatımı hem de ülkemin sanatını anlattım. Nihayetinde sergi devam ederken bir eserim dünyaca ünlü ressamların eserlerinin yer aldığı bu milli müzenin daimî sergi koleksiyona kabul edildi. Böyle Moğolistan Milli Modern Sanatlar Müzesi Daimî Sergi Koleksiyonuna eseri kabul edilen ilk Türk ressam oldum. Bununla ilgili bir tören düzenlenerek bana çok değerli bir sertifika teslim edildi. Ayrıca eserlerimden bazıları da bana hep gurur kaynağı olacak şekilde devlet envanterine alınarak Büyükelçilik binamız ve rezidansına yerleştirildi. Yerli ve yabancı birçok devlet adamı ve iş insanı eserlerimi yakından gördüler.

Evet ben bana tanınan şansı ve fırsatı iyi değerlendirmiştim. Sonrasında ise tıpkı öngörüp dilediğim gibi serginin Türkiye’ye dönmeden, bir başka ülke büyükelçiliğimiz tarafından da tekrarlanması kararlaştırıldı. Eserlerim bu kez Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te sergilenecekti. Moğolistan sergimden beş ay sonra eserlerim bu kez Tiflis’in en önemli sanat galerilerinden biri olan Silk Factory Art Gallery’de “Yolcudan Yolcuya Hikâyeler-Tiflis” temasıyla sergilendi.  Tiflis Büyükelçimiz Sayın Fatma Ceren Yazgan’ın ve büyükelçilik personelimizin çok sıcak ilgisi ve destekleriyle Tiflis Büyükelçiliğimiz himayesinde gerçekleştirilen bu sergi de çok etkili olmuş, bu coğrafyada yaşan birçok Türk vatandaşı, iş insanı ve yabancı diplomatlar eselerim hakkında fikir sahibi olmuşlardı. Yine bu sergim sırasında da eserlerime çok talep olmuştu ancak devlet sergisi olması nedeniyle satış söz konusu değildi. Bu nedenle tanıştığım yerli yabancı koleksiyonerlerden gelen talepleri sergi sonrasında sergi kadrosu dışındaki eserlerimden karşıladım. Yine aynı şekilde hep gurur kaynağım olacak şekilde eserlerimden bazıları devlet envanterine alınarak Tiflis Büyükelçilik binamızda yerlerini aldılar.

İşte bu iki devlet sergimin gerek yazılı ve görsel basında ve gerekse sosyal medyada yer alması sonucunda yurtiçinden ve yurtdışından sergi teklifleri almaya başladığım gibi, yurtdışında yaşayan Türk ve yabancı koleksiyonerlerden de eser alım talepleri geldi. Her birini itina ile özenerek karşıladım. Yurtdışına eser çıkarmak zor ve meşakkatlidir. Önce eserlerinizin yurtdışına çıkabilmeleri için tarihi eser niteliği taşımadıklarına, güncel eser olduklarına dair yetkili Türk müzelerinden yurtdışı çıkış izni almanız lazım. Sonrasında bu eserlerin içine konulacağı özel ağaçlardan ve malzemelerden yapılmış kasa ve ambalajların müzelerce mühürlenmesi sonrasında güvenilir bir uluslararası taşıma şirketi ile yurtdışına gönderilmesi lazım. Sonra da bu eserlerin yurtdışındaki alıcılara teslimi sırasında yaşanabilecek gümrük sıkıntılarını o ülkelerde müdahale ederek çözecek kabiliyette kişilerin olması lazım. Zira bazen eserler alıcılara hiç sorunsuz rahatça gidebildikleri gibi bazen de nedensiz bir şekilde veya çok önemsiz bir gerekçeyle aylarca gümrüklerde kalabiliyorlar. Bu da başıma geldi. Ancak devlet sergisi söz konusu ise o zaman eserler diplomatik kargo ile taşındıkları için bu tür sorunlar genelde yaşanmaz.

Evet, bahsettiğim ilk iki yurtdışı sergim sonrasında ABD’de yaşayan Türk küratör ve dijital heykel sanatçısı Sayın Feride Demir bana ulaşarak, eserlerimi yakından takip ettiğini, eğer istersem ekibiyle birlikte ABD’de bana sergiler düzenleyebileceklerini veya grup sergilerine dahil edebileceklerini söyledi. Bu teklife de tabii ki çok sevindim. Ancak yurtdışı sergilerin zorluklarını çok iyi bildiğimden iyi planlama yapmak gerekliydi. Öncelikle sergi konseptini, hangi ölçülerde kaç eser yer alacağını ve serginin muhtemel zamanını Feride Hanımla kararlaştırarak çalışmalara başladım. Sergi ismi ise dünyanın başına gelen en büyük zorluklardan biri olan Covid 19 pandemisinin başlamasıyla kendiliğinden konulmuş oldu.

“Zorluk ve Direnç/Hardship and Resistance”.

Evet ilk planımıza göre sergi 2020 yılının Eylül ayında New Jersey’de Art Factory Studios’da yapılacaktı. Ancak 2019 sonlarında başlayan pandemi süreci nedeniyle sergimizi belirsiz bir tarihe ertelemek zorunda kaldık. Tabii motivasyonum biraz kırılmış olsa da başladığım çalışmalara devam ettim. Belki bir gün gelir sergi yapma imkânı tekrar doğar diye. Gerçekten de ABD’de durumun biraz kontrol altına alınması nedeniyle bazı etkinlere kontrollü bir şekilde izin verildi. Bu nedenle Feride Hanım beni arayarak sergiyi 2020 Noel zamanında Art Factory’de yapabileceğimizi söyledi. Noel kutlamalarıyla birlikte serginin yapılabilecek olması oradakilere güzel, hoş bir atmosfer yaratabilecekti. Çok sevinmiştim.

Dünyada büyük bir zorluk vardı: pandemi. Ama bu zorluğu sanat direnci ile aşmak gerekiyordu. İnsanların seyahat özgürlüğü kaldırılmıştı. Sınırlar kapatılmıştı. Bu nedenle benim sergi için ABD’ye gitmeme imkân yoktu. Ancak eserlerime yasak yoktu. Onlar bensiz de gidebilir bu sergiyi gerçekleştirebilirlerdi. Sonuçta Kasım 2020’de eserleri gerekli izinleri alarak ABD’ye gönderdim. Ancak sergi günü gelmesine rağmen eserler bir türlü Feride Hanıma teslim edilmemişti. Eserler ABD gümrüğünde kaybolmuştu. Taşımacı şirket hiçbir sorumluluk almıyor hiç yardımcı da olmuyordu. Yaptığım araştırmalar sonucu dünyaca ünlü taşıyıcı şirketin CEO’suna ulaştım. Bir yandan benim bir yandan Feride Hanımın çabaları sonucu bu CEO eserlerin gümrükte bulunmasını sağladı.ve sonuçta sergim dört ay gecikme ile Nisan 2021’de New Jersey ABD’de açıldı. Aynı yıl Ekim ayında sergi bir Art Expo kapsamında ikinci kez yapıldı.

Tüm bu olayların yansıması sonucu eserlerime yurtiçinden ve yurtdışından ilgi arttı. Ayrıca o dönemin çok sevilen TV dizilerinden bir olan “Camdaki Kız” dizisinde ressam karakterin yapmış gibi göründüğü resimleri ben yapıyordum. Her hafta eserlerim senaryonun parçası olarak dizide yer aldılar. Dizide eserlerimin senaryo gereği rolleri vardı. Sanıyorum bu Türkiye de ilk defa oluyordu. Her hafta bana gelen senaryodaki konuşmalara, konulara uygun eserler seçiyor veya zamanım varsa diziye yeni eser yapıyordum. İki dönem eserlerimin bu dizide sıkça yer alması önemli bir izleyici kitlesi tarafından tanınmasına yol açtı. Bu dizinin gösterildiği yabancı ülkelerde bile Türk vatandaşları eserlerimi tanır hale gelmişti.

Bu dizinin gösterimde olduğu son yıl bir başka TV dizisi olan “Aile” isimli yapımdan da eserlerim talep edildi. Böylece aynı anda yüksek reytingli iki dizide eserlerim hemen her hafta görülüyordu. Bu süreçte, New York, Londra, Paris gibi başkentlerde yaşayan koleksiyonerlere dizide görülen resimlerimin benzerlerinden yeni eserler üreterek gönderdim. Ayrıca 2017 yılında Londra’da katıldığım “İstanbul Meets London” isimli grup sergisi sonrasında birkaç eserim de Londra’daki bazı ailelerin evlerine yerleşmişti. Daha sonra da başka vesilelerle bana ulaşan Londra ve Manchester’da yaşayan iki ayrı koleksiyonere de İstanbul’dan eser göndermiştim.

Bunların dışında geçen yıl mayıs ayında Sayın Yıldız İbram’ın küratörlüğünde Bükreş’te yapılan “İstanbul’u Hiç Böyle Görmediniz” isimli farklı disiplinlerdeki Türk Sanatçıların yer aldığı İstanbul temalı grup sergisinde sergilenen ve çok ilgi gören eserlerimden birini Bükreş Büyükelçiliğimize armağan ettim. Sayın Büyükelçimiz Özgür Kıvanç Altan ve kıymetli eşi Sayın Aslı Altan çok büyük bir incelik göstererek eserimi Büyükelçiliğimizin en göz alıcı noktalarından birine yerleştirerek sergilediler. Tabi bu eserim de hemen devlet envanterine dahil oldu. Böylece Ulan Batur ve Tiflis Büyükelçilikleri devlet koleksiyonunda yer alan eserlerimden sonra Bükreş Büyükelçiliği devlet koleksiyonunda da bir eserim yer almış oldu.

Eserlerimin yurtdışında devlet koleksiyonlarında ve özel koleksiyonlarda yer alarak beni ve ülkemi temsil etmesi benim için çok büyük bir gurur ve mutluluk.

Son olarak 30 Aralık 2023 tarihinde İstanbul’da açmış olduğum sergimle kişisel sergilerimin sayısı on iki oldu. Ayrıca bunun yanında en az bir kişisel sergide sergilediğiniz eser sayısı ve ortaya koyduğunuz çaba ile aynı nitelikte olan ikili ve üçlü sergiler de oldu. Örneğin geçen yıl içinde değerli Hocam Ekrem Kahraman ve ressam Murat Kurt ile birlikte Ovooart Galeri’de gerçekleştirdiğimiz üçlü sergi, Çiğdem Erbil ile birlikte Bodrum Türkbükü’nde Touch Galeri’de gerçekleştirdiğimiz ikili sergi ve yine Denizbank Galeri Deniz’de Ovooart organizasyonu ile yine Murat Kurt ile yaptığımız ikili sergiler oldu. Bunlar da en az kişisel sergi kadar değer atfettiğim ve etkisi yüksek sergilerdi.

Önümüzdeki günlerde ise yine bir yurtdışı devlet sergim olacak. Mayıs ayında Romanya’da Bükreş Büyükelçiliğimizin himayesinde gerçekleştirilecek bu sergim ya Romanya’nın Piteşti şehrinde ya da başkent Bükreş’te olacak. Büyükelçiliğimiz ve küratörüm Yıldız İbram sergi mekanının belirlenmesine çalışıyorlar. Romanya Türk İş Adamları Derneği de sergiye katkı sunacak. Dernek serginin çok sayıda Türk iş adamının bulunduğu Piteşti kentinde olmasının daha etkin olacağını iletmiş Büyükelçiliğimize. Küratörüm Yıldız Hanım’ın görüştüğü bir Romen Milletvekili de sergi için Piteşti’de bulunan bir devlet sanat galerisini önermiş. Biz de iki hafta kadar önce Yıldız Hanım ile birlikte Piteşti kentine giderek olası sergi mekânımıza baktık. Çok güzel ve tarihi bir bina bu Romen Devlet Sanat Galerisi.

Ancak şu anda restorasyonda ve Nisan 2024 ayı sonunda bu restorasyonun biteceği öngörülüyor. Eğer bizim sergimizin yapılacağı Mayıs 2024 sonlarına kadar sorunsuz bir şekilde bu galerinin bize tahsisi söz konusu olabilecekse bu sergim Piteşti Devlet Sanat Galerisinde yapılacak. Eğer galerinin mayıs sonuna kadar yetişmeyeceği sonucuna varılırsa o zaman sergi Büşreş’te yapılacak. Bu olasılık için de yine Yıldız Hanım ve Büyükelçiliğimiz Bükreş’teki galerilerle görüşme halindeler.

Ayrıca şu anda katılımcısı olduğum “Balkanların Üzerindeki Işıklar” isimli bir Türk-Romen grup sergisi de halen Bükreş’te devam ediyor. Daha önce de bahsettiğim üzere geçen yıl bu grup sergisinin öncüsü niteliğinde olan farklı disiplinlerdeki Türk sanatçıların katıldığı “İstanbul’u Hiç Böyle Görmediniz” isimli bir başka sergi yapılmıştı Bükreş’te. Yine Yıldız İbram’ın küratörlüğünde yapılan bu sergiye resim disiplininde değerli Hocam Prof. Devrim Erbil ile birlikte katılmıştık. Bu sergi sırasında eserlerime çok yoğun ilgi gösteren Sayın Büyükelçimiz bana bu yıl bir içinde bir kişisel sergi yapma teklifinde bulunmuştu. İşte şimdi mayıs ayında yapacağımız bu kişisel devlet sergimim temelleri de o zaman atılmıştı.

Ayrıca 2024 mayıs ayında gerçekleştireceğim bir diğer sanat etkinliği de bu yıl birincisi düzenlenecek olan İAAF İzmir Sanat Fuarı olacak. Yine sevgili Hakan Körpi’nin sahibi olduğu Ovooart Galeri sanatçı olarak bu fuarda yer alacağım.

Devam eden aylarda iki önemli sergim daha olacak, bunlardan biri Temmuz veya Ağutos ayında sevgili Gaye Donay’ın sahibi olduğu Maji Art Galeri ile Bodrum Titanik Otel’de olacak. Bu kişisel sergimin de çok önemli bir sergi olacağına inanıyorum.

Ve devamında Eylül ayının son haftası içinde değerli Hocam Prof. Devrim Erbil ile Ayvalık Barbara Evi’nde (La Masion De Barbara) bir ikili sergi yapmayı planlıyoruz. Bu serginin hikayesi de şöyle; değerli hocam ile pandemi dönemi öncesinde memleketlim Bergama’da 2020 yılı Nisan ayında bir sergi yapmayı planlamıştık. Ancak pandemi nedeniyle bu sergi yapılamadı. Sonrasında da bizden kaynaklanmayan çeşitli sebeplerle Bergama’da bu sergiyi yapamadık bir türlü.

Geçen eylül ayında bir vesile ile Ayvalıklı olan değerli dostlarım sevgili Erman Karaca ve eşi Rüştü Karaca bana Ayvalık’ta bir sergi yapmamı önerdiler. Ben de Devrim Hocam ile Bergama’da yapamadığımız bu serginin Ayvalık’ta yapılabileceğini düşündüm. Değerli dostlarım bu fikrimi çok olumlu karşılayarak yine Ayvalıklı olan ve ülkemizin önemli iş ve sanat insanlarından biri olan Sayın Şerif Kaynar ile paylaştılar. Şerif Bey’in de olumlu yaklaşımıyla serginin önce Ayvalık Ayazması’nda yapılması düşünüldü. Ancak sonradan zamanlama nedeniyle Ayazma yerine Şerif Beyin sahibi olduğu aynı zamanda çok önemli bir “art and residance” mekânı olan Barbara Evinde yapılmasına karar verildi. Sevgili Devrim Erbil Hocam ile yapacağım bu ikili sergi benim için manevi değeri çok fazla olan bir sergi olacak.

Bu arada Ayvalık ve Bergama derken unutmadan ilave edeyim; değerli ressam ve küratör arkadaşım sevgili Dilşad Atosy’un başlattığı çok güzel bir proje var. Uzun yıllar hem İstanbul’da hem de Ayvalık’ta yaşayan ve sanat üretimini bu şehirlerde yapan Dilşad Atasoy çok güzel bir projeye beni davet etti. Hem de memleketim Bergama ile çok yakından ilgili olan bir projeye. “Parşomen Bir Serüvendir” isimli bir proje, Antik Çağ’da Bergama’da keşfedilen ve halen kullanılan, keçi derisinden üretilmiş “Parşomen” adı verilen ince ve kullanışlı yazı malzemesinin tuval olarak kullanılarak bunu üzerine resim yapılmasını konu ediniyor.

Antik Çağın en önemli iki kütüphanesi İskenderiye ve Bergama Kütüphaneleri. Bergama Kütüphanesinin rekabette geri kalmasını isteyen Mısır, Bergama’ya (o zamanki Pergamon’a) yazı için kullanılan papirüsün (kâğıt) gönderilmesini yasaklar. Sanat ve edebiyata düşkünlüğü ile bilinen Bergama Kralı I. Attolos kütüphanesini korumak için papirüsün yerine bir yazı malzemesi bulunmasını emreder. Bunun üzerine Bergamalılar dişi keçi derilerini işleyerek, papirüsten daha dayanıklı, ince ve kullanışlı bir yazı malzemesi geliştirirler. Böylece Bergamalılar parşömen sayesinde 200 bin kitaptan oluşan dev bir kütüphaneye sahip olurlar.

Antik dönemin bu ünlü kütüphanesi bugünkü birçok bilim dalının gelişmesine, düşünür, bilgin ve tıp insanlarının yetişmesine neden olur. Yirmi yıldır parşömen üreten İstanbul merkezli Kare Deri firmasının destekçisi ve sevgili Dilşad Atasoy’un yürütücüsü olduğu bu proje parşömenin ne denli önemli bir ana malzeme olduğunu sanat aracılığıyla ortaya koymayı amaçlıyor. Ben de bu projede parşömenden yapılmış tuvaller üzerine eserler üreteceğim. Proje kapsamında üretilen tüm eserler önce İzmir’de sonra da çeşitli şehirlerde belirlenecek galerilerde sergilenecekler.

- Resimlerinizde fraktal bir yapı kurmuş, özgün bir isim olduğunuzu düşünüyorum. Akın Ekici, “fraktal” resmin dünyadaki iyi temsilcilerinden biri olma yolunda.

Fraktaller, birbirini andıran, büyükten küçüğe, çoktan aza, iriden ufağa veya bunların tam tersi şekilde ölçeklenen, birbiri içine geçmiş, kaotik ama kendince bir düzeni olan, birçok geometrik şekil veya bu şekillere benzer figür ya da dokuların bir sonsuzluğa uzanan tekrarlanış algısı yarattığı şekillerdir. En dıştaki en büyük şekil en küçük ölçekli olanın bir benzeridir. Birbirine benzer nar taneciklerinin oluşturduğu nar misali.

Ben eserlerimi yaparken ortaya çıkan yapıtın fraktal olarak nitelendirilebilmesinden bağımsız olarak ancak bu tanıma da çok uygun olarak kaotik ama dingin bir algının göz önüne serileceği, herkesin içinde kendisine özgü hikayecikler yaratmasına imkân tanıyacak şekil ve figürlerin olduğu kompozisyonlar yaratmayı hedeflemişimdir hep. Karışık gibi görünen ama derinlemesine incelendiğinde müthiş bir uyum barındıran zengin, coşkulu, enerjik ve sevimli kompozisyonlar.  Bu şekilde ortaya koyabileceğim kompozisyonların izleyicide hem bir bulmaca çözme merakı hem de bir senfoni orkestrası dinliyormuşçasına heyecan uyandırmasını istiyor, bunu hedefliyordum.

Zaman içerisinde bu hedef doğrultusunda yaptığım işlerin fraktal olarak nitelendirilen yapının içerinde yer aldığını fark ettim. Fraktal resim alanında daha da iyi işler çıkarmayı ve fraktal resmin dünyadaki en iyi temsilcilerinden biri olmayı gerçekten çok isterim. Fraktalde, gizem var, merak var, hayret var, senfonik özellikler var, şiirsellik var, coşku var. Daha ne olsun? Umarım bu amacımı gerçekleştiririm.

Her zaman söylediğim bir şey vardır. Soyut ve soyutlama yapan bir ressam olarak siz bir resim yaparsınız, o resim onu izleyen kişilerin gözünde, gönlünde, algısında onlarca, yüzlerce resme dönüşür. O resim sizden çıkar izleyenlerin dünyasında kendi anlamını bulur. O zamana kadar olan yaşanmışlıklar, izleyenin o günkü ruhsal durumu, çevresel faktörler, dışarıdaki havanın soğuk veya sıcak olması ve aklınıza gelebilecek onlarca sübjektif faktör o resmin o kişi tarafından ve o gün için nasıl algılanacağını belirler. Sübjektif faktörler zaman içinde değişse bile o resmin ilk algılanış biçimi genellikle varlığını korur.

Zaman zaman aynı kişi farklı tarihlerde o resme farklı anlam ve algılar atfedebilse de o ilk görüldüğü günkü etki çoğu kez ağır basar. Ben eserlerimde hep bu bahsettiğim algılanma durumu yaşadım. Sizin bir eseriniz bir başkanın dünyasında onun algısıyla yerini almıştır. Ya da siz kendi algınızı bir başkasına aynen transfer etmişsinizdir. Her iki durum da ressam için kazançtır. Bence sanat zaten tam da böyle bir şeydir. Sanat düşünmeyi, irdelemeyi, farklı çıkarımlar yapmayı ve bunları estetikle buluşturup insan hayatında güzel kavramını yakalamayı amaç edinen bir süreçtir. Belki çok radikal olacak ama bana göre sanat pozitif şaşırtmaktır. Şaşırttığın ölçüde şaşırmayı da göze almaktır.

- Sanatta sizi yönlendiren, sizin esinlendiğiniz isimler oldu mu?

Güllerin İçinden, 2019

Ortaokul ve lise yıllarımda, Bergama Lisesi’ndeki resim öğretmenlerim ve aile dostlarımız olan sanatçılar ilk yönlendirenlerim oldular. Özellikle baba dostum, ressam Yaşar Çakıroğlu ilk esinlendiğim ve beni ilk yönlendiren kişi olmuştur. Henüz beş-altı yaşlarında iken, ailemle birlikte gittiğim bir tiyatro oyunu sonrasında ertesi gün o tiyatroda ne gördüysem, sahneyi, oyuncuları, dekorları ve izleyicileri bir kâğıda çizmişim. Yaptığım resmi gören babam hemen bunu Yaşar Çakıroğlu’na göstermiş. O da babama, “bu çocuk bu yaşta böyle bir resim yapabiliyorsa onu yakından takip edip ilgilenmemiz lazım, ileride iyi bir ressam olabilir” demiş. Sonrasında da rahmetli hocam her zaman resimlerimi inceledi, değerlendirdi, yön verdi. Yine aynı şekilde diğer resim öğretmenlerim Cengiz Yay, Dilşad Başaraner ve rahmetli Necdet Başaraner de her zaman yakın ilgi ve desteklerini esirgemediler benden.

Daha sonraki dönemde 2009 yılı başında Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezine girdikten sonra Hocam Resul Aytemur ile 2021 yılına kadar çalıştık. Bu dönemde kendisinin çok destek ve yönlendirmelerini gördüm. İlk yıllarda onun ve atölyenin temel disiplini olan desen ve figür üzerine çalıştık. Ancak ben özellikle 2012 yılından sonra soyutlama ve soyut tarzıma yöneltim. Kendisi figüratif bir ressam olmasına rağmen aynı zamanda çok donanımlı ve çok yönlü bir ressam olduğu için bana soyut çalışmalarımda da çok destek ve yön verdi.

Bu arada hukukçu olarak kuruluşunu yaptığım Devrim Erbil Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nda Devrim Hocamın ricası üzerine vakıf yönetim kurulu üyesi ve başkan yardımcı olarak çalışmaya devam ettim. Bu çalışmalarım sırasında Devrim Hocam yaptığım soyut ve soyutlama tarzındaki eserlerimi çok beğendi, eserlerimin gelişmesi için sürekli kritik ve önerilerde bulundu. Özellikle soyut ve soyutlama alanında kendimi bulmam için manevi desteği çok büyük oldu. Beni her zaman için yüreklendirdi. Çalışma disiplini ve sanatçı kişiliği ile bana her zaman örnek oldu.

Özellikle soyut sanat akımının ve kuramının kurucusu Vasili Kandinsky ve sonrasında Gustav Klimt’in soyutlama kompozisyonlarından ve kullandıkları renklerden çok etkilendim. Belki de son zamanlarda yoğun olarak kullandığım altın varaklı zemin ve bazı geniş alanları Klimt’in etkisi altında eserlerimde denemiş ve iyi sonuçlar almış olabilirim. Aynı şekilde Beyoğlu Akademiler Sanat Merkezindeki değerli Hocam Resul Aytemur’dan öğrenip bir dönem kalın fırça ile kullandığım renkçi yaklaşımın da eserlerinden hep hoşlanmış ve renklerine hayran olduğum Henri Matisse’nin renkçi anlayışıyla uyumlu olduğunu da zaman içinde fark ettim.

Tabi Türk sanatçılar içinde bu anlayışa yakın bulduğum Fahr-el Nissa Zeyd ve biraz da Bedri Rahmi Eyüboğlu da incelemem altındaki ressamlar oldular. Özellikle Zeyd’in renkçi ve coşkulu geometrik soyut kompozisyonlarına çok yakın hissettim kendimi. Bir de söylemeden geçemeyeceğim tarz ve anlatımı farklı olsa Burhan Doğançay ve özellikle Mavi Senfoni bazı eserlerimde ilham kaynağım olmuştur. Yine kompozisyonları, monokromculuğu ve derinlikli ifadesi ile Canan Tolon da ilgimi çeken ressamlardandır. Bunlar dışında Erol Akyavaş’ın doğu ve batı kültürünü bir arada ele aldığı soyut-figüratif kompozisyonları da zaman zaman beni etkilemiştir.

Ancak tüm bu saydığım ressamların ötesinde, her zaman belirttiğim gibi eserlerimde yakalamaya çalıştığım kusursuz coşkulu anlatım, uyum ve monokromun etkin kullanımı amacı büyük ölçüde Devrim Erbil disiplinindendir. Her ne kadar temalarımız genelde farklı olsa da tekniğimiz tamamen ayrı olsa da resim ve sanatçı olma felsefesi, eser üretim ve sunum disiplini, etkin ve görünür olma, her daim halkın ve izleyicinin yanı başında olma prensipleri her zaman için örnek aldığım Devrim Erbil sanat kimliğidir.

Resul Aytemür, Veysel Günay, Fevzi Karakoç, Yalçın Gökçebağ ve Denizhan Özer ile birlikte atölyemde sohbet ederken konu benim gençlik yıllarımda yaptığım resimlere gelmişti. Ben de size ilk okuldayken TRT’de yayınlanan resmimi anlatayım dedim ve o programı, o günkü heyecanımı anlattım. Ben hikâyeyi anlatır anlatmaz yan tarafımda oturan Yalçın Gökçebağ şöyle dedi; “O resmi televizyonda gösterilmesi için ben seçmişimdir. Çünkü o yıllarda TRT’deki bu programı ben hazırlıyordum ve gelen resimleri ben değerlendirip ekranda gösterilmesi için seçiyordum.”

- Resim sanatı topluma ne mesajlar veriyor?

Denizde Buluşma, 2021

Resim sanatı topluma öncelikle her zaman yaşam enerjisi veriyor. Resim sanatı topluma şunu söylüyor; “Ben sizin tarihinizin ve belleğiniziniz bir yansıtıcısıyım. Bunu yaparken de hem ruh sağlığınıza katkıda bulunuyorum hem de geçmişinizden yakalayacağınız referanslarla geleceğinize ışık tutuyorum. Özetle ben bu dünyada hayatı sizin için yaşanabilir kılıyorum ve geleceğinize ışık tutuyorum.”

Resimlerimi üretim sürecimde mutlak ara gözlem ve kontrol durakları uygularım. Resim yapmanın heyecanı, coşkusu, ritmi ve duygusal iniş çıkışları arasında mutlaka gözden kaçırdığınız, bariz hata yaptınız veya aslında hiç istemediğiniz bir şey yaptığınız ve fakat yorgunluktan veya körleşmeden dolayı bunu göremediğiniz anlar olur. O yüzden her o günkü çalışmam esnasında ara ara durup hiçbir şey yapmadan mora verip yaptığım resme uzaktan uzun uzun bakarım. İçime sinmeyen bir şey varsa onu nasıl düzeltebileceğimi düşünürüm. Bazen düzletme ihtimali yoksa bu durumda resmin o kısmını başka bir forma veya ifade biçimine dönüştürürüm.

Ayrıca kullandığım teknik var olabilecek hataları hemen düzeltmeye veya formu değiştirmeye çok imkân veren bir tekniktir. Kalın boya kullanıma dayalı spatula tekniğim ile istemediğim bir renk, figür, doku ve bir izin üzerini kolayca başka bir renk veya doku ile kapatabilirim. Hatalı gördüğüm veya istemediğim sonuç altta bir katman olarak kalır. Bunların dışında her çalışmam sonrasında atölyeden çıkamadan önce resmin son halinin veya bitmiş olduğunu düşündüğüm halinin fotoğraflarını çekerim. Sonra yolda veya evde bu fotoğraflara uzun uzun bakarım. Bunun çok faydasını gördüm. Her ne kadar atölye ortamında ara ara resmi seyredip kontrol etsem de atölyeden çıktıktan sonraki kontrol sanırım daha etkin oluyor.

Fotoğraflar da buna çok yardımcı oluyor. Sanki o fotoğraflara bakarken izleyen siz değil de dışarıdan bakan bir kişiymiş gibi oluyorsunuz. Bu durumda hataları veya istenmeyen noktaları görmek daha kolay oluyor. Üstelik bu fotoğraf incelmesini hem gece hem de ertesi sabah ayrı ayrı yapıyorum. Zira incelemeyi yaptığım zaman bile kusurları görmem de farklılıklar yaratabiliyor. Gördüğüm hataları veya hangi bölgeyi nasıl değiştirmem halinde resmin daha içime sineceği noktaları iyice tespit edip beynime kaydettikten sonra resimle buluştuğum ilk anda hemen bu düzeltmeleri yapıyorum. Sonra bu izleme, fotoğraflama ve tekrar değerlendirme süreci resmin tamamen bittiğine karar verdiğim güne kadar birkaç kere daha devam ediyor.

Çalışmamda bu süreçleri izlediğim için sonuçta bugüne kadar içime sinmeyen bir resmim veya sil baştan yaptığım bir resmim olmadı. İçime sinmeyen resimlerimi içime sinene kadar tekrar işlemeye devam ettim. Ne zaman içime siner hale gelirlerse o zaman tamamlanmış kabul ederek izleyici ile paylaştım, sipariş eden koleksiyonere teslim ettim veya sergilere dahil ettim.

- Dijital sanat, NFT, yapay zeka, vs. Teknolojinin son yıllardaki gelişimi yüksek sanatı öldürüyor mu sizce. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yapay zekada bile durum böyleyken, dijital sanat ve NFT’nin de yüksek sanatı öldürebileceğini sanmıyorum açıkçası. NFT’nin de bir süre sonra insanın sıkılacağı dönemsel bir tutku veya trend olduğunu düşünüyorum nedense. Bana göre yüksek sanatın göstergesi halen insanoğlu için fiziki varlıktır. Sanat dışındaki kavramlar için örneğin, bilgiye ulaşma materyalleri, menkul kıymetler ve para gibi kavramlar açısından dijital varlık çok daha etkin olabilir ancak sanatta fiziki varlık hep önde olacaktır. Zira insan içerisindeki estetik duygusu dokunmayı, görmeği ve dokunulabilir ya da görülebilir olmayı ister. Görülebilir olmaktan kaydım dijital görüntü değil tabi.

Ayrıca belirtmem lazım ki dijital sanat ürünlerini veya yapay zekâ ile üretilen işleri çok keyifli buluyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bu işler insanın yüksek sanat üretme dürtüsünü teşvik ediyor.

Tabi şuna da değinmekte fayda var, yüksek teknoloji ile örneğin yapay zekâ ile üretilen işlerin sanat eseri olma niteliği de tartışmalıdır. Tüm dünyada bu tür işlerin sanat eseri olma niteliği veya bunları üretenin kim olarak kabul edileceğine bağlı olarak üreticinin sanatçı olma kimliği de hukuki olarak tartışılmaktadır. Zira tüm dünya hukuk düzenleri sanat eseri olma vasfını insanın zihinsel faaliyeti yani insanın fikri çabası sonucu vücut bulan eserler bahşetmektedir.

Dolayısıyla yaratımında insanın fikri çabası bulunmayan ürünler tüm dünyada sanat eseri olarak kabul edilmemekte, bu eserler üzerindeki fikri mülkiyet hakları da eserin üretimdeki katkısının yoğunluğu kriterine bağlı olarak sadece insana tanınmaktadır. Buradan, eğer üretilen o üründe insanın fikri çabasından daha çok makine öğrenmesi söz konusu ise ortaya çıka ürün henüz sanat eseri olarak kabul edilmediği gibi işi üreten makine de henüz sanatçı olarak kabul edilmemektedir.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram 

Threads

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti