Renoir’in Fırça Darbeleri: Hayatınızın Ana Karakteri Her Zaman Kendinizsiniz!

Renoir’in Dance In The Country eseri ilk bakışta bir çiftin dans anının resmedilmesi gibi görünse de aslında arkasında önemli bir mesajı gizliyor. Eseri inceleme fırsatınız olduysa, dikkatinizi çeken tek şey çift mi oldu?

Resimle ilgili yapılan değerlendirmelerin çoğunda çiftin duruş şeklinden kıyafetlerine ve mimiklerine kadar her şey hakkında yorum yapılmış.

Dance In The Country, Pierre-Auguste Renoir, 1883

Ancak resmin arka tarafında duran, çifti hayranlıkla izleyen bir kızın yüzü atlanmış. Resimdeki perspektif, ana karakterin ve yan karakterin kim olduğunu belirleyebilir mi? Belki de Renoir’in odağında daha küçük ve zahmetli olarak resmedilen odak nokta bu küçük kızdı?

İçinde bulunduğumuz hayata da bir resim perspektifi içinden bakacak olsak, özellikle de sosyal medyanın etkisiyle pırıltılı hayatların arkasındaki o küçük kız biz olabilir miyiz?

Sosyal medyanın hayatımıza dahil olması ile birlikte, tüketici olmanın yanında bir tüketim nesnesi haline de geldik. Hayatımızın mutlu anlarını, süsleyip yeni bir şekle sokarak paylaştığımız fotoğrafların, videoların aldığı beğeniler beynimizdeki ödül ağını harekete geçirir. Diğerlerinin pozitif geribildirimde bulunması bizi anladıklarını, beğendiklerini ve bizimle aynı fikirde olduklarını düşünmemize sebep olur.

Bir yandan diğerlerinin paylaşımlarına bakarak ne kadar iyi bir hayat yaşadıklarını, ne kadar “mükemmel” olduklarını düşünüp kendi değerimizi sorgularken, bir yandan da aslında diğerlerinin de yaptığı gibi “mükemmel hayatlar” kurgulamaya başlarız. Farklı ve özgün olan yanlarımızı törpülemeye çalışırız. Bizi biz yapan özelliklerimizin beğeni almama ihtimalinin kendi değerimizi düşürmesinden korkarız. Böylece aynılaşırız. Tıpkı tabloda da olduğu gibi, en öndeyizdir. Poz verir ve gülümseriz. Belki de mutlu bile değilizdir. Işıkları kendi üzerimize çekmeye çalışırken, boş bir kabuktan ibaret oluruz. Oysa ki arkadaki küçük kız olmayı seçsek, dışarıdan şefkat bekleyeceğimize, kendimize şefkat göstersek daha iyi hissederiz belki de…

Hayatımızın ana karakteri olabilmemiz için;

Önce genel kavramları tanımlayarak başlayalım:

Öz benlik 

Doğuştan ve çevrenin etkisiyle 2 yaşından itibaren gelişmeye başlayan, kendimizle ilgili olumlu ve olumsuz olarak kanaatlerimizi içeren bir kavramdır.

İdeal Benlik 

Bireyin ulaşmak istediği hedefler doğrultusunda ulaşmayı umduğu benlik durumudur. Ancak ulaşmak istediği hedef ve ulaşabileceği hedef arasında uçurum olduğu durumlarda bu olumsuz bir benlik algısı halini alabilir. Kendimizi iyi tanımak ve gerçekçi hedefler koymak bu sebeple oldukça önemlidir. 

Benlik Saygısı/ Öz Saygı

Benlik saygısının ana bileşeni yukarıda sözünü ettiğimiz öz benliktir. Olumlu ve olumsuz yanlarımızla kendimizi kabul etmeyi ve kendimize değer vermeyi içerir. Sağlıklı olan, her iki yanımızı da kabul etmek, ancak eksik kısımlarımız konusunda da kendimizi geliştirmeye çalışmaktır. Bunu yaparken de gerçek dışı bir hedef belirlemeden yapmaktır. 

Yüksek Benlik Saygısı

Beynimiz genelde olumlu yönlerimizi öne çıkarmaya yatkındır. Yani kendimizle ilgili olumlu ve yanlı bir bakış açımız var. Sadece olumlu yanlarımızın görülmesi yüksek benlik saygısına işaret eder. Ancak burada sağlıksız olan şişirilmiş bir şekilde, gerçekte sahip olmadığımız olumlu yanlarımızı görmemizdir. Bu durum genelde narsist kişilik bozukluğu ve bipolar bozukluk ile ilişkilidir. Yüksek benlik saygısının sağlıklı olabilmesi için, kendimizle ilgili olumlu yanlar, gerçekte sahip olduğumuz özellikleri içermelidir. 

Düşük Benlik Saygısı

Kendimizle ilgili sadece olumsuz özelliklerimizi ya da gerçek olmayan olumsuz özelliklerimizi gördüğümüz bir bakış açısını içerir. Depresyonda olan bireylerde düşük benlik saygısının görülme olasılığı daha yüksektir.

Kendinize karşı en acımasız kişi yine kendinizsiniz!

Öz Şefkat 

“Kendi başınıza oturmak, kendisini iyi hissetmeyen bir arkadaşınızla birlikte oturmak gibidir; arkadaşınızı iyileştiremezsiniz belki, ama ona hak ettiği sevgiyi ve davranışı sunmuş olursunuz.” Christopher Germer

Arkadaşınız kendini kötü hissediyor ve yaşadıklarını gelip size anlatıyor. Ona söylediğiniz destekleyici cümleler ile biraz daha rahatlamış bir şekilde yanınızdan ayrılıyor. Onun yaşadığına benzer bir olayı sonrasında siz de yaşıyorsunuz. Arkadaşınız için kurduğunuz destekleyici cümleleri kendiniz için de kurabiliyor musunuz?

Büyük olasılıkla sorumuzun cevabı “hayır” olacaktır. Kendimize karşı acımasız olmayı içinde yaşadığımız çevreden öğreniyoruz. Sürekli mükemmel olmaya çalışan yan karakterleriz. Kendine iyi davranmak, şefkat göstermek “bencillik” olarak algılanırken, çevremizdekiler için bir şeyler yapmak, “toplum ne der?” mottosuyla yaşamak olumlu bir özellikmiş gibi algılanıyor. Ama bunu değiştirmek de bizim elimizde.

Hayatımızda karmaşa yaratan alışkanlığımız öz yargılayıcı olmamızdır. Bir iş ters gittiğinde zihninizi 10 dk. kadar izleyin. Büyük ihtimalle kendinizi eleştirdiğinizi fark edeceksiniz.

Olumsuz duygular düşmanınız değildir!

Son zamanlarda “olumlu düşünürsen olumlu şeylerle karşılaşırsın” şeklinde ortaya çıkan, ve insanları kötü hissettiği zamanlarda bile olumlu düşünmeye, duygularını bastırmaya zorlayan toksik pozitiflik, kendimizi kötü hissettiğimizde suçlu hissetmeye ve acımasız bir şekilde kendimizi eleştirmeye yol açıyor. 

Bunun yerine üzüldüğümüz, öfkelendiğimiz, korktuğumuz, olumsuz düşündüğümüz noktalarda kendimize şefkat gösterebiliriz. Hissettiklerimize “direnç” göstermek onları güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. 

Gelip geçmesine izin vermek

Her ne yaşıyor olursak olalım, bu bir süre sonra son bulacaktır. İçinde bulunduğumuz süreçte yaşadığımız olay ve sebep olduğu duygular hiç geçmeyecekmiş gibi gelir. 

Kendimizi bir bataklıkta gibi hisseder ve içinden çıkmak için sürekli çırpınır ve çaba gösteririz. Ancak çırpınmayı bıraktığımızda bataklıktan çıkmayı başarabiliriz. Olumsuz duyguları ve düşünceleri yaşamaya izin vermeli ve kendimize bu süreçte şefkat göstermeliyiz. Duygularımızla dost olduğumuzda, kendimize karşı, diğerlerine olduğu gibi bağışlayıcı olduğumuzda içinde bulunduğumuz duruma çözüm üretebilmemiz de kolaylaşacaktır. Çünkü savaşmayı bırakıp kurban durumundan çıkarak “gözlemleyen”, “çözüm arayan” konumuna gelmiş olacağız. 

Kendime öz şefkat göstermeyi bilmiyorum. Bu nasıl olacak? 

Kişinin kendisini sevebilmesi, başkalarını da sevebilmesi anlamına gelir. Yani iki kavram da birbirini besler. 

Öz şefkat karşılıksız bir sevgiyi içerir. Yani bir beklenti olmadan, olumlu olumsuz tüm yanlarıyla bir kabul halidir. Buna verilebilecek en iyi örnek bir evcil hayvana veya bir çocuğa karşı duyulan hislerdir. Bu hislerin peşinden gitmek, kendimizi sevebilmemiz ve şefkat gösterebilmemiz için bir adım olabilir.

Bu süreç, bir hayvan sahiplenmeniz ve onun hayatını kendi hayatınızla birlikte kurtarmanız için bir fırsat olur belki de…

Instagram

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi