Cumhuriyetin en derin öğretisi, “biz” olabilme cesaretidir. Bu çalıştay, o cesaretin sanat alanındaki en zarif yansımasıdır. Bir araya gelmek, üretmek, paylaşmak… Farklı dillerin, farklı inançların, farklı renklerin aynı potada buluştuğu bir alan. Sanat, burada bir ifade biçiminden öte, bir dayanışma biçimiydi. Her ressamın elinde bir fırça değil, bir inanç vardı: İnsanın kendini özgürce ifade edebilme inancı.
Öğrenciler, ustalarının yanında yalnızca resim yapmadı; birlikte üretmenin, birlikte düşünmenin coşkusunu yaşadı. Her fırça darbesi, bir paylaşım anına dönüştü. Kimi birinin elinden boyayı aldı, kimi diğeriyle aynı çizgide yürüdü. Renkler, insanları birleştirdi.
Cumhuriyet Yüzyılı Sanat Çalıştayı, bir kutlama değil, bir hatırlayıştı: Sanat, bir milletin aynasıdır. O aynada, geçmişin gölgesiyle geleceğin ışığı birlikte görünür.
Bu kitap, o aynadan yansıyan yüzleri taşır: ustaları, çırakları, öğrencileri, öğretmenleri. Hepsi bir tablo gibi, bir araya geldiklerinde büyük bir bütünü oluşturur: Cumhuriyet’in sanatsal hafızasını. Bir milletin hikâyesi bazen bir marşla, bazen bir devrimle, bazen de sessiz bir fırça darbesiyle yeniden yazılır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken, biz kelimeleri değil, renkleri konuşturduk. Çünkü bazı idealler vardır ki, anlatılmaz; yaşanır.
Cumhuriyet Yüzyılı Uluslararası Sanat Çalıştayı, bu yaşanmışlığın, bu yeniden doğuşun adıdır. Bir ülkenin sadece tarihini değil, geleceğini de sanat aracılığıyla şekillendirme iradesinin ifadesidir. Altı gün süren o büyük buluşmada, dünyanın farklı köşelerinden gelen sanatçılar, aynı ışığın altında birleşti: Cumhuriyet’in ışığı.
Tuval, yalnızca bir yüzey değildi orada. Bir ülkenin belleği, bir kuşağın hayalleri, bir öğrencinin ilk heyecanı aynı kumaşta buluştu. Her ressam, bir hikâyeyi getirdi: Kimi Hindistan’dan sabrın rengini, kimi Moldova’dan bir sessizliğin tonunu, kimi Türkiye’den göğün mavi kararlılığını. Ve bütün bu renkler, aynı amaca hizmet etti: Cumhuriyet’in insana kazandırdığı onuru anlatmak. 29 Ekim sabahı geldiğinde, o onur renklerle can buldu. Renkler, Cumhuriyet’in ilk günlerinden bugüne uzanan görünmez bir köprüyü yeniden kurdu. Her tuval, geçmişle gelecek arasında sessiz bir antlaşma gibiydi.