Reha Özcan: "Benim Bir Yanım Hâlâ Çocuk ve En Çok da O Yanımı Koruyorum"

İnsanların değerlerinin ne yaptıklarıyla değil, televizyonda, sosyal medyada ne kadar gözüktüğüyle ölçüldüğü bir zamanda yeteneği, ustalığı her zaman şöhretten çok daha ileride bir isim Reha Özcan. Sayamayacağım kadar pek çok başarılı projelere imza atmış, Türkiye tiyatrosunun önemli isimlerinden, her jenerasyondan izleyicinin en sevdiği oyunculardan biri  Reha Özcan'ı sizlerle buluşturduğum için çok mutluyum.

Tiyatroda, sinemada, dizilerde, hangi rolü oynarsanız oynayın hayatımızdaki tanıdık birini andırıyorsunuz. Küçük büyük herkes size saygı duyuyor ve çok seviliyorsunuz, bizlere verdiğiniz yakınlık hissi sizce neye bağlı, bunun sırrı nedir?

Tabiri caizse, hayatın kendisi oyun gibi. İnsanlar ve olaylar hayatın içinden geliyor, ve ben de hayatın içinden gelen şeyleri anlamaya çalışıyorum. Aslında oyunculuk sırasında da bu arayış içindeyim, sürekli olarak araştırıyorum. Tiyatroda seyircinin tepkisini doğrudan alırız, dizi ya da film gibi uzun soluklu projelerde ise tepkileri daha sonra öğreniriz. Sinemada ise bazı oyuncuların başarısını anlamak için yıllar geçmesi gerekebilir. Sanırım rolü yargılamadan oynamak en önemli faktörlerden biridir.

Hocam tiyatroya başladığınız dönemler aslında oyunculuk pek çok aile tarafından hoş karşılanmıyordu. Tiyatro oyunculuğu için; “Oyuncu olursan aç kalırsın.” gibi önyargı vardı. Siz o dönemde bunu nasıl başardınız? 

Bu bence kötü bir genelleme. 12 Eylül faşizminin ardından Türkiye değişti. Ancak bizim doğduğumuz, 1968 kuşağı tarafından getirilen 'çiçek çocuklar' felsefesinin hâkim olduğu bir dönemde, ailem tiyatroyu ve oyunculuğu çok seviyordu. Benim ve abim Serhat'ın oyuncu olmalarından da mutlu oldular. Başarı tanımı ise kişisel bir tercih meselesidir ve herkes için farklıdır. Kendi hayatınızda neyin başarı olduğunu belirlemeniz gerekiyor. Ben bir şey başarmadım, hâlâ da bir şey başarmış değilim.

Peki o günden, bugüne yaptıklarınız sizi tatmin ediyor mu? Yoksa “Keşke şunları da yapsaydım.” diyor musunuz?

Şükretmeyi geç de olsa öğrenmiş bir insanım. Hiçbir şey için keşke demiyorum, ancak her zaman bir şeyler eksik kalıyor gibi hissediyorum. Yine de, hâlâ bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

Size göre “Türkiye’de Tiyatro” nasıl bir noktaya geldi? Genel olarak neler demek istersiniz?

Tiyatroda bir yere gelinmez ki. Tiyatro bizim için bir yaşam biçimidir. Seyirci için de bir ihtiyaçtır. Hafta sonları Beşiktaş maçlarına nasıl ihtiyaç duyuyorsa, gerçek tiyatro izleyicisi ayda en az üç-dört kere tiyatroya gitmek ister. Bunun şehri, kasabası, köyü fark etmez, kalkar gider. Bunun için para kazanır. Türkiye tiyatrosu teknolojiyi çok iyi kullanan bir yapıda değil. Gerçi tiyatroda teknoloji sirkine ne kadar ihtiyaç var onu bilmiyorum, daha çok felsefeyi takip ederiz ve onun hayat içindeki çatışmasına konsantre olup kendi gündelik hayatımızda bir katarsistle bağdaşlık kurabiliriz tiyatroda. Bunun yapılması için dünyada teknoloji çok iyi kullanılıyor ama Hong Kong'lu bir arkadaşımdan malzeme istemiştim. Fakat o bana şöyle bir yanıt vermişti: 'Reha, bunu alsanız da kullanamazsınız, çünkü ürettiğiniz kadar sanat yapabilirsiniz.' Bu kötü bir anı ama maalesef böyle. Türk tiyatrosu da geleneklerinden uzak, dünya içinde yeni bir nokta arayan genç bir tiyatro. Daha çok yol kat etmesi lazım. Yönetmen ve oyuncu performanslarına bağlı olarak ilerliyor. Yazarlarımız çok katmanlı yazamıyor maalesef. Ardıl hikayeleri yok, sadece durum tespiti yapıyorlar ya da bir anıyı kaleme alıyorlar. Nasıl önemli bir teksti sahneye taşımaya tiyatro demiyor, illaki bir yorum istiyorsak yazarlardan da yorum gücü istiyoruz fakat garip bir politik yozlaşma içinde komediler istendiği için yazarlar kendilerini özgür hissetmiyorlar. Sansür vardı şimdi daha korkuncu var, otosansür. Bu yenildiği zaman Türk tiyatrosu daha başka bir yere gidecektir diye düşünüyorum.

Özellikle son yıllarda Türkiye'de oyunculuk mesleği büyük bir ilgi görüyor. Sizce gerçekten oyuncu mu olmak istiyorlar, şöhret mi? Tiyatro emekçisi ve yeni oyuncular yetiştiren önemli bir isim olarak bu konu hakkında neler söylersiniz, gözlemleriniz neler?

Genellenemez tabii, oynamaya aşık oyuncular da var elbette ama meşhur olmak için piyasaya giren daha çok. Zaman zaman kötü taklitlerin taklitleri olan oyunculuklar da izliyorum. Bunun nedeni ise kötü taklitleri öğreten, kendilerini hoca olarak tanımlayan kişiler. Ayrıca, 50 yaşını geçen herkesin ustalık payesi beklemesi de doğru değil. Ustalık, sadece yaşa bağlı bir kavram değildir. Usta olmak için sürekli araştırma yapmak, kendini antrenmanla geliştirmek, öğrendiklerini yaşama dönüştürmek ve bunları tiyatro hayatına katmak gerekir. En az bir iki kişiye de mentorluk yapmış olmak önemlidir. Yaşınız 50'e geldi diye otomatik olarak ustalık payesi alamazsınız. Maalesef, ülkemizde en popüler mesleklerden biri oyunculuk ve bu durum kötü örneklerin artmasına neden oluyor. Oysa ki, gelişmiş ve medeni ülkelerde yazarlık, şairlik, pilotluk, doktorluk gibi hayatı daha çok ilgilendiren meslekler daha çok tercih ediliyor.

Orhan Veli’nin dizeleri usta yazar Murathan Mungan'ın kalemiyle ve sizin etkileyici oyunculuğunuzla  'Bir Garip Orhan Veli' ilgi görmeye  devam ediyor. Orhan Veli, aslında dünden bugüne Türk şiirine olduğu kadar Türk edebiyatına da etki eden, bugün hâlâ hakkında çok konuşulan ve çok okunan isimlerinden. Orhan Veli'yi oynamak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Devlet tiyatrosunda emekli olduktan sonra hep şöyle bir düşüncem vardı: Türkiye'ye ait, bu topraklara ait ve evrensel bir niteliği olan bütün temaları dünya çapındaki seyircilerle buluşturmak. Aslında, Murathan Mungan'ın başka bir oyununu istemiştim, fakat o bana o oyunu vermek yerine Orhan Veli'nin oyununu teklif etti. Ben ise, hocam ve ustam Müşfik Kenter'in oynadığı bu oyunu tekrar oynamaktan korkuyordum. Ancak, Reha Özcan Kumpanyası’nın amaçlarına uygun olduğu için bu oyunu oynadım. Her gün sahneye çıktığımda şunu söylüyorum: 'Daha ne istiyorsun? Seyirci gelmiş, Orhan Veli'nin şiirleri senin ağzına emanet ve bunu seyirciyle paylaşıyorsun ve hoşlarına gidiyor. Daha ne isteyebilir bir insan?' Mehmet Ulusoy'un söylediği şey de aklımdan çıkmıyor:  'İyiliğe kaçalım.' Her oyunda iyiliğe kaçıyoruz bütün ekip.

Orhan Veli: "Sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulmaz bir hastalık mı yoksa?" diye sormuş, cevabınızı merak ediyorum?

Bu bir dedikodu :) Bütün sanatçıların hoşlandığı, ya da daha doğru bir ifadeyle kendine sanatçı diyemeyen, ancak sanatla ilgilenen ve sanatçı olmaya çalışanların dedikodu alanıdır. Resim ya da heykel hakkında konuşmak zorunda kalırsınız ve bu, tüm sanatla ilgilenenlerin yapması gereken bir şeydir. Ayrıca, 2023'te bu kadar yozlaşma ve dejenere bir hayatın içinde 'Ben hâlâ sanatla ilgileniyorum, sen hâlâ sanatla ilgilenmeye devam ediyor musun? Hadi ne olur, sanatla ilgilen.' gibi motivasyonel sözler gerçekten güzeldir. Hele ki üzerine konuşulacak güzel bir oyun bulduğunuzda susmak istemezsiniz. Artık konuşulacak pek az sanat eseri ya da film kaldığı için, üzerinde konuşulacak bir sanat eseri arıyoruz. Sanatla ilgili konuşulacak o kadar az şey kaldı ki... 

Orhan Veli'ye göre şiir, “söz söyleme sanatı” dır. Peki, Reha Özcan' a göre şiir neyi ifade ediyor?

Reha Özcan'a göre şiir, hayatın sustuğu anda başlayan imgeler akışıdır.

Biraz daha eskilere gidelim. Rahmetli Doğan Cüceloğlu: 'Bir insanın anavatanı çocukluğudur.' derdi. Sizin anavatanınızda neler var?

Ben anavatanımdan hiç kopmadım. Benim bir yanım hâlâ çocuk ve en çok da o yanımı koruyorum, korumaya da devam edeceğim.

Çocukluğunuz babanızın mesleğinden dolayı sürekli yer değiştirerek geçmiş. Dünyanın en zor hissi, kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur denir. Siz bu hissi yaşadınız mı? 

Her gittiğimiz yere ağlayarak gittim. Ama oradan başka bir yere giderken de ağlıyordum. Dolayısıyla şunu çok iyi biliyorum ki insan homojen bir yapıya sahiptir ve gittiği yerin kalıbını alır. Hatta konuşma şeklini, yaşam biçimini alır, hatta ahlâkını ve inanışlarını kabul eder. Garip bir kabul edilme içinde yaşıyoruz. Yoksa, bunca işkencelere, bunca hapsoluşlara, dışlanmalara rağmen nefes alabiliyorsak, bunun başka bir açıklaması yoktur. Son ana kadar, galiba nefes alabilmek için bütün oportünizmin nimetlerinden faydalanacağım, faydalanacağınız.

Peki şu an kendinizi bir yere ait hissediyor musunuz?

Evet, dünya adlı bir gezegene ait hissediyorum. Onun her yerine, her coğrafyasına aitim.

Sizi genellikle hep kötü karakter rollerinde gördük ama ‘Mucize Doktor’un altın kalpli başhekimi Adil olarak karşımıza çıkarak bizi şaşırttınız. Merak ediyorum ünlü bir oyuncunun, sürekli belli kahraman figürleriyle hatırlanması veya her zaman filmlerin ‘iyi kahramanı’, 'kötü kahramanı' olarak lanse edilmesi ne kadar doğru, gerçek bir oyuncu her rolü hakkıyla oynayabilen kişi değil midir?

Kötü rollerde oynadığımı düşünmüyorum. Çünkü hiçbir rolü yargılayarak oynamadım. Adil karakteri kadar kötü Sait karakteri vardı Suskunlar dizisinde. Adil karakterinin pozitif ayrımcılığını ve bir çocuğun hayatı ile oynadığını düşünebiliriz. Bakış açınıza bağlı. İyi ve kötü değişkendir. Birinin hayatına iyilik ettiğinizi düşünürken onun hayatını mahvedebilirsiniz. Bu yüzden oyunculukta hiçbir karakteri yargılamıyorum. Yazılan teksti oynamaya çalışıyorum. İyi ya da kötü ise yazarına gidip söyleyin ne olur.

Sizi en çok nasıl bir karakteri oynamak mutlu ediyor?

Beni kendi içinde tutarlılığı olan ve güvenli alanları olan karakterleri oynamak mutlu ediyor. Aslında hiç güvenli alanı olmayan bir karakter, belki de hayatımın beni en mutlu eden karakteri oldu. Hiçbir zaman güvende hissetmenin verdiği haz da vardı, açıkçası. Aslında, ben galiba aynı karakteri koruyarak oynamayı seviyorum ama çabuk bitmesini ve başka birinin yerinden başlamasını da seviyorum. Çok fazla karakteri oynamak istiyorum.

Sizin sanatınızda şansın yeri var mı? Gerçekten şanslı insanlar mı bir yerlere geliyor?

Elbette, şansın çok önemli bir yeri vardır ancak neyin şansımız olduğunu asla bilemeyiz ki. Her zaman 'Keşke babamız öbür taraftan arsa alsaydı.' diyebileceğimiz bir hayatımızın olduğunu düşünüyorum.

Mucize Doktor, sadece bir doktor dizisi değil, aynı zamanda sosyal mesaj da veren bir diziydi. Otizmli bir insanın doktor olmak ve insanlara kendini kabul ettirmek için gösterdiği çabayı izledik. Sizce Mucize Doktor, otizm ile ilgili farkındalığı artırdı mı? 

Evet, sosyal sorumluluk projesi gibi lanse edildi, ama bence öyle değildi. Bu ülkenin %95'i Adil karakteri gibi hayatın dışında hissediyor ve Adil gibi hayatını motive edecek, hayatla barıştıracak, hayatı da onunla barıştıracak birilerini arıyor. Adiller yok. Adiller olmadığı için de bu bir masal hikayesi. Bu dizi otizmle ilgili farkındalığı arttırmadı. İnsanlar Mucize Doktor'u izleyip, Ali'ye ağlarken gerçek hayatta otizmli sınıf arkadaşını istemediğini belirten dilekçeler yazdılar.

Üç Kız Kardeş, İclal Aydın'ın insan üzerindeki duyguları tüm inceliğiyle gözler önüne sermeyi başardığı, bir ailenin Ege kıyılarından İstanbul'a uzanan yolculuğunu anlatan, okurken çok keyif aldığım bir kitaptı. Kitaplardan uyarlama pek çok dizi ve filmler var. Dolayısıyla eleştiriler de çok olabiliyor. Siz, kitabın okuruyla kurduğu bağı dizide de yakaladığınızı düşünüyor musunuz, gelen tepkiler nasıl?

Hâlâ devam eden bir dizi hakkında konuşmak istemem. İclal Aydın'ı çok seviyorum. İyi ki partnerim oldu, iyi ki onu tanıdım. Kitap ile senaryo zaman zaman farklı olabiliyor, çünkü televizyon mühendisliği farklı bir şey, roman yazmak farklı bir şey. Bu anlamda İclal Aydın'ın yerinde olmak istemezdim. Bu hikâyenin başarısı ve yolculuğu ile ilgili konuşmak istemiyorum. Yıllar sonra konuşabiliriz.

PTT müdürü Sadık Bey ile Öğretmen Nesrin Hanım'ın çok sakin, mütevazi bir aile hayatı var. Her zaman mutlu olmanın bir yolunu bulmaya çalışıyorlar. Korktukları durumlardan kaçmak yerine yaşayarak deneyimlemek zorunda kalıyorlar ama asla pes etmeden mücadele etmeye devam ediyorlar. Sizce de öyle mi, hayat bir mücadele mi, korktuğumuz şeyler başımıza gelir mi ve zamanın ilaç olmadığı bir yara var mı dünyada?

Klişe olacak ama evet, zaman her şeyin ilacıdır. Korktuğumuz şeyler başımıza gelir, bunları deneyimlemek zorunda kalırız. Hayat bir mücadeledir. Nefes alıyoruz, hayat, iklim ve bazı insanlar çok güzel. Ancak kirli politikacılar ise çok çirkinler.

Setleri keyifli olduğu kadar yorucu olduğunu da biliyoruz. Kendinizi yıpranmış hissettiğiniz oluyor mu? Yorulduğunuz anlarda içsel motivenizi nasıl arttırıyorsunuz?

Evet çok yoruluyorum. Üç bant bilardo oynayıcısıyım, bana iyi geliyor ve aynı zamanda gezginim. Dizilerden kazandığım parayla bütün dünyada bir nokta belirleyip iki-üç günlük seyahatlere çıkıyorum ve oralara gidince farklı oyunlar seyrediyorum. Kısa zamanda büyük şeyler yapıyorum. Yeni dizi ve filmler bulmayı seviyorum, her gece yeni müzik albümü dinliyorum, kitap okuyorum ve bir konu üzerine mutlaka araştırma yapıyorum. Yeni öğrendiğim şeyleri yaşam pratiğine aktardığım da oluyor. Yani hayatım sadece setten ibaret değil. Tiyatro oynuyorum, yeni oyunlar çalışıyorum, sinema ve reklam filmleri çekiyorum. Çok işim var. Bütün çalışma arkadaşlarımı seviyorum ve setten keyif almaya çalışıyorum. Hiç kimseyi yarı yolda bırakmadım, bırakmam da. Mutluyum ben, yorulduğum anlarda içsel motivasyonumu nasıl sağladığımı bilmiyorum ama milyonlarca yapacağım şey var. Mesela birazdan ütü yapacağım, keyif alıyorum.

Son olarak, dijital platformların hızlı gelişimini sinema, dizi ve tiyatro sektörleri için nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tiyatro için hiçbir katkısının olacağını düşünmüyorum, çünkü tiyatro sadece salonda olan bir şey. Tiyatroyu platforma taşıdığın zamanda bazen keyifli şeyler seyredebiliyorsunuz. İngiltere'de çekilmiş üç-dört oyundan keyif aldım, ancak Amerika'dakileri sevmedim. Türkiye'de çekilmiş olanı da izledim ama yerinde izlemek daha keyif verdi. Ama İngiltere'de özel bir yapıyla çekiyorlar ve onlar çok iyi salonlarda oldukları için, orada seyrettiğim bir oyunu pandemi döneminde platformda izledim ve platformda izlediğim, salonda izlediğimden çok daha güzeldi. Ben bu oyunu orada nasıl sevmemişim, diye düşündüm. Dijital platformların televizyon dünyasına alternatif olması, bizi hayatın içinde daha etkin kılıyor. O anlamda faydası olacağını düşünüyorum.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram

Twitter

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio'       

Popüler İçerikler

Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi