Radyo Dünyasına İlk Adım: Melon Şapka’nın Başlangıç Hikayesi

1990'lı yılların radyo dünyasında iz bırakan, şiir programlarıyla gönüllerde taht kuran Melon Şapka, Türk radyo tarihinin en özel isimlerinden biri. Melon Şapka ile olan dostluğum yıllar öncesine dayanıyor. Bu nedenle, onun hayat hikayesini ve radyo dünyasındaki serüvenini derinlemesine bilmek ve paylaşmak benim için büyük bir mutluluk.

Hem sesiyle hem de kalemiyle dinleyenlerine dokunan bu eşsiz radyocu, 'Melon Şapka' adıyla tanınan ve sevilen bir marka haline geldi. Radyo kariyerine Milliyet Gazetesi'nde grafik müdürlüğü yaptığı yıllarda başlayan Melon Şapka, bir tesadüf sonucu başladığı radyo yolculuğunu, yıllar süren bir tutkuyla devam ettirdi. Şimdi, onunla radyo dünyasından şiire, kişisel yolculuğundan gelecek projelerine uzanan bir sohbet için bir araya geliyoruz.

Melon Şapka ile gerçekleştirdiğim bu özel söyleşide, kendisinin şiir programcılığına nasıl başladığını, 'Melon Şapka' isminin arkasındaki anlamı ve hayatındaki önemli anları konuşma fırsatı bulduk.

- Radyoculuk kariyerinize nasıl başladın, seni şiir programları yapmaya iten motivasyon neydi?

Öncelikle merhaba. Sizin gibi bir değeri yıllar önce tanımak büyük mutluluk. Aynı dili konuşup, hayata birkaç kelâmı intizarsız ve şikayetsiz söyleyebilen kimseleri bulmak harika.

Radyo programcılığı hayatım 1993 yılının 15 Eylül’ünde başladı. Milliyet gazetesinde grafik müdürlüğü yaparken ilk özel radyolar yeni kuruluyordu. Doğan medya bünyesinde bir radyo kurdular. 'radyo kulüp' ismini vererek. (Şimdinin Radyo D'si)

Reklam müdürüm bir gün bana 'harika şiirlerin var bak, aşağıda radyo kuruluyor program yap. Ben de dedim ki 'mümkün değil, ben telesekretere not bırakamayanlardanım.' Güldü ve dönemin genel yayın yönetmeni Ümit Zileli ile görüştü. Derhal aşağı inip bir program tanıtımı çekmemi istediler. Hayatımda ilk kez profesyonel bir stüdyo, kulaklık, mikrofon ve bir kalın camın ardından kulaklığıma seslenen biri…

O şaşkınlıkla mikrofonum açıldı ve birkaç söz ettim. İlk cümlem şu olmuştu; 'yaslanın gecenin yıldızlı koltuğuna, uzatın ayaklarınızı beyazım bulutlara, sakın unutmayın, sakın unutmayın ki...' dedim ve kaldım. Kayıt durdu. İçimden, adımla değil de bir mahlas olsun istedim. İnanın bu âniden gelişti, asla plânlanmış bir düşünüş değildi. Sonra işâret ederek kayıt devam etti; 'gecenin melon şapkası, sizin yanınızda, sizin başınızda.' dedim.

Çok beğendiler, ses tonumu ve yazdığımı... O gün başlamıştı aslında benim radyo programcılığı serüvenim. Pazartesi ve perşembe günleri saat 21:00-01:00 arası yayınlarım başladı.

Böylelikle özel radyolarda İLK ŞİİR PROGRAMI olarak hayata geçmiş oldu.

- "Melon Şapka" ismiyle tanınıyorsun. Bu takma adın senin için anlamı nedir ve bu şapkayı giymeye başlamanın özel bir hikayesi var mı?

Evet, melon şapka. ATATÜRK'ün şapka devriminde taktığı ilk şapka. Bir devrim. Aslında benim için de bir devrimdi bu. Neden? tam yayın hayatına başladığımda annem beyin kanaması geçirdi. Uzun bir süreçti yaşadığımız. 23 yaşımdaydım. Annem 52. ve bir dizi ameliyat sonra doktor; evlat, 52 yaşında bir kızın doğdu.' dedi. Bana ne öğrettiyse ben ona öğrettim. Hem milliyet gazetesindeki grafik müdürlüğüm hem de radyo programcılığı ve elbette annemin bakımı… Sonra düşündüm dedim ki, bir isim verdim kendime. Ve bu böyle devam etmeli; o gün bu gündür herkes bana 'melon' der.

Yakın zamanda, avukatım aracılığıyla, 31 yıldır taşıdığım bu isim ve markayı kimliğimde 'Melon' olarak resmileştirmek için başvuruda bulunacağım.

Evet melon Fransızca kökenli, kavun demek. Melon Şapka, bildiğimiz şapka. Fakat “geceninmelonşapkası” (birleşik) bir marka oldu. Google aramasına yazıldığında ben çıkıyorum ve kitaplarım. Bu bir başarı ve kendi adıma bir devrim değil de nedir?..

- Şiirleriniz dinleyiciler üzerinde büyük bir etki bırakıyor. Dinleyicilerinle olan etkileşimlerinden aklınızda kalan özel bir anı var mı?

Radyo programcılığına başladığımda şiir yazmaya başlamadım. Bu benim fıtratımda olandır. Yani şiir yazma hastalığı… Biz Yugoslav göçmeniyiz. Hayata bakış açımız farklı. Ne derler, suyun öte tarafındanız.

İlk şiir kitabım 1996 yılında raflarda yerini aldı. O zamanlar Sofie’nin Dünya kitabı ile vitrinde en baştaydı. Yani o zamanlar kitap çok okunuyordu. Ve ilgi çok farklıydı. Tabii beni de görmedikleri için, radyoda duyduklarını kitapta okumak dinleyenlerim ve okurlarıma bir ayrıcalık tanımış oldu.

Radyo kulüp sonrası best fm'e geçiş yaptım bir yıl sonra. Ulusal kanallarda yayınlarım sürdü. Süper FM, radyo mega, radyo d ve radyo alaturka.

Şiirlerim konuşan şiirlerdir. Kapalı şiirler değildir. Bir anlatı ve öğreti. Teatral bir biçimde. Okuru yormayan ve hayalinde film sahneleri yaratan biçimdedir.

Yayın hayatımda inanılmaz anekdotlar oldu ki inanamazsınız. Ama en çok aklımda kalan şudur; radyo dinlemek bireyseldir. Yani hele bir şiir programı, tamamıyla kişiye anlatı gibi hissi veriyor. Yayın ona yapılıyor sanki. Nazım Hikmet şiirleri bolca okuturdum.

Bir gün bir imza günümde bir hanımefendi kucağında koca bir hediye paketiyle geldi. Merhabalaştıktan sonraki masamın etrafı epey dolu. Size benden istediğinizi getirdim dedi. Herkes bana baktı. Ki o zamanlar bilirsiniz sosyal medya yok. Fiziken görmüş değil vs. dedim ki ben sizden hatta kimseden bir şey istemem. Sizden tek şey istedim bu zamana kadar, imza günlerime gelmeniz, o kadar... olsun, ama ben yine benden istediğinizi getirdim lütfen açar mısınız dedi. Okurlardan izin isteyerek paketin ucunu açtım ve gördüğüme inanamadım. üç beş beyaz don ve fanila...

Dedim ki bu nedir affedersiniz ama?.. “Geçen yayında benden istediniz ya” dedi. Yâ hû ben bir şey istemem. “Ben şiir okuyorum ve hayata ilişkin sözlerim var işinize yarayacak”, dedim.

Ama bana dediniz ki; “paran varsa eğer fanila don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı.'

Etrafımdaki okurlarımın çoğu anladı tabi. Nazım Hikmet şiirinde geçen bu cümle.

Düşünün, yayını dediğim gibi kişiselleştirip, sadece kendisine yapıyormuşum gibi algılanıyor...

- Kitaplarınızın her biri farklı temalar ve derinliklerle dolu. Özellikle “Âyet-ûl İnsan” adlı son kitabında, insanın manevi yolculuğunu ele alıyorsun, yazım süreci nasıldı ve diğer kitaplarınızla karşılaştırıldığında, “Âyet-ûl İnsan”ın senin için özel bir yeri var mı?

Evet kitaplarımın her biri farklı temalar içeriyor. Çoğu şiir ve roman… En son 9. kitabım Âyet-ûl İnsan da benim için nirvana niteliğinde.

Başlarda âyet kısmına takılanlar ve hakâret boyutuna gelecek yorumlar geldi. Fakat kitabın içeriğini anlatan yazıyı bir türlü okumadıklarından, ki bütünü mühimdir her şeyin, doğrudan âyet kısmına takıldılar. En son “sen âyet misin kardeşim?!” e kadar vardırdılar işi.

âyet aslında belirti demek. Tasavvuf ile içiçe yaşamımla harş oluyorum. Ve tasavvufun bendeki tezâhürü yâni bendeki belirtisi. çoğu da tesfir sandı 99 âyeti...

Aslında bir kalbî dilek kitabı gibi. Elini kalbine götürürsün ve 1 ile 99 arası bir sayı söyler o âyete bakarsın. Ve sana o günü ve kalbini söyler. İnanın, bir kere şaşmadı bu şekilde âyet seçerek.

10 yılda tamamladım 9. kitabımı. Benim için özel yanı, okurlarımın gerçekten okurken kendini iyi hissetmeleri, geri dönüşlerde. Çoğu kişi birbirlerine hediye ediyormuş ve iş yerlerinde sehpaya koyup herkes nasiplensin istiyormuş.

Yazarken bu yolculuk bana çok iyi geldi ve bu niyetle yazdım. Su gibiydi yazarken. Ve şunu hep söylerim; 'bize âit bir şey yok bu âlemde, her şey insandan insanadır.' bu ses bile bana âit değil. Bu sahibinin sesi, derim...

Radyo dünyası 90’lı yıllardan bu yana çok değişti, bu değișimle ilgili düşüncelerin neler? İnternet radyoculuğu hakkında ne düşünüyorsun?

Güzide ülkemin 90'lı yılları harikaydı. Radyo macerası da öyleydi. Özeldi kendi gibi. Kendine has modası, duruşu, müzikleri, saygınlığı vs.

Radyolar o yıllarda çok dinlenirdi. Herkesin sahiplendiği radyoları vardı. Örneğin sevip gönül verdiği radyo programcısı başka bir radyoya geçiş yaptığında küser ve onu dinlemezdi! Hele gece, sırdaş, dost ve uykuya geçişte müthiş bir müzik sessizliğiydi.

Ve elbette iş yerlerinde gündüz kuşağında hiç kapanmayan bir alıcıydı radyo. Müzikler ve programcının anlattıkları. Yarışmalar, hediyeler ve telefon bağlantıları.

O zamanlar 'sponsor' kavramı pek yaygın değildi. Yayınını yapar, reklam gelir ve yayıncılar maaşlarını alırdı. Fakat şimdi, yayın yapacağın saati (tıpkı televizyon mantığında) parayla sen satın alıyorsun ya da sponsor buluyorsun. Anlaşmalar bu şekilde devâm ediyor. Elbette eski mantık düzeneyinde devam eden radyolar var fakat neredeyse birkaç tane.

Ben 2019 yılında emekli oldum basından. En son yayın yaptığım radyo alaturkaydı.

İnternet yayıncılığı konusunda da 2013 yılında bir internet radyosu kuracağımı söyledim dostlarıma, yayıncı arkadaşlarıma. Radyo d'de yayın yapıyorken. Güldüler. Böyle şey mi olur, radyo radyodur. Havadan yayın olmadan radyo olmaz dediler. Fakat öngörüme çok güvendiğim için kurdum. 'radyomelon' ismiyle. radyomelon.net ismini, hostingi aldım. Sonrasında internet sayfamı yaptım tek başıma. (Şimdi yenilemek üzere yapım aşamasında) inanın, birkaç yıl sonra yanıma gelip, nasıl kurduğumu sordular.

2013 yılından bu yana radyomelon.net yayın hayatını sürdürmektedir. Ve zaman zaman 'canlı yayın'lar devâm ediyor. Instagram sayfamla tam zamanlı.

Güncel hayatı internetle yakalamak gerek. Elbette doğru kullanarak. Şimdilerde para kazanılıyor. Sanal şirketler kuruluyor vergisini ödeyerek. İnterneti yok sayamayız asla.

- Yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığın projeler veya yayınlar var mı? Sinema filmi senaryosu üzerinde çalıştığını biliyorum bu proje hakkında bilgi verebilir misin?

Geçmişte doğru hatırladınız, bir sinema filmi senaryom vardı. Bitirdim ve o dönemde bu konuda konuyu bilen üstadlara götürdüm. Maalesef tek başına olmak her alanda zor. Ve maalesef senaryom çalındı. Sonrasında ismini vermek istemediğim bir film olarak izledim sinemada!..

Sonrasında pandemi dönemi bir kısa metraj yazdım, Shakespeare tadında. Birkaç tiyatro oyuncusu arkadaşıma okuttum. Cevap: kendisi Shakespeare’in torunu olabilir mi?..

Güncel hayatta ama güncel diyaloglar olmayan bir film. Yazdım duruyor. Evet birkaç dağınık yarım kalmış kitaplarım var. Toplamalıyım. Kitaplaştırmalıyım. Ve okurlarımla buluşturmalıyım, ömür yeterse.

Ama bir kitabım, 'okuma tiyatrosu' adı altında sahnelendi. 'bir küvetlik şizofrenidram' isminde. Benim için gurur vericiydi. Eski dostum Nilüfer Bıyıklı ve müthiş jön Levent Özdilek oynadı. 

Tiyatro oyunu yazdım birkaç. Fakat benim de defom bu olsun, kendimi satamıyorum. Ben sadece yazıyorum. Umarım gün gelir onları da sahnelerde ve devâm kitaplarımı raflarda görür dostlarım...

- Ege’de sakin bir yaşam sürüyorsun. İnzivaya mı çekildin?

2021 ağustosu, güzel annemi kaybettim. Ve yine âni bir gelişmeyle buraya, Didim Akbük'te 'bir gece kasabasında' maceram başladı.

3 yıldır burada yaşıyorum. Burada da çoğaldım ve insanlarım oldu. Yazın buraları pek coşkulu fakat kışın tam bir derin sessizlik. Hep şunu derim burası için; burada yaşam, bir salyangozun üzerinde, ağııııır ağır devam ediyor.

Son olarak da bu harika röportajı bana lâyık gördüğünüz için çok teşekkür ederim. Pek çok duygum elinden tutup dolaştırdı...

Huzur sizinle olsun,

Vesselâm.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Erdoğan’ı Düşman Ülkelerin Cinlerinden Koruduğunu Söyleyen Üfürükçü Bir Ailenin Üç Kızını İstismar Etti
Başörtülüler Dövme Yaptıramaz mı? Amin Reis Gizem Yıldız'ın Dövme Hamlesi Sosyal Medyada Tartışma Yarattı!
Ahu Tuğba'nın Cenazesindeki Tavırlarıyla Olay Olan Meriç Erkan'ın Atatürk'le İlgili Sözleri Sinirleri Hoplattı