Garip seslerin eşliğinde geceyi arabasında geçirmek zorunda kalan Mina, ertesi sabah elinde kuş kafesiyle ormanın derinliklerine doğru yürümeye başlar. Her şeyin yolunda olduğu ve endişelenecek bir şey olmadığı hissiyle ormanda ilerleyen Mina, bir ışık görüp koşması söylendiğinde hayatının sonsuza dek değişeceğinin farkında değildir. Kendini cam duvarlı, elektrik ışığıyla aydınlatılan bir odada yabancılarla kapana kısılmış halde bulan Mina, dışarıdan yükselen ürkütücü çığlıklar ve cama pençeleriyle vuran gözcü denilen yaratıklarla yüzleşmek zorundadır. Bu yaratıklar neden onları hapsediyor ve bu ormandan kaçmak mümkün mü?
Psikolojik korku türüne unutulmaz bir giriş yapan Shine, ürkütücü vahşi doğanın arka planında bilinmeyene duyulan korkuyu keşfederek insan ruhunun derinliklerine inmeyi başarıyor. Kitapta, her biri kendi şeytanıyla boğuşan karakterlerle tanışıyoruz. Özellikle Mina'nın içsel kargaşası, karakterine derinlik katıyor ve okuyucuyu onun yaşadığı dehşeti hissetmeye zorluyor. Karakterler arasındaki ilişkiler, gerilim ve dile getirilmeyen duygularla örülü, bu da hikâyenin gerilimini artırıyor.
Shine, sessiz dehşet anlarıyla şok edici korku patlamalarını ustalıkla dengeleyerek okuyucuyu romanın içine çeken bir atmosfer yaratıyor. Gerilim unsurlarını büyük bir ustalıkla kullanan yazar, okuru bir sonraki dönüm noktasını beklerken diken üstünde tutmayı başarıyor.
Romanın atmosferik ortamı, karmaşık karakterleri, tematik derinliği; izlenme düşüncesi, paranoya ve bilinmeyene duyulan korku gibi unsurlarla birleşerek psikolojik korku sevenler için akıllardan çıkmayacak, tüyler ürpertici ve düşündürücü bir deneyim sunarken Shyamalan'ın görselleri kitapta uyandırılan korkudan yoksun ve bu da bu türden kitapların filme ne kadar iyi aktarılabildiğini sorgulatıyor.