- Güçlendirme çalıştırmaları yapıldı örneğin. Ne kadar yeterli oldu?
Resmi binalar, okullar, hastaneler güçlendirildi. Tamamı bitti mi? Hayır. İstanbul’da 1 milyon 600 bin bina var. Yüzde 60’ına çürük derseniz, yaklaşık 900-950 bin bina deprem güvenli değil, demiş olursunuz. Bu binaları bugünkü kentsel dönüşüm mantığıyla (lüks binalar yaparak) zaten güçlendirmeniz mümkün değil. Ne zaman ne de para yeter…
- Afet yasasıyla gelen kentsel dönüşümle lüks binalar yapılıyor...
Siyasi bir rant amacıyla depremi de bahane olarak kullanarak kentsel dönüşüm yapılıyor. Bu kentsel dönüşüm gerçek anlamda deprem odaklı yapılmıyor. Kenti daha dayanıklı hale getirecekseniz, önce hem zemin hem de bina analizi yaparsınız. İstanbul’da daha nerelerinin sağlam nerelerinin çürük olduğuna dair bile ayrıntılı plan yapmış ve zeminin depremsellik parametrelerini tespit etmiş değiliz. Henüz bir bina envanterimiz yok. Bu, binanın yaşından tutun yapısına, cinsine, mimarisine kadar bir sürü özelliğini bilmek ve bunları bilimsel yöntemlerle inceleyip hangi binanın 7 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğunu tespit etmek demektir. Günün birinde, o deprem geldiğinde bir bakarsınız ki birçok yere bina yapmışsınız ama asıl darbeyi bir başka yerden yemişsiniz, on binlerce insan sizin hiç kentsel dönüşüm bayrağını sokmadığınız yerden çıkar, o zaman da bu topluma hesap veremezsiniz.
- Şehrin merkezinde toplanma alanları kaldı mı?
Biz boş arsaları, yeşil alanları yıkıp AVM’ler, binalar yapıyoruz… Belediyelerimiz sağ olsun, o amaçla çalışıyor… Hani toplanma sahaları? Peki hani acil yollar? Deprem olduğunda senin bulunduğun bölgenin acil kurtarma ekipleri hangileridir, sayıları nedir, nereden geleceklerdir? Diyelim sağ kurtuldun, nereye, kime başvuracaksın, hangi ekmek fırınından ekmek alacaksın? Böyle bir örgütlenme, bilgilendirme yok.
- Nepal’de de en çok gündeme gelen afet sonrasına dair örgütlenme eksiğiydi. Olası bir büyük depremde Türkiye’de durum ne olur sizce?
Türkiye de herhalde çok farklı olmaz. Türk milleti büyüktür demek, lafla olmaz. Büyüklük bilimin ışığında deprem zararlarını azaltacak plan ve programları yapmak, o plan ve programları uygulayacak irade ve mekanizmayı kurmakla olur. Başka türlüsü boş laf, İstanbul’da yer bırakmadınız ki… Depremden sonra evsiz kaldın diyelim; suyu kim getirecek, ekmeğini nereden alacaksın, kime başvuracaksın, bunu bilmek durumundasın.
- Olası bir depremde burada yapılması planlanan nükleer santrallar da akla geliyor.
Tabii santrallar yapılırken depremselliğin en az olduğu yerler seçiliyor. Mesela Sinop ve Akkuyu mevkiisi gerçekten de depremlerin göreceli olarak az olduğu yer. Ama hiç olmadığı anlamı taşımıyor bu. Akkuyu’nun güneyinde Akdeniz’de büyük depremler olabilir. Almanların dahi, sırf bu çevresel nedenler ve risk nedeniyle, terk ettiği bu sisteme, Türkiye’nin girişinden tabii ki rahatsızlık duyuyorum. Bu nükleer santral yapımına karşı olduğum için veya depremden zarar görür endişesiyle değil, santralı yönetim ve sürdürme konusunda Almanlar riski göze alamıyorsa bizim vurdumduymazlığımız ve ilgisizliğimizle başımıza dertler açabileceğimizi düşünüyorum. Japonya da nükleer santralın depremden hiç etkilenmeyeceğini düşünüyordu.
- Peki devlet üniversitelerinde sağlıklı deprem çalışmaları yürütülüyor mu şu an?
Hayır efendim. Millet zannediyor ki Türkiye’de deprem araştırmaları yapılıyor, hayır yok öyle bir şey. Zaten yapılması mümkün değil. Siz deprem araştırmalarında birinci derece sorumlu AFAD derseniz, nasıl mümkün olsun? AFAD, Kızılay gibi bir şey. Nitekim kalktılar bir şey yapmaya, parayı gösterip şu üniversitelere deprem araştırması için kaynak veriyoruz dediler, o para da bu işin uzmanı olan olmayan insanlara bölüştürüldü. AFAD yapılan işin kalitesini de ölçemez zaten, öyle bir yapılanması yok.
- Siz nasıl yapmıştınız araştırmalarınızı?
Bize de tek kuruş vermediler, bir tek Avrupa kaynaklarından yaptık araştırmaları. Bu yaşananlardan dolayı ben akademiyi bıraktım. Allah işlerinizi rast getirsin dedim, o oldu…
Tamamı için buraya tıklayınız.