Prof. Dr. Uğur Batı: "Geleceği Tahmin Edemeyiz, Onu Yaratmalıyız!"

Sanat alanında balmumu heykelleriyle dikkat çeken, küratörlük yapan, uzun metrajlı filmler için hikâyeler yazan ve Türkiye'nin önde gelen konuşmacılarından biri olan Uğur Batı, yaratıcı endüstrilerin liderlerinden biridir. Birçok özel projeye katkı sağlayan Batı, Türkiye'deki ikonik marka projelerinin çoğunda imzası bulunan bir vizyonerdir.

Prof. Dr. Uğur Batı, sanatı ve yaratıcılığı kalıplara sığdıramayacak kadar çok yönlü bir isim. Sanat dünyasının önde gelen isimleriyle, Devrim Erbil, Akın Ekici, Mustafa Günen, Ahmet Yeşil, Gülten İmamoğlu, Pınar Tınç gibi sanatçılarla koleksiyonlar hazırlayıp, eserlerinin küratörlüklerini üstleniyor. Aynı zamanda sanat kitapları yazıyor ve bu alanda derin bir bilgi birikimi sunuyor. Son dönemde ise beyin, yapay zekâ, algoritma ve makine öğrenmesi gibi yenilikçi temalarla sanatını daha da ileriye taşıyor; bu projeler de büyük bir merakla bekleniyor.

Uğur Batı, aynı zamanda uzun metrajlı filmlerin ana hikâyelerini yazan, senaryo danışmanlıkları yapan ve sektörde ilham verici çalışmalara imza atan bir isim. En son, Uğur Yağcıoğlu'nun 'An' filmine danışmanlık yaparak önemli bir katkı sağladı ve şu anda yine Yağcıoğlu'nun 'Kuantum Belirsizliği' adlı döküfilminde hem anlatıcılık hem de senaryo danışmanlığı görevini üstleniyor.

25 kitabın yazarı olan Batı, Harvard Business Review, Bloomberg Businessweek ve BrandMap dergilerinin köşe yazarı olarak da önemli bir ses getiriyor. The Independent, Kafasına Göre, Artfull Living ve Oggusto gibi platformlarda da edebiyat, kültür ve sanat üzerine yazılar kaleme alıyor. Grafik Tasarım ve Milliyet.com.tr köşe yazarlığı gibi farklı mecralarda da etkinlik gösteren Batı, yaratıcılık ve bilgi alanındaki engin deneyimini her alanda yansıtarak önemli bir lider olarak dikkat çekiyor.

Prof.Dr. Uğur Batı kimdir?

Gennaration adlı gazetede uzun süreli köşe yazarlığında bulunmuş. Global Savunma Dergisi yazarlığı ve yayın kurulu üyeliği de gerçekleştirmiş. Uğur Batı ayrıca daha önce kültür, sanat, edebiyat dergisi Trip’te köşe yazarlığı, yine Mikrop  Dergisi’nde köşe yazarlığı yapmış.

Boğaziçi Üniversitesinde lisans eğitimini bitiren, Marmara Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesinde yaptığı 3 yüksek lisansın ardından Marmara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı ve LSU’da bulundu. Harvard Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Programından diplomasını alarak “Ancient Masterpieces of World Literature” programını tamamlamış. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesinde tamamladı. Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri ana bilim dalında yüksek lisansını yaptı. İletişim Bilimleri anabilim dalındaki yüksek lisansının tez konusu “Yazılı Basın Reklamlarında Dilin Stratejik Kullanımı” olmuş. Ardından Yeditepe Üniversitesinde Genel İşletme ve Pazarlama Yönetimi alanlarında Sanat Yönetimi çalışarak yüksek lisansını yaptı. 2006 yılında doktorasını tamamladı. İletişim bilimleri ana bilim dalında yaptığı doktora tezinin adı; “Tüketim Kültürünün Gelişim Süreci İçinde Harley-Davidson Örneği: “Harley-Davidson Yazılı Basın Reklâmlarının Yüz Yıllık Süreçte Göstergebilimsel Analizi ve Harley Sahipleri Grubu (H.O.G.)” idi. Prof.Dr. Uğur Batı, marka topluluklarında grup davranışı, sadakat, grup hiyerarşisi, birliktelik dinamikleri gibi konuları davranış bilimi, göstergebilim ve etnografi üzerinden çalıştı. Batı, İstanbul Üniversitesi’nin açtığı 1,5 yıllık pedagoji programını da tamamlamış. Araştırmalar için başta ABD’de olmak üzere farklı üniversitelerde bulunmuş.

Akademisyen değişim programlarıyla dünyanın farklı üniversitelerinden misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş. Kongre, seminer programlarına katıldı. Profesyonel kariyerinde pek çok ulusal ve uluslararası marka için reklamlar yazan ve stratejiler geliştiren ödüllü bir reklamcı olan Batı, Reklam Yaratıcıları Derneği Başkan Yardımcılığını uzun yıllar yürütmüş. Telsim, Rumeli Telekom gibi firmalarda marka uzmanlığı, Gode İstanbul’da yaratıcı yönetmenlik, son olarak da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasından Borsa İstanbul’a geçiş sürecini marka tarafında yöneterek, 4 yıl boyunca kurumda marka ve kurumsal iletişim müdürlüğü görevlerinde bulunmuş. Kariyerinde ise Okan Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi, Marka Okulu Programı, Kültür Üniversitesi ve Üsküdar Üniversitesinde dersler verip, marka danışmanlıkları yapmaktadır.

Bu kadar ilham verici bir isimle, geleceğe dair derin bir söyleşi gerçekleştirdik. Şimdi, o keyifli sohbeti sizlerle paylaşma zamanı!

Geleceği tahmin edebilmek için bir gelecek felsefesi oluşturmalıyız!

-Öncelikle, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Gözlemlediğimiz kadarıyla oldukça yoğun bir temponuz var ve birçok farklı alanda aktif olarak çalışmalar yürütüyorsunuz. Böylesine yoğun bir gündemde enerjinizi nasıl koruyorsunuz? Kendinize ve özel ilgi alanlarınıza zaman ayırma fırsatı bulabiliyor musunuz?

Ben aslında bir akademisyenim. İşim öğrenmek. Enerjimi üretmekten alıyorum. Zaman ayırıyorum tabii ki ama bende iş ve özel hayat dengesi üretim üzerine dengelenmiş durumda. Dergilerde yazılar yazıyorum. Harvard Business Review, Bloomberg Businesweek, Brand Map, Onedio gibi yayınlarda makale, eleştiri ve denemeler yazıyorum. Ayrıca The Independent ve GQ yazarıyım. Daha önce Reklamın Dili, Dijital Oyunlar: Kendi Dünyanda Yaşa, Bizimkinde Oyna, Enneagram ile Kişilik Analizi, Kendine İyi Bak, Markethink ya da Farkethink: Deneyimsel Pazarlama ve Duyusal Pazarlama, Ben Bilmem Beynim Bilir, Sinaps, Tüketici Davranışları: Tüketim Kültürü, Psikolojisi ve Sosyolojisi Üzerine Şeytanın Notları, Senin Ruhun Bütün Dünyadır, Kusursuz Kararlar Vemek ve İkna Sanatı adlarında bilim/deneme kitapları yanında 4 tane kurgu kitabım var. Toplam 20 tane.  Profesyonel kariyerinde pek çok ulusal ve uluslararası marka için reklamlar yazan ve stratejiler geliştiren ödüllü bir reklamcıyım, aynı zamanda Batı, Reklam Yaratıcıları Derneği Başkan Yardımcılığını da yürüttüm. Kariyerimde marka uzmanlığı, yaratıcı yönetmenlik, danışmanlıklar ve kurumsal iletişim yöneticilikleri yaptım. Üniversite yıllarımdan itibaren de fanzinlerde yazdım, edebiyat eleştirileri kaleme aldım. Yani kurgu edebiyatın hep içindeydim. Benim yaptığım farklı işlerin altında hep üretim süreçleri var. Yaratıcılık var. Enerjimi de buradan alıyorum.

-Dijital sanat projenizden haberdar olduk ve gerçekten etkileyici bir çalışma yürüttüğünüzü düşünüyoruz. Yapay zekâ, beyin görüntüleme cihazları ve duyusal deneyimlerin bir araya geldiği bu projeyi biraz daha detaylandırabilir misiniz? Yapay zekâ ile sanatın bu kadar güçlü bir ikili oluşturmasını nasıl yorumluyorsunuz? Ayrıca, bu yenilikçi yaklaşımların hem sanatsal hem de toplumsal boyutlarına dair görüşlerinizi paylaşır mısınız?

Yapay zekâ ve sanat harika ikili olacak. İçine beyin görüntüleme cihazları da ekledik. GSR verisiyle deri iletkenliği ölçüyoruz, içine regülatörlerle duyular koyuyoruz. Beyin okuma ve sanat yan yana. Ürünler yakında. Sonuçta teknoloji ilişkileri ve etkileşimleri özeldir. Günümüzde hızla gelişen yapay zekâ teknolojilerinin sanat alanındaki yansımalarını ele alırken, teknoloji ve sanatın evrimi açısından bu bağlantıların anlaşılması mühimdir. Çalışmanın amacı, yapay zekâ ve sanatın tanımlarını ve bu iki alanın karşılıklı etkileşimlerini tartışarak, yapay zekânın sanat eserleri üzerindeki etkilerini derinlemesine değerlendirmektedir. Aynı zamanda, bu etkileşimlerin toplumsal ve etik yönlerini de ele alarak, gelecekte bu alanda olası gelişmeleri tartışmayı hedefler.

-Teknolojiye ek olarak, ruhsal ve felsefi alanlarda da derin çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. 'Senin Ruhun Bütün Dünyadır' kitabınızda, Siddharta Gautama'nın kadim bilgeliğini modern bilimin ve felsefenin ışığında ele alıyorsunuz. Bu kitabın yazım süreci nasıl şekillendi? Felsefe, bilim ve ruhaniyetin kesişiminden doğan bu eşsiz yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen ne oldu?

Kitabı yazarken şu soruyu sorduk: Budizmin kurucusu, ruhani öğretmen Siddharta Gautama'nın binlerce yıl öncesinden günümüzün düşünce dünyasına ışık tutmaya devam eden köklü bilgeliğiyle, yirmi birinci asrın bilim insanı ve filozofu bir araya geldiğinde neler olur dersiniz? 

Siddharta'nın bilgeliğiyle buluşturuyor. Bilimle bilgeliğin, bilgiyle iradenin, eylemle inancın, zihinle ruhun buluştuğu eşsiz bir yolculuk bu. 'Senin Ruhun Bütün Dünyadır' felsefeyle bilimi, binlerce yıllık öğretisiyle günümüzde de ışıldamaya devam eden Siddharta'nın bilgeliğiyle karşı karşıya getirerek buluşturuyor. Bilim ve anlam arasındaki akıl almaz bağı, bir bilgeyle profesör arasındaki konuşmalar üzerinden aktaran kitap, günümüz insanının düşünce dünyasında yepyeni bir pencere aralayacak.

Arınmak ve yaşamak, huzura kavuşmak, kendini tanımak, insanın sınırını bilmesi, insan nasıl yükselir, mutluluğa kavuşmak, tatmin olmak, sade yaşamak, dönüşmek ve gelişmeye ilişkin bilimsel bir anlatı. Kitap pek çok disiplinden faydalanarak insana ilişkin olağanüstü konulara giriyor, sıra dışı cevaplar veriyor. Enropi, dönüşüm, küçük şeyler büyük değişiklikler yaratıyor, anın cazibesi, bilinçli farkındalık, iyilik ve kötülük gibi oldular yazarların çarpıcı bir üslupla tartıştığı konular arasında yer alıyor. Siddartha'nın sözlerinden yola çıkarak beyin, özgür irade, iyilik, kötülük, mutluluk, başarı, yaratıcılık gibi konularda farklı bakış açıları geliştirmek adına farklı sorular soran kitap kısa ve hoş cevaplarla okurların karşısına çıkıyor. Mantık dışı olmak, bilgi, hayatın anlamı, insan türünün narsistik umutsuzluğu, aldatıcılık, puslu mantık, sosyal medya etkisi, tutku, aşk, bağlılık gibi konular kitapta ayrı başlıklarda ele alındı tarafımızdan.

Teknolojinin hızla değiştiği bir çağda, sizin teknolojiyle olan bağınızı ve bu alandaki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyoruz. Güncel trendleri takip ediyor musunuz, yoksa daha temkinli bir yaklaşımı mı tercih ediyorsunuz?

Oldukça dengeli. Bilim, sağlık, sosyal yaşam, iletişim, yayıncılık, ticaret ve üretim gibi aklımıza gelebilecek hemen her alanda yarattığı dönüştürücü sonuçlardan faydalanıyorum. Doğrusu benim büyük bir hızla hem iş yapış şekillerimi hem de yaşamı kavrayış biçimimi derinden etkiledi. Trendleri de izliyorum. Bir taraftan çekinmiyor değilim. Bu hızlı değişim ve gelişim süreci elbette büyük soru işaretlerini de beraberinde getirdi benim için. Ama dengeli deyişim bu nedenle. Olması gerektiği kadar kullanıyorum. Bir tarafta teknolojiyi; neden olabileceği olumsuz sonuçları hiç hesaba katıyorum, diğer tarafta insanlıkla teknolojinin çatışabileceği noktaların da olabileceğinin farkındalığıyla temkinli ve ölçülü hareket etmenin önemini de her daim vurguluyorum. Bunun dışında sürekli kullandığım yazılım, donanım ve uygulamalar mevcut. Yeni teknolojileri de ardı ardına öğreniyorum doğrusu.

-Teknolojinin son yıllardaki hızlı ilerlemesi hakkında görüşleriniz nelerdir? Bu değişimlerin insanlık üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce teknoloji, hayatlarımızı kolaylaştırmanın ötesinde, beraberinde hangi fırsatları ve tehditleri getiriyor?

Ben teknolojik bir determinist değilim. Lakin duruma bir bakın. Bugün teknolojiler son yıllarda önemli ölçüde gelişti. Basit algoritmalar ya da teknolojiler kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, ne istediğimizi ve neden istediğimizi bizden daha iyi anlayabilecek seviyelere geldi. Evet, belki, insanlığın önünde fırsatlarla dolu bir dünya açılıyor. Bugün cep telefonlarımızda bile birçok işimizi gören akıllı sanal asistanlar bulunuyor. Yapay zekâ sistemleri bize zaman tasarrufu sağlıyor ve birçok konuda rahatlık sunuyor. Peki, bu kadar mı? Her şey harika mı? Hayatlarımız mı kolaylaşıyor? Hayır, bence bakmamız lazım, düşünmemiz lazım.

Lakin teknoloji konusunda hem bireysel hem de toplumsal oluşumlara ve özellikle yeni bir ortam hayatımıza girdiğinde meydana gelen sosyal ve kültürel müzakerelere ihtiyacımız var. Salgın sonrasındaki teknolojiye bakın. İlk başta, teknoloji bize kendisini yabancı hissettiriyor. Bazı yönlerden, bu kadar çok insanı çok az veya hiç gecikme olmadan farklı konumlardan bir araya getirme kapasitesi bize fütüristik geliyor. Ardından uyumlanıyoruz. İnsanın güçlü bir adaptasyon yeteneği var. Teknolojiye ve insana, uyuma bu anlamda güveniyorum. Ancak özellikle örnek diye vereceğim; siber teknoloji ve biyoteknoloji, sadece birkaç insanla uygulanabilir. Hidrojen bombası yapmak gibi devasa tesisler gerektirmiyor. Bu büyük bir sorun. Çünkü kullanım koşullarını dünya genelinde belirlemek ve düzen altına almak çok zor.  Bu tür riskleri minimize etmek zorunda kalmak beraberinde mahremiyet ve özgürlükle güvenlik arasında bir kazanca kayba, bir soruna bir gerilime yol açıyor.  Yani şunu söyleyeyim: Yeni teknolojilerin baş edebileceğimizden emin olmadığımız bir hızla ilerlediğini söyleyebiliriz. Küresel ısınma ve nüfus artışı karşısında gıda üretiminin yetersiz kalacak olması dışında bugün, yeni teknolojilerin tüm gösterişi ve cazibesi yanında önemli tehditler barındırıyor. Dikkat etmemiz, insanın içindeki iyiyi ortaya çıkarmamız gerekiyor.

-Türkiye'nin teknoloji konusundaki ilerlemesini nasıl görüyorsunuz? Dünyayla rekabet edebilmek için hangi alanlarda daha fazla çaba göstermeliyiz?

ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının teknolojiye yansımaları dünyada yakından izleniyor. İki ülkenin karşılıklı yaptırım kararları yıl boyunca gündemdeki yerini korumuştu, hatırlarsınız. Teknoloji artık bir yumuşak güç unsuru. Sadece maddi bir kazanç değil aynı zamanda medeniyet demek. Biz ise daha iyi olmalıyız. Buna potansiyelimiz var. Ülkemiz iletişimden ulaşıma, altyapıdan havacılığa, siber güvenlikten günlük hayata kadar teknolojideki yeniliklerle ve yeni projelere yönelik üretimler yapıyor. Atılan bazı adımlar meyvelerini 2020'lerde vermeye başladı. Lakin yine de Türkiye'nin en büyük sorununun cari açık veya dış ticaret açığı değil, teknoloji açığı olduğunu vurgulamalıyız. Kıyas konusuna gelince dünyadaki tüm ülkelerin hep gelişmesi lazım. Teknoloji hız demek zaten. Türkiye’nin teknoloji üreten bir ülke olmasına ilişkin, önce TÜBİTAK olmak üzere, üniversiteler, siyaset, bürokrasi, karar vericiler ve diğer paydaşları senkronize edecek bir yapılanmaya ihtiyaç var. Ne zaman Türkiye teknoloji üreten bir ülke olur, Türkiye'nin dış ticaret ve cari açığı eş zamanlı olarak kapanır ve aynı zamanda güvenlik problemleri azalır, bu kadar net aslında.

-Son yıllarda uzay keşifleri ve Mars’a yönelik çalışmalar oldukça hız kazandı. Sizce Mars’ta yaşam mümkün mü? İnsanlığın bu büyük hedefe ulaşması ne kadar gerçekçi?

Şimdi şöyle: Biliyoruz ki, dört milyar kadar yıl önce Mars yüzeyinin, nehirler, göller ve hatta derin bir okyanus barındıran, göründüğü kadarıyla gayet yaşanabilir bir yer olduğu hesaplanıyor. Sonra bir şeyler olmuş. Peki, ne olmuş? Şöyle ki, önemli  astrobiyologlar, antik Mars’ı yaşam için gezegenimizden daha uygun bir yer olarak görüyorlar. Lakin Mars yüzeyinde gerçekleşen güçlü bir patlama sonrası uzaya saçılan parçalarla taşındığından şüpheleniyorlar. Biliyorsunuz ki Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, uzun yıllardır Mars'ın keşfi için çalışıyor. 6 yıl aradan sonra 'InSight' adlı yeni bir uzay aracı hafta başında Mars'a iniş yaptı. Bugün karbon, hidrojen, nitrojen ve başkaca elementleri içeren bu moleküllerin, yaşamın belirtisi olabileceği düşünülüyor. Bugün bilim ve insanlık artık Mars’a nasıl gidileceğini biliyor. Mars’a nasıl inileceğini de biliyor. Asıl soru şu: Mars’tan geri dönüş nasıl olacak? Daha da sıl soru orada bir gün yaşayabilecek miyiz? Hele ki biz görecek miyiz? Bunlar çok karmaşık. Bekleyip göreceğiz. Açıkça bilmiyoruz.

-Onedio Yazio platformu, sadece makalelerden oluşan özel bir köşe olarak dikkat çekiyor. Teknoloji, bilim ve diğer konularda pek çok ilgi çekici yazıya ev sahipliği yapıyor. Bu platformun fikri nasıl ortaya çıktı? Yazio’nun hedef kitlesine ve amacına dair neler söyleyebilirsiniz?

Onedio kullanıcı bazlı bir site. Üyeler sadece kendi girdikleri haberleri değil; herhangi bir haberin içeriğini ve etiketlerini düzenleyebiliyor. Haberleri, profilleri ve konuları takip edebiliyor. Onedio köşe yazarları projesi olarak değerlendirebileceğimiz “Yazio” köşesi özel bir içerik projesi. Popüler bir dille yazılan bilime çok ihtiyaç var. Sansürsüz düşüncelere ihtiyaç var. Aslında düşünceye ihtiyaç var. Onedio, 7’den 77’ye diye ifade edebileceğimiz bir hedef kitleye sahip. Bunu daha netleştirmek istedik. Hedef kitle her geçen gün daha geniş yelpazeye ulaşıyor. Yüzde 54’ü kadın, yüzde 69’u ise genç. Erişimimizde 18-34 yaş grubunun payı yüzde 63. Bu kitlelerin köşe yazarları ile buluşması işte kendini gerçekleştiren kehanet. İçeriği zengin, derinlikli, güncel, sansürsüz yazılar bulmak artık öyle kolay değil. Bu projede bunu sağlamaya çalıştık. Onedio Yazio gönüllü bir proje. İçinde serbest içerik oluşturuluyor. Herkes, hepimiz gönüllü yazıyoruz. Bu bir ortak yaratım. Bunu da seviyoruz.

-Onedio okurlarına yönelik son olarak neler söylemek istersiniz? Özellikle okuma alışkanlıkları, üretkenlik ya da teknoloji kullanımına dair bir mesajınız var mı?

Onlara okumakla ilgili bir şeyler söylemek isterim. Ya da imal etmekle, üretmekle ilgili bir şeyler. Beyinleriyle ilgili şeyler. Bunlarda anlaşırsak, teknolojiyi doğru kullanmak, onu doğru araçsallıkla sahiplenmek çok daha kolay olacaktır.

Özellikle okuma seçimleri konusunda birkaç mesaj vermek istiyorum. Hep denildiği gibi bu konuda da insanların seçimleri onların kaderidir. O nedenle hep şöyle derim; İyi kitap Bağdat’ta bile olsa gidip onu bulmak gerekir. Ben de bu konudaki önerilerimi madde madde sıralayacağım. Biraz doğrudan olacak olsun, böyle mesajlar iyidir.

1. Ayda 5 kitap okuyorlarsa, senede 60; 10 yılda 600; ömürleri boyunca -diyelim 50 yıl- 3000 kitap okuyabiliyorlar, seçimlerini dikkatli yapmalılar. 

2. Ruhlarındaki arabeski, dışlarındaki narsisti, akıllarındaki değersizi, nefislerindeki ganimetçiyi dürten kitaplardan uzak durmalılar. 

3. Ne kadar çok iyi kitapla tanışırlarsa birlikte olmaktan zevk aldıkları kişilerin sayısı o kadar azalacaktır. O nedenle okudukları kitaplarla arkadaşlarının sayısı azalıyorsa o istikametten devam etmeliler.

 4. Okuduklarında; “Aha bunu hafta sonu ben de yazarım.” diyorlarsa o kitapları okumalılar. Mektup yazıp onu okusunlar, hiç olmazsa nostalji olur!

 5.Kitabın kapağını kapattıklarında içlerindeki dünyayı özlediklerini fark ettikleri oluyorsa o yazarın kitaplarından devam etmeliler. 

6. Kötü kitap, kötü yaşamak gibidir. Daha iyisini hak ettiklerini düşünüyorlarsa, bırakmalılar o kitabı. 

7. Okudukları kitabın yazarı yaşıyorsa onu da takip etmeliler. “Ben, bu tiple aslında kahve bile içmem.” diyorlarsa o kitabı okumalılar. Sevdikleri bir arkadaşıyla kahve içsinler. 

8. İyi kitap okumak, geçmiş yüzyılların iyi insanları ile konuşmaktır unutmalılar. Yüz yıllık güzellik peşinde koşmalılar, hem macera olur. 

9. Kafataslarında taşıdığınız donanım beyin, eşsizdir. Ona hak ettiğini verdiğini düşündükleri kitapları okumalılar. 

10. Bir görüşü çok bağırarak savunmak gerekiyorsa orada görüş yok, demektir. Kitapta da aynıdır! 

11.İnsanlar, hep söylenildiği gibi sürü halinde düşünür, sürü halinde çıldırırlar ancak akıllanmaları tek tek ve yavaş yavaş olur. Sürüyle birlikte kitap seçmeliler. 

12. Bu kriterlere rağmen iyi kitap seçemediklerini düşünüyorlarsa bıraksınlar, son okudukları kitap ‘Cin Ali’ kalsın. Hiç olmazsa orada içlerindeki çocuk var.

Fotoğraflar: Didem Engin

Röportaj: Hande İpekgil, Gamze İrez

Instagram 

Threads

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

“Asarım!”: Abdi İpekçi’nin Katili Mehmet Ali Ağca Akit TV’de Yorumcu Oldu, Teğmenleri Tehdit Etti
Seren Serengil’den İlginç İddia: “Cübbeli Ahmet Hocanın Koruması Beni Öldürmeye Çalıştı”
2024'ün Travmalarını Unutuyoruz: 2025 Yılında Her Açıdan Mutlu Olacak Burçlar