Post-gaslighting toplum, yalnızca anksiyeteyle değil, bir “gerçeklik kriziyle” de karşı karşıya. Hannah Arendt’in “hakikat ile politika” üzerine yazdıklarını hatırlatacak biçimde, artık bilgi değil, inandırıcılık öne çıkıyor. “Kimin sesi daha yüksekse hakikat de onun oluyor.”
Bu noktada bellek savaş alanına dönüyor. Arşivler, sosyal medya geçmişi, haber manşetleri, hepsi birer “gerçeklik çatışması”nın kanıtı ya da kurbanı hâline geliyor.
Yeni Direniş Dili
Peki çözüm? Gaslighting’e karşı direniş, aslında basit ama devrimsel bir pratikle başlıyor: şahitlik.
Unutmaya zorlanan olayları hatırlatmak.
Çarpıtılan gerçeklere yazıyla, görselle, sanatla karşılık vermek.
Kolektif hafızayı diri tutmak.
Yeni direniş dili, bağırmaktan çok kaydetmek üzerine kurulu. Günlükler, bağımsız arşivler, tanıklıklar… Hepsi, post-gaslighting toplumda hakikati korumanın en temel araçları.
Gaslighting’in bireysel ilişkilerden topluma yayılması, yalnızca psikolojik bir mesele değil, politik bir strateji. Bu stratejiyi aşmak için ihtiyaç duyduğumuz şey ise toplumsal bir farkındalık: Hafızamızı birlikte korumak. Çünkü hatırladıkça güçleniyoruz, unuttukça esir düşüyoruz.