Pole Pole Kilimanjaro

Efsaneye göre, insan ruhundaki yüklerden kurtulmak için gidermiş dağlara. Bundan 5-6 yıl öncesine kadar Aydos Ormanı’ndaki, Geyik Parkuru’ndaki inişlerde bile korkudan bacaklarım titrerken, Likya Yolu Ultra Maratonu Gelidonya Feneri etabında batonlarımı yere bırakıp “daha fazla devam edemeyeceğim” diye kayaların üzerine oturup takım arkadaşlarımın desteği ile parkuru tamamlayabilmişken beni zorlu hava şartlarında 5000 metre yükseğe çıkarıp indiren ruhumda taşımaktan yorulduğum yük mü, bilmiyorum. Bildiğim, bir nedenle dağlara doğru çekildiğim; sayesinde Küba’dan İran’a, Gürcistan’a, Nepal’e çok farklı coğrafyaları keşfettiğim dostum Cumhur Baştuhan Dağ Keçileri grubumuzda yeni bir dağ programı paylaşır paylaşmaz, “ben de geliyorum!” diye mesaj atıp, aylar öncesinden hazırlıklara başladığım.

Kilimanjaro mesajı yaklaşık bir yıl önce geldi.

Afrika’nın çatısı, Hemingway’e ilham veren karlar, Renay, Dilara, Baha ve Faruk’tan dinlediğim hikayeler… Tereddüt bile etmeden, “beni de yaz” dedim. Yüksek irtifaya bağlı baş ve boyun ağrısı, iştahsızlık, yorgunluk nedeniyle Annapurna ve Ağrı’da zorlandığımı, 4850m’nin ötesine gidemediğimi hatırlatan çok oldu tabii. Kolay olmayacağını biliyorum ama kendimi orada hayal etmek bile çok heyecan vericiydi. “Yükler” diyeceksiniz. Belki…

Yola çıkarken aklımda zirve değil, Necdet Turhan’dan dinlediğim Barranco Duvarı, bitişindeki Kissing Rock, Cumhur’ın gönderdiği programda okuduğum yağmur ormanları, Colobus Maymunları, Lava Tower vardı. Niyetim dağ, bedenim ve zihnim izin verirse kendi 5000m bariyerimi geçmekti.

Yolculuk Moshi’de başladı. Kilimanjaro Doğal Parkı’na Machame Kapısı’ndan girdik. 10 kişilik grubumuza rehberler, aşçılar ve porterlardan oluşan 32 kişi eşlik ediyordu. Konaklamanın tamamı çadırlarda olacağı için bizimle birlikte tüm kamp malzemesinin, mutfağın, bir haftalık yiyecek ve suyun bir kamp noktasından diğerine taşınması gerekiyordu.

Daha önce hiç duymadığım kuş seslerini, yeşilin kokusunu duyarak ormanın içinde ilerlerken yağmur başladı. Evet, yağmur ormanında belgesellerde gördüğüm yağmura yakalandık. Dağda başınıza gelebilecek en kötü şeylerden biri botlarınızın ıslanmasıdır. Hele böylesine nemli coğrafyalarda, onları bir sonraki güne kadar kurutmak neredeyse imkansızdır çünkü. Cumhur’un tüm uyarılarına rağmen Nepal’de, köprü yerine, akarsudan geçtiğim için günlerce botlarımı çantama bağlayıp sandaletle yürümek zorunda kalmıştım.

Moshi’de kiraladığım tozluklar sayesinde ayakkabılarımın içi ıslanmadı ama su geçirmez olduğunu var saydığım için sırt çantamın üzerine giydiğim rüzgarlığım beni yolda bıraktı. Kampa vardığımızda çantamın içinde tek bir kuru malzeme yoktu. Tek koruyabildiğim muşamba çantamın içindeki pasaportum ve telefonumdu. Tedbiri asla elden bırakmayan, benim aksime, malzeme konusunu ciddiye alan dostum Nildem yedekli gelip benimle pançosunu, yağmurluğunu, çanta koruyucusunu paylaşmasaydı birkaç gün sonra maruz kalacağımız doluyu da iliklerime kadar hissedecektim.

Gece boyunca ıslanan kıyafetlerimi uyku tulumumum içinde kurutmaya çalıştım; sabah da belki güneş çıkar ümidiyle çantamın kenarlarına asıp yürüyüşe başladım.

Shira Kampı’na doğru, dere yataklarının, ağaçlardan sarkan sim-yosunların, dev yapraklı bitkilerin arasından pole pole tırmanırken tek duyduğumuz ses batonların ritmik tınısıydı. İkinci gün sabah 6.00’da çadırda uyanıp çanta hazırlamaya, benim için fıstık ezmesi, reçel, ekmek ve çaydan oluşan, kahvaltıdan sonra da gün ağarırken yola çıkmaya alışmaya başladığımız ve yağmura yakalanmadan çadırlara vardığımız için görece daha kolay geçti.

Tamamlanan her etap bir sonraki kampla aramızdaki sürprizlerle dolu yola çıkabilme, fotoğraflarını, videolarını gördüğüm lav-kulelere, ananas şeklindeki ağaçlara varabilme ihtimalinin artması anlamına geliyordu. Gün boyunca tüm adımlarımızı, yediklerimizi, içtiğimiz suyun miktarını takip eden Juma ve Baraka “nasılsın?” diye sorduğunda, tepeden tırnağa bedenimi tarayıp “iyiyim” diyebilmek, artan irtifaya rağmen yemek yiyebilmek “devam” demekti. Bir sonraki gün 4570 metreye kadar çıkıp 3900 metreye indik. Sonraki gün 4600 metredeki Yüksek Kamp’a…

Harika ekip arkadaşlarımın, muhteşem rehberlerimizin, vegan olduğumu öğrenince bana özel yemekler hazırlayan aşçılarımızın desteğiyle, bedenim ve zihnim planlanan, iniş parkurları dahil, 6 etabın tamamına çıkmama izin verdi. Barranco Duvarı’nı geçip Kissing Rock’ı öptüm, bu macerada tanıştığım harika yol arkadaşı Ümit ile 3900 metrede akapella koroyla birlikte Hakuna Matata söyleyip,  sırtımızda batonlarla dans ettik, 3600 metreden sonra karşımıza çıkan ve büyüleyici güzellikteki ağaçlara (Dendrosenecio kilimanjari)  sarıldım, bulutların içinden geçtim, 4000 metrede açan beyaz çiçekler gördüm, 4600 metreye kadar bize eşlik eden siyah-beyaz kuşların şarkısını duydum, şimşeğin benden aşağıda çaktığını gördüm, ilk kez kramponla buzun üzerinde yürüdüm… Ümit, Cumhur ve Gözde’nin çok zorlu şartlarda, yoğun kar yağışına rağmen 5895 metrelik zirveye ulaşmasını kutladık.

Kendi Everest’im olan 5000 metreye vardım, ayakkabı çıkaran çamura, yağmurla iyice kayganlaşan kayalara rağmen inişte yalnızca üç kez düştüm—arkadaşlarımın “Itır kaç kez düşecek?” diye iddiaya girdiğini sonradan öğrenecektim. Yeni dostlar kazandım, eski dostluklar derinleşti. Ruhumdaki yüklere gelince, evet, bir kısmını Kilimanjaro’da bıraktım; halen taşıdıklarım için bir sonraki macerayı duyuracak mesajı bekliyorum.

Instagram

X

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu