Platon’un Mağara Alegorisi: Küresel Panoptikonda Oy Kullanmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Yeni bir seçim dönemine doğru bir yolculuğa başladığımız bu dönemde her kime oy vereceksek verelim, seçeceğimiz kişilere bizi yönlendiren, seçimlerimizi belirleyen psikolojiyi bilmek önemli.

Panoptikon; “Her yeri gören.” anlamına gelen ve Jeremy Bentham’ın hapishane tasarımından ilham alan bir toplum metaforudur.

Hapishanenin modelinde, bir halka üzerine kurulu birkaç katlı hücreler vardır. Ortada ise sürekli ışık yanan bir gözetleme kulesi bulunur. Mahkumlar gözetlenen davranışlarının bir sonucu olduğunu ve ceza alacaklarını bilirler. Ama ne zaman gözetlendiklerini bilemezler. Modern zamanın dev gözetleme kulesi, hiç şüphesiz sosyal medya olmaktadır. Sosyal medya üzerinden yaptığımız herhangi bir siyasi paylaşım toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmalara sebep olmakta hatta daha da ileri giderek çeşitli yaptırımlarla sonuçlanmaktadır. Paylaştıklarımızın sonuçlarının nasıl olacağını öngörmek de git gide zorlaşmaktadır. Yarattığımız görünmeyen göze ödediğimiz bedel ise, kendi gözümüz olmaktadır. 

Jose Saramago’nun Körlük romanında körlüğün salgın haline gelmesi ile birlikte tespit edilen körler, akıl hastanesinde karantinaya alınır. Çeteleşmelerin başlamasıyla birlikte güçlü olan körler, zayıf olanların özgürlük alanını işgal ederler. Görmenin biyolojik boyutu haricinde ahlaksal, vicdani bir boyutu olup olmadığı tartışması başlar. Aynı olayı yaşayan, aynı ailede büyümüş bireylerin bile olayları algılayış şekilleri gerçeklikleri farklılık gösterir. Aslında hepimiz anlamlandırma ve seçimler konusunda kendi algılarımızın dışında kalanlara kör kalırız. Tıpkı Platon’un Mağara Alegorisi’nde olduğu gibi. Doğduklarından beri bir mağarada tutsak olan insanlar, tek bir yöne bakacak şekilde zincirlenmişlerdir ve gerçekliğin kendisini değil, sadece gölgesini görmektedirler. Tek ve mutlak bir gerçeklikten söz edebilmek mümkün değildir. 

Aynı şekilde seçtiğimiz her şey tek ve mutlak doğru da olamaz. Seçim dönemlerinde de farklı alternatifler arasından anlamlandırma ve algımıza uygun bulduğumuz ve aslında “hassas” noktamızı yakalayabilen bir nevi bizi “manipüle” edebilen adayı seçeriz. Hadi, gelin biraz daha yakından bakalım; 

İnsan beyni statükoyu korumak üzere evrimleşmiştir!

Çağlar boyunca insan beyni belirsizliği ve bilmediği daha önceden deneyimlemediği durumları tehdit olarak görmüştür. “Kötü de olsa bildiğim, tanıdığım bir durum. İşlevli de olsa işlevsiz de olsa buna karşı bir savunma mekanizmam var.” diye düşünür. Yani bilinen kötüyü, bilinmeyen iyiye tercih etme durumu söz konusu olabilmekte. 

Limbik beyin, tekrarı seven, bencil ve duygusal kısımdır. Kendimizi güvende hissetmediğimizde mantıksal yanımız olan neokorkteks yerine limbik sisteme ağırlık veririz. Bizim için sürekli tekrar eden durumlar güvenlik anlamına gelir. Değişim zor ve riskli gelmektedir. 

Senin Ruhun Bütün Dünyadır! kitabında, “Hiçbir nesne, hiçbir biçim, hiçbir ben, hiçbir ilke güvenilir nitelik taşımaz. Her şey görünmeyen, ama sürekli bir değişim içerisindedir. Sağlam olmayanda olana göre çok daha fazla gelecek vardır ve şimdiki zaman, henüz ötesine geçilmemiş bir varsayımdan başka bir şey değildir.” der. Yani, hepimizin eşsiz ve sürekli değişen, kendini yenileyen bir beyni var. Avcılık- toplayıcılık dönemlerinde rutinden çıkmamak ve tekrar hayatta kalmamız için bir zorunluluk oluşturuyor olabilir. Ancak artık yaşadığımız çağda, savaş beyinlerimiz aracılığıyla gerçekleşiyor ve bununla savaşmanın tek yolu neokorteksimizi daha aktif kullanabilmek için huzursuz da olsak yeniliğe açık olmak, rutinin dışına çıkabilmekle mümkün. Hepimiz daha iyiyi hak ediyoruz.

Oy verme davranışımızı etkileyen faktörler

Michigan Ekolü olarak da adlandırılan; partiyle özdeşleşme, partizan kimlik yaklaşımlarına göre, bireyler oy verme yaşına ulaşmadan önce de politika ile ilgilenmeye başlıyorlar. Kendini bir gruba ait hissetme üzerinden şekillenen ve parti ile duygusal bağ kurulması sonucu birey için parti, tıpkı maçlarda olduğu gibi bir taraftarlık halini alıyor. İşte bu sebeple de değişim konusunda zorlanmaya başlarız. Partiyle geçmişten itibaren kurduğumuz duygusal bağ ve özdeşleşme bir süre sonra tutumumuz halini alır. Tutumlar dünyayı anlamlandırma biçimlerimizdir. Bunu değiştirmeye çalışmak yerine sürdürmeye çalışır ve tutumlarımızla ters düşen yeni bilgi ve görüşleri reddetme eğiliminde olabiliriz. 

Oy verme sürecinde rasyonel olabilmek 

Partilerin gerçekçi vaatleri+ parti icraatları+ liderler+ rakipler+ alternatif düşünceler  

Rasyonel bir oy verme sürecinin oluşabilmesi için partiyle özdeşleşmek yerine “En iyi yönetici kim olur?” sorusuna cevap aramamız gerekir. Ülkemizde devlete yüklenen “baba” rolü olaya duygusal yaklaşılmasına ve “cezaların” meşrulaştırılmasına zemin hazırlamaktadır. Devlet refah içinde yaşamayı simgelemekten çok, bizi “koruması ve korurken de sınırlayıp cezalandırması” gereken bir sistem şeklinde algılanabiliyor. 

Partizanlık duygulardan beslendiği için seçim kampanyalarında seçilen müzikler, kullanılan ses tonu ve coşku adeta savaşa gidiyormuş hissi yaratarak parti ile duygusal bağ kuran bireylerin manipüle olmasına zemin hazırlayabiliyor.

Rasyonel yaklaşımda;

- Partinin gerçekçi olmayan vaatleri ile gerçekçi olanların ayırt edilmesi 

- İktidarda olan partinin bu zamana kadar yaptığı icraatların akılcı bir şekilde kâr- zarar bağlamında değerlendirilmesi.

- Parti liderlerinin kullandıkları üsluba dikkat edilmesi. Uzlaşmacı üslup her zaman daha sağlıklıdır. 

- Az ile yetinmek, idare etmek yerine “Ben en iyiyi hak ediyorum.” düşüncesiyle, partilerin hangisinin taleplerinizi karşılayacağının ayırdına varabilmek.

- Kutuplaşma yerine birlik ve beraberliği hedefleyen barışçıl yaklaşımlara yönelmek.

- Şeffaf bir yönetimi savunan ve yaptığı işlemlerde şeffaflığı sürdüreceğine, halkın her adım konusunda bilgi ve söz sahibi olacağına dair vaatleri olan partileri ve liderleri dikkate almak. 

Liderlerin özelliklerine göre yaptığımız seçimler: 

Yapılan araştırmalara göre; liderlerde aranan en önemli özellik güven vermesidir.                  

-Liderlerin yaptıkları konuşmalarda ethos’a (alışkanlıklar, değerler, örf ve adetler)  yer vermeleri. Bu konularla ilgili cümlelerin kullanılması liderin kişisel özelliklerinden bağımsız olarak güvenilirlik imajı yaratıyor. 

-Duygusal Çekicilikleri (pathos); liderler konuşurken dinleyicilere belirli bir ruh hali kazandırmayı amaçlar. Kin, öfke, mutluluk, birlik, beraberlik etrafında kurulan birleştirici söylemler bu grupta yer alır. Aynı duygular etrafında uzlaşmanın olduğu süreci kapsar. 

- Rasyonel Çekicilikler(logos); Örneklerle, alternatiflerle yapılan mantıksal açıklamaları içerir. Rakamsal ifadeler ve karşılaştırmaları içerir. 

“İnsanları kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır.”  Oscar Wilde

Instagram

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
YORUMLAR
16.03.2023

Şu an tek korkum oy verirken sırayı kırmamak o kadar sert basacamki ölesine doluyum anlatamam duygularımı kontrol edemiyorum hocam 😅😅

16.03.2023

Rahat ol o iş bende

07.05.2023

Keşke tüm seçmenler bu yazınızı okuyup oy kullansa 👏👏

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ