Pınar Özkent Yazio: Ya Empati Bir İşe Yaramıyorsa?

Geçen hafta en yakın dostlarımdan biri trafik kazası geçirerek hastaneye kaldırıldı. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bir araba sol ayağının üzerinden geçerek ayak bileğinin tam 2 yerden büyük bir hasarla kırılmasına sebep olmuştu. 

Beni hıçkırıklar içinde aradığında ambulans onu çoktan en yakın hastanenin acil servisine ulaştırmış ve ayak bileğinden son derece kritik bir ameliyat olması gerektiği netleşmişti. Canı çok yanıyordu ve kazanın getirdiği şok hala üzerindeydi. Telefonda donakaldım. 

Öyle bir donukluk haliydi ki bu; bir taraftan beynim çok hızlı çalışıyor ve çok iyi bir ortopedi doktoru önerme ihtimali olan tüm tanıdıklarımı gözümün önünden son sürat akan bir veri ekranı geçiyormuşçasına canlandırıyordu. Ama bir taraftan da olduğum yerde, buzdolabının önünde kapı açık bir şekilde, kalakalmıştım. Hastaneye ulaşmak için hangi ara giyindim, hangi ara arabaya bindim ve ne zaman yola çıktım; hatırlamıyorum.  

Yanına vardığımda acılar içerisindeydi, sürekli “nasıl oldu Pınar bu ya?” diye sayıklıyordu. Ona bir şeyler söylemek istiyordum. Ah, bilmiyorum canımın içi, kaza bu, oluyor işte bir anda; gibi bir şeyler geveledim. Canım çok acıyor, dedi. Biliyorum, dedim çaresizce. Sonra kendimi kötü hissettim. Hissettiği acıya bulanmış şok halini duyumsayabiliyordum ama tam olarak anlamam mümkün müydü? 

Şu ana kadar, çok şükür ki bir trafik kazası geçirmemiş ve bileğim kırılmamıştı.

Yaşamadığım bir durum karşısında hissedilen karmakarışık bir duygu yumağını nasıl hissedebilirdim ki? Nasıl bilebilirdim?

Evet kendimi berbat hissediyordum ama onun hissettiklerini, kafasından geçenleri gerçekten derinden anlamam mümkün olabilir miydi? Ona; seni anlıyorum, demek gerçekçi miydi? Sustum ve elini tuttum. 

Arkadaşım birkaç gün önce 4 saat süren bir ameliyat geçirdi. Şimdi neyse ki evde ve ayak bileği eskisi kadar güçlü olmasa da birkaç ay içerisinde ayağının üzerine basabilecek duruma geleceğini ümit ediyoruz. Bir süre evde sabit bir şekilde bacağı havada asılı yatması gerekiyor. Bunun bile başlı başına çok can sıkıcı olduğunu tahmin edebiliyorum ve onu avutacak bir şeyler söylemeye çalışıyorum ama yine kendimle çelişiyorum. Çünkü yine onun günün her dakikasında yaşadığı duygu fırtınalarını anlamam mümkün değil. Ve anladığımı söylediğimde, kendi samimiyetsizliğimle kızıyorum. 

İşte başkalarının hissettiklerini derinden anlayabilmek, dünyayı diğer insanın gözünden görebilmek, bir şekilde o kişinin ayakkabılarını giymek gibi tanımlamaları olan “empati” kelimesi ile pek de barışamamam bu yüzden. 

Gerçekten deneyimlememiş olduğumuz bir duyguyu hissedebilmek ve o kişinin gözünden bakabilmek mümkün mü? Bunu yapabildiğini söyleyenler bana biraz samimiyetsiz geliyor sanırım. Sen beni acımdan nasıl tanıyacaksın ki? 

Sevgili İlhan İrem’in şarkıda söylediği gibi:

“Sensizliğin acısını sen nereden bileceksin?

Sen hiç sensiz kalmadın ki..”

Prematüre doğum yapıp, oğlumu eve götürmek yerine, 3 hafta hastanede yoğun bakımda tutmak zorunda kaldığımızda bize empatiyle yaklaşmaya çalışan yakınlarımızın söylediklerinin o an için işe yaramadığını itiraf etmeliyim. “Anlıyorum canım, geçecek” veya “Bak daha kötüsü de olabilirdi..” veya “Üzgünsün tatlım ama kendini bırakma, bak bebeğinin sana ihtiyacı var..”

Yanlış anlamayın, empati duygusuna asla karşı değilim. Ve hem özel hem de profesyonel yaşam için son derece değerli bir yetkinlik olduğunun da farkındayım. Ancak konuyu bazen yanlış anladığımızı düşünüyorum ve empatik yaklaşımın bazen işe yaramadığına da birçok kez şahit oldum. 

Dürüst olalım, hayatınızda hiç terk edilmediyseniz, hiç işten bir anda çıkarılmadıysanız, hiç bir yakınınızı kaybetmediyseniz; bunu yaşayan bir insanın içini darmadağın eden duyguları gerçekten hissetmemiz mümkün mü?

Geçen sene kişisel girişimim olan Haddini Aş Kulübü’nde, profesyonel yaşamda insanları en çok zorlayan duyguları keşfetmek üzere bir anket düzenlemiştim. Ankete tam 1143 kişi katıldı. Ve ekibimle birlikte sonuçları analiz ettiğimizde diğerlerinden çok daha öne çıkan iki temel rahatsızlık vardı: Biri “samimiyetsizlik” diğeri ise “kişisel egolar”. İnsanlar iş yaşamında en çok -miş gibi yaklaşımlardan ve birbirinin üzerine basmak isteyen bencil insanlardan rahatsız oluyorlardı. Ego konusunu bir başka yazıda anlatmamı isterseniz, aşağıda yorum bırakmanız yeterli. Şimdilik bir kenara koyuyorum. 

Samimiyet konusunun derinine indiğimizde, insanların sadece iş yaşamındaki suni davranış kalıplarından değil, özel yaşamlarında da kendilerini oldukları gibi ifade edemediklerinden yorulduklarını gördük. 

Hepimiz birilerinin bize anlıyor-muş gibi yaklaşmalarından, gerçekten umursuyor-muş gibi davranmalarından yoruluyoruz değil mi? Ya da istemediğimiz halde, oyunu kurallarına göre oynamak için, kendimizle çeliştiğimiz davranışlarımız olmuyor mu? 

Şimdi bu bulguyu empati ile ilişkilendirirsem; birine empatik yaklaşmaya çalıştığımızda, ne derece samimiyiz? Ya da biri bizim gözümüzle dünyaya bakmaya çalıştığında, onun bunu gerçekten yapabildiğine ne derece inanıyoruz?

Hepimize biraz daha fazla samimiyet gerekiyor. Yani acı çeken birine şunu söyleyebilmekten bahsediyorum:

“Acını anlayamam, bunu hiç yaşamadım ve nasıl başa çıkacağını bilmiyorum. Ama buradayım, yanındayım ve seni iyi hissettirmek için ne gerekirse yaparım!” 

Bu biraz daha samimi gelmiyor mu kulağa?

Eğer endişeliyseniz ve ben empati ile yaklaşıyorsam, kaygınızı algılayabiliyorum demektir. Bu harika! Ama üzerine bir de şunu eklesek:

“Kaygılı olman benim için önemli, buna değer veriyorum. Bu duygunun sendeki yansımasını anlayamıyorum ama seni önemsiyorum, bu yüzden buradayım ve senin için bir şeyler yapmak istiyorum.”

Pek çok insan bunun sadece sözlü bir ayrım olduğunu, o kadar da önemli olmadığını düşünse de empati ve samimi bir şefkat duygusunun beynin farklı kısımlarını harekete geçirdiğine dair pek çok kanıt var. Empati ilk başta karşımızdakini iyi hissettirse de, sizi de benzer bir duygu durumuna sürüklediği için atalete sürükleyebiliyor. Oysa karşımızdakine “samimiyetle şefkat gösterme” tarafımız aktif olduğunda; beynimiz sorunu çözmek ve  karşımızdakine gerçekten yardım etmek için alternatif çözüm yolları üretmeye başlıyor. Hatta Yale Üniversitesi Profesörü Paul Bloom’un fazla empatinin kişiyi harekete geçmek için engellediğine dair araştırma sonuçlarını paylaştığı “Against Empathy” isimli kitabına da göz atabilirsiniz. 

Bu haftaki yazımda size şu ana kadar duyduklarınızdan farklı bir şey söylediğimin farkındayım. Ancak işte düşündüklerimi “samimiyetle” itiraf etmek istedim size.

Ve yazımı bitirirken Mitch Albom’un çok sevdiğim kitabı “Öğretmenim Mori’le Salı Buluşmaları” kitabından altını çizdiğim bir cümleyi paylaşmak istiyorum sizinle: 

“Şefkat dolu olun, diye fısıldadı Mori. “Ve birbiriniz için samimiyetle sorumluluk üstlenin. Sadece bu iki dersi öğrensek dünya bugünkünden daha iyi bir yer olurdu.”

Web1

Web2

Instagram

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı