Geçen hafta en yakın dostlarımdan biri trafik kazası geçirerek hastaneye kaldırıldı. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bir araba sol ayağının üzerinden geçerek ayak bileğinin tam 2 yerden büyük bir hasarla kırılmasına sebep olmuştu.
Beni hıçkırıklar içinde aradığında ambulans onu çoktan en yakın hastanenin acil servisine ulaştırmış ve ayak bileğinden son derece kritik bir ameliyat olması gerektiği netleşmişti. Canı çok yanıyordu ve kazanın getirdiği şok hala üzerindeydi. Telefonda donakaldım.
Öyle bir donukluk haliydi ki bu; bir taraftan beynim çok hızlı çalışıyor ve çok iyi bir ortopedi doktoru önerme ihtimali olan tüm tanıdıklarımı gözümün önünden son sürat akan bir veri ekranı geçiyormuşçasına canlandırıyordu. Ama bir taraftan da olduğum yerde, buzdolabının önünde kapı açık bir şekilde, kalakalmıştım. Hastaneye ulaşmak için hangi ara giyindim, hangi ara arabaya bindim ve ne zaman yola çıktım; hatırlamıyorum.
Yanına vardığımda acılar içerisindeydi, sürekli “nasıl oldu Pınar bu ya?” diye sayıklıyordu. Ona bir şeyler söylemek istiyordum. Ah, bilmiyorum canımın içi, kaza bu, oluyor işte bir anda; gibi bir şeyler geveledim. Canım çok acıyor, dedi. Biliyorum, dedim çaresizce. Sonra kendimi kötü hissettim. Hissettiği acıya bulanmış şok halini duyumsayabiliyordum ama tam olarak anlamam mümkün müydü?
Şu ana kadar, çok şükür ki bir trafik kazası geçirmemiş ve bileğim kırılmamıştı.