Pınar Özkent Yazio: Gerçekten Yaşıyor musun?

'Gerçekten doya doya yaşadım” diyebilen insanların birçoğunun ortak özelliğinin, zamanlarını iyi yönetmek olduğunu duymuş muydun? Önce kabul etmemiz gereken bir gerçek var: Başarılı bulduğumuz, hayranlık beslediğimiz veya takdir ettiğimiz hiç kimsenin yirmi beşinci saati yok! 

Tüm bu insanların yine ortak bir farkındalığı var: Biricik yaşamları çoktan başladı ve yol alıyor. Yaşam yolcuğunun sonunda “keşke” demek istemediklerini biliyorlar.

Biraz daha açıklamak istiyorum:

İnsan ömründe kaçınması imkânsız zaman döngüleri var. Her bir döngünün kendine has yaşam ihtiyaçları var. Her birinde farklılaşmış önceliklerimizle farklı şeylerden motive oluyoruz. 

Ergenlik ve gençlik dönemlerinde yaratıcılık, sosyalleşme, öğrenme, kendini gerçekleştirme çabalarını ve kimliğin oturmasını deneyimliyoruz. Bizim için önemli olan bu ihtiyaçlarımızı giderebilmek oluyor. 

Yetişkinlik ise hepimiz için verimli olma, üretme (aile olma/çoğalma), başarma ve para kazanarak rahat bir hayat yaşama güdülerimizin kamçılandığı zaman dilimi. Bu dönemde fiziksel ve ruhsal olarak önemsediğimiz ve gerçekleştirmek istediğimiz şeylerin çoğu profesyonel yaşamdan geçiyor. 

Profesyonel kimlik birçoğumuzda; kendi kendimize yetme ve ayaklarımızın üzerinde durma hafifliğini ağzımıza bir parmak bal çalarak tattırıyor. Ancak aynı dönemde bir taraftan da hayallerimiz yavaş yavaş sahneden çekilip; yerini rasyonel dünyaya uyum sağlamaya çalışan maskeli insanlara bırakıyor. 

Tüm bu farklı yaşam dilimlerinde biz ihtiyaçlarımızın peşinden düşe kalka koşmaya çalışırken; hayat bize aldırmadan tam gaz ilerliyor. Hani hep der ya büyüklerimiz; zaman her şeyi unutturur diye; haklılar. 

Zamanın bize unutturduğu en keskin şey, bizim bir kerelik ve biricik yaşamımızın içinde olduğumuz bence. Yani oyun çoktan başladı ve o kadar hızlı akıyor ki yetişemiyoruz. 

Ta ki yaşlılık evresinde hayat yavaşlayana kadar... Artık ihtiyaçlar; başarma, takdir görme, çocuklara okul parası denkleştirmekten çıkar; sağlıklı olmaya ve titrek elimizi tutan sevdiklerimizin var olmasına gelir. Ve “keşkeler” peşi sıra çalar kapımızı. Bu sefer daha tok, daha acımasız çalar hem de. İncelmiş sesimize, ağırlaşmış göz kapaklarımıza ve kamburlaşmış sırtımıza aldırmadan. 

Kanımca, yüreğinde tamamlanmamış bir hikâye ile yaşlanmak çok zor.

Ne zaman izlesem, bende bambaşka tatlar bırakan ve bıkmadan usanmadan ömrümün sonuna kadar ara ara izleyeceğim “Ölü Ozanlar Derneği”ndeki sevgili John Keating’i anımsıyorum sana bu satırları yazarken.

Filmi ilk üniversite yıllarımda izledim. 

Başladığı dakikalar itibarıyla beni bir bulutun içine almış ve bitene kadar da yeryüzü gerçekleriyle ilişkimi tamamen koparmıştı. Filmin başkahramanı olan edebiyat öğretmenimiz John Keating’in sınıfta öğrencilerine kendi deneyimlerinden esinlenerek tavsiye ettiği ve herkesin içini tutuşturan birçok altı çizilesi cümle var. Ancak ben şuna vurulmuştum: 

Öldüğümde, gerçekten yaşamamış olduğumu hissetmek istemiyorum. 

Keating, bu cümleyi üzerine basa basa, her kelimenin duygu yüklü hakkını vererek sınıfta söylediğinde, gelip benim hayatımı keskin bir kılıç ustalığıyla tam ortasından ikiye ayırdığını bilmiyordu. 

O an, bir yanım 60-70 yıl sonraki kendimi hayal etmiş, titrek ellerimde şimdinin ağırlığını hissettirmişti. 

Ya çizgi çizgi küçülmüş göz kapaklarım, gözlerimin üzerine devrilirken mutsuz hissedersem? Ya gerçekten yaşamamış olduğumu düşünürsem? Sanki 80 yaşındaki Pınar yanı başıma gelip, gözlerimin en derinine bakıp; “Daha vakit varken gerçek kendini bul, onu sarmala ve kendini yaşa” demişti.

Tüm bu yaşam karesi saniyeler içinde gözlerimin önünden geçmiş, sarsıntısının dinginleşmesi ise günlerimi almıştı. 

Yıllar sonra filmi tekrar izleyip neredeyse unuttuğum bu cümleyi yeniden duyduğumda etkisi daha güçlü oldu. Mideme saplanmış bir bıçağın bıraktığı derin yara izi gibi hayatıma yerleşti ve inatla kendini orada korudu. 

Bir daha unutmamak, hayatımın mantralarından biri yapmak için not edip banyo aynasının köşesine astım. Her sabah yüzümü yıkamadan önce bu yakıcı cümleye bakıp, yüzüme soğuk su çarptım. Yetişkindim, sevdiğimi düşündüğüm bir işim vardı ancak ölürken gerçekten yaşamamış olduğumu hissedebilme riskimi tepeden tırnağa duyumsuyordum. Er ya da geç kendimi yazarak ve konuşarak bulduğum bir iş yapmalıydım.

Bazı cümlelerin peşinden sürükleyici bir yanı var. İşte o dönemde ne zaman atalete kapılsam, ne zaman vaktimi anlamsız şeylere harcasam, beni gitmek istediğim yere doğru çekiştiren bu cümlenin peşinden gitmek için adımlarımı hızlandırdım. 

Sen kendi cümlelerini yazabilirsin. Ama ne yazarsan yaz; temel soru şu: 

Ölürken gerçekten yaşamamış olduğunu hissetmemen için bugün neler yapabilirsin? 

Peki yarın? 

Web

Web

Instagram

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!