“Oku, öğren, hayatına geçi…, dur geçirme, tazesi geldi, onu oku, öğren, hayatına geçir, geçirdin mi hay Allah, güncellediydik, buna da bir bak sen yine de” temalı, bol koşturmalı, baş dönmeli, hiçbir mecburiyetimizin olmadığı uygulama kısmı tartışmalı, sözde içerik zengini hayatlarımızda ‘tavsiye vermek’; bir çeşit sonuç, bir tür bölme işlemindeki ‘kalan’.
Henüz sindirmediğimiz, sindirme şansımız dahi olmadan yeni sürümleriyle karşılaşacağımız aşikâr öğretiler karşısında öyle heyecanlanıyoruz ki hemen sevdiklerimizle paylaşmalıyız. Hafazanallah eksik kalmasınlar. Zira hayatın anlamını, tüm dertlerin çaresini, onların bir türlü atmayı akıl edemediği adımın a’sını bulduk.
Uzat sağ ayağını öne. Hah. Yok öyle değil. Önce ayağının burnunu sonra topuğunu yere koyacaksın. Mankenler gibi. O zaman kan topuğundan gerisin geriye kalbine bir pompalanacak, o hızla varislerin birer birer…
En çok bilen insan en az konuşan insandır. Bu çok bilen insanlar, az bilen insanlara kibirli görünürler. Az bilen insanlar, muhatap alınmadıkları için kendileriyle konuşulmadığını düşünürler. Çünkü kendileri çok konuşmaktadır. Her öğrendiklerini koştur koştur sevdikleriyle paylaşmaktadırlar. Demek ki bu az konuşan insanlar kibirli insanlardır.
Oysa çok bilen insan, çok bilir olana kadar öğrendiklerini konuşmamış, sabretmiş, acele paylaşma heyecanına kapılmamış, tüm öğrendiklerinin sağlamasını, hem zihninde hem bedeninde hem de zaman düzleminde, konu bağlamında tüm katmanlarıyla ince ince tamamlamış insanlardır.