Pınar Eğilmez Yazio: Ortak Çaresizliğimiz veya Bir Donanım/Yazılım Sorunu

Sevginin karşıtı nefret değil kayıtsızlıktır – Rollo May

Bu önerme, bağ kurma ve ilişki içinde soyunu sürdürme matematiğini DNA’larında taşıyan insan türünün birçok davranışını açıklar.

“Değer verdiğiniz bir insan sizden nefret ettiğinde mi size karşı kayıtsız kaldığında mı daha çok canınız yanar?”

Bu soruyla karşılaşan çoğu insan ilk bakışta “nefret ettiğinde” şıkkını seçebilecek olsa da davranışları bunun aksini göstermektedir.

Zira karşımızdaki kişinin bizimle tartışmayı, sürtüşmeyi hatta bize karşı intikam isteğini sürdürmesi bile- olumlu olsun ya da olmasın- bizimle hala bağlantı halinde olmasını gerektirir. Kendi var oluşunu, karşısındaki insandaki yansımasıyla tanımlayan kişi için kayıtsızlık muamelesi ile karşılaşmak ölümdür.

Çevreye yaydıkları zehirli gaz ve atık maddenin ürettikleri toplam faydadan fazla olduğu aşikâr bazı endüstri tesisleri misali, günlük hayatta ya da sosyal medyada muhataplarınca sürdürülmeye neredeyse içgüdüsel bir gayret gösterilen, ego-toksik tartışmaların temelinde ölüm korkusu yatıyor olabilir mi?

Ya da bir küs bir barışık, karşılıklı haddinden fazla taviz verilen, sınır aşılan, kaygılı veya kaçıngan bağlanma modellerini güzelleyerek sözde tutkulu sevme/sevilme durumu ile açıklanan duygusal ilişki örnekleri “Kendimi sevebilmek için senin beni sevmene muhtacım, sen beni görmezsen ben yokum” diye bas bas bağırmakta mıdır?

Çok daha basit bir örnek vereyim. Özellikle bizim kültürümüzde ebeveynler, kendi canları sıkkın zihinleri meşgul olduğu zamanlarda; küçük çocuklarının normalden daha yaramaz, daha olumsuz, daha tuhaf davranışlarda bulunarak, içinde bulundukları zor anı daha da zor hale getirdiklerinden bahsederler.

Ebeveynlerin böylesi bir anda gözden kaçırdıkları nokta; kendi canlarının sıkkın olduğu bir sahnede çocuklarını ‘o kadar da görmüyor’ oluşlarıdır. En temel fiziksel - duygusal ihtiyaçları ve en önemlisi hayatta kalabilmesinin koşulu bakım veren yetişkinlere veya ebeveynlerine bağlı olan küçük insanın bütün dikkatinin, onlar tarafından görülmekte olması; görülmediğini hissettiğinde kaygılanıp sıra dışı davranışlar sergilemesi kadar anlaşılır bir durum yoktur.

Bu üç örnekte, küçük çocuk örneğini anlaşılır bulup diğer yetişkinler arası örnekleri davranış bozuklukları ile açıklayacak olursak meselenin yörüngesinden sapmış oluruz.

Meselemiz; kökleri sosyal davranış modellerinden, duygu-durum bozukluklarından çok daha derine uzayan antropolojik bir mesele. Bir diğer değişle meselemiz yazılım/donanım meselesi.

İnsan canlısı, avcı- toplayıcı toplumdan Sanayi Devrimine kadar geçen binlerce yıllık zaman diliminde onlarca zihinsel yazılım değişikliğine uğrayarak kendi geliştirdiği uygarlık modellerine evrimsel bir uyum gösterdi. Süreci Sanayi Devriminde tesadüfen kesmedim. Sanayi Devriminden günümüze gelen zaman sürecinde ise mevzu bahis ivme öylesine çılgın bir hıza ulaştı ki, gelişen teknolojiye paralel güncellenen zihinsel yazılımlarımız, adapte olmak durumunda olduğumuz beceriler, tabiri caizse onları yüklemekle hayatta kalabileceğimizi dikte eden yeni nesil sosyolojik aplikasyonlarımız, yüzlerle, binlerle ifade edilecek sayılara ulaştı.

Zihinsel YAZILIM güncellemeleri ile uygarlığın (sözde) ilerleyişinin, karşılıklı ateşlemeden beslenen, paralel ve lineer bir doğaya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Oysa insan türünün tasarımı yani ‘Homo Sapiens DONANIM’ neredeyse sabit içerikte ve döngüsel biçimde varlığını sürdürüyor. Bu, şu demek oluyor; avcı-toplayıcı varoluşumuzdan günümüze kadar geçen on binlerce yıllık zaman dilimde aynı donanımla bu gezegendeyiz.

Donanımıza; burada küçük bir kısmına dikkat çektiğim, bağ kurma, ilişki içinde öğrenme, ait olunan topluluklar kurarak güç birliği oluşturma, hayatta kalma stratejilerini birlikte geliştirme gibi gelişkin sürü psikolojisi de dahil.

Demek istiyorum ki, yukarıda verdiğim örneklerden küçük çocuk örneği ne kadar anlaşılır bir durum ise duygusal ilişki içinde veya sosyal ilişkilerde toksik bağlamlar üreten yetişkinlerin örneği de bir o kadar anlaşılır. Doğru değil ama anlaşılır.

Donanımımızın koşul tuttuğu ve aksi durumda homo sapiens için ‘hayati tehlike’ alarmını devreye soktuğu ait olma/bağ kurma/ ve var olma itkisi, günümüzde uyum kabiliyetimizin üzerinde bir hızla güncellenen uygarlık yazılımlarımız ekseninde arıza veriyor.

Farkında olmak tam da bu esnada devreye sokacağımız en büyük silahımız.

Hangi davranışlarımız donanımımızın getirdiği yapısal bir güdüden kaynaklanıyor?

Bağ ve ilişki kurma ve bu yolla hayatta kalma güdümüzü, günümüzde olumsuz bağ ve ilişkiler kurma pahasına sürdürdüğümüzü fark etmemiz ne işe yarar?

Bu farkındalığı birbirimizi hırpalamak için mi yoksa donanımımıza karşı gelip “ben kimseye ihtiyaç duymadan tek başıma yaşarım” çukuruna düşmek için mi kullanacağız?

 – ki zihinsel ve felsefi donanımı gereği, çağdaş insanın topunu cebinden çıkaracak Nietsche bile bu kendi insani çukurunda derin acılar çekmiştir, tavsiye etmem, sen ben düşmesek iyi olur –

Bu tuzağa biz tam da hangi güncel medeniyet koşullarının etkisinde düşüyoruz?

Donanımımızın temel ilkeleri ile güncel zihinsel yazılımlarımızı uyumlayabilecek bir zemin bulmamız mümkün mü?

İçinde bulunduğumuz çağda; hedef insanımız veya kitlemizle ilişki içinde olmazsak, onaylanmaz veya sevilmezsek, en basitinden hedef insanımızın ve kitlemizin görüş alanına bir sebeple giremiyorsak; on bin yıl öncesinde olduğu gibi yok olma tehlikesiyle günümüz şartlarında da aynen karşı karşıya mıyız?

Ok bunu anladık, peki karşı karşıya olmayışımız, öbür uca savrulup, temel donanım ihtiyaçlarımızı reddedip, yalnızlığı güzellememizi mi gerektirir?

Temel ihtiyaçlarımızı kabul edip onurlandırmamız mümkün mü?

Tam olarak kaç kişi ile sağlıklı bağ kurmamız, görülüp gözetilmemiz, sevmemiz sevilmemiz bizi tatmin eder?

İhtiyaçlarımızı tespit edip, karşılayamadığımız kişi veya mecralardan olgunlukla uzaklaşıp, aynı ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz yüzlerce başka seçeneğimiz olduğunu bilmek nasıl bir zihinsel konfor sağlar?

Eleştirme ve yargılama topuna girmeden, ortak çaresizliğimizi ve ortak becerilerimizi gözeterek, yeni bir donanım/yazılım uyum tabanı oluşturmamız mümkün mü?

Sevginin karşıtı kayıtsızlıkla karşı karşıya kalmanın hayati tehlike içermediğini şu on bin yıllık gönlümüze kim anlatacak?

Şu fani Homo Sapiens gün yüzü görecek mi?

Sadece soruyorum 😊

Instagram

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı