Pınar Eğilmez Yazio: Kimyanın Kılıcı

Herkese merhaba. 2020’yi bitirirken, yılın analizini yapmak yerine, kendisini tamamen görmezden gelip aşktan konuşalım mı? Sizce de öyle değil mi? Biz 2020’yi yaşamadık. Resmen 2020 bizi yaşadı. Sanırım dikkatimizi kendisine değil canımız neye isterse ona vermek de hakkımız.

Bu haftaki yazıma, bir çeşit blog olarak kullandığım Instagram hesabımda yazdığım aşk üzerine eski bir paragrafımla başlıyorum. Devamı nasıl gelecek birlikte göreceğiz. An itibariye ben de bilmiyorum.

“Çok mu sevilmek istiyorsun? Çok sevebilirim. Sana sevilmekten küçük dilini yutturabilirim. Seni severken aklımı kaçırabilirim. Aklını kaçırabilirsin. Birlikte aklımızı kaçırabiliriz. Hiç zor değil. Sırtımızı ardına dayanak yaptığımız kapıyı şak diye açıp tak diye geçmeye bakar. Birlikte ilk kahkahamızın yankısında ürpersek, boynumuzu kimyanın kılıcına eğdik demektir. Lakin bilmelisin ki aynı salonda yan yana oturup iki ayrı filmi seyretmenin lanetidir aşk. Çok mu sevilmek istiyorsun? Çok sevebilirim. Bir diğerimizin seyrettiği filmi hiçbir zaman göremeyecek olmanın hüznüne rağmen severim. Perde sadece perde... Perde boş perde sağır... İki zihinden iki ayrı film, yansıyan perdeye. Misal, zihninin çekirdeğinde ikamet eden yönetmen asla aşkla sevilmeyeceğine inanıyorsa, onu oynatır perdede. Boşuna mumdan dilekler dikiyorsun. Derinindeki inançlarından daha güçlü dilek yok. Yanı başında oturup, ağlaya ağlaya, seni çok sevmenin filmini izleyebilirim. Çok mu sevilmek istiyorsun? Çok sevebilirim.”

İlişkide bir türlü dikiş tutturamamaların, severek ayrılmaların, ne yapsan olmayışların; topyekûn ilişki komplikasyonlarının kökeninde ‘aynı salonda yan yana oturup iki ayrı filmi seyretmenin laneti’ yatar.

İki insanın yaşadığı ilişki asla tek bir ilişki değildir.

Üç ilişkidir:

1- Hem beslenip büyütülmesi gereken hem ortada top gibi paslaşılan mevcut ilişki

2- Taraflardan birisinin zihnindeki ilişki

3- Taraflardan diğerinin zihnindeki ilişki

Ortadaki ilişki susuzluktan, besinsizlikten, emeksizlikten ölürse ya da toptan gidelim; topu patlattıysak, paslaşırken cam kırmışız ve topumuzu kesmiş de olabilirler; herkes kendi yoluna gider ve geriye zihinlerimizdeki ilişki kalır.

Bundan sonrası benim acayip ilgimi çekiyor. Çünkü aşkın yarattığı illüzyon ortamı da ortadan kalkınca, iki kişinin zihninde nasıl ayrı ayrı filmlerin seyredilmiş olduğu daha net görünür hale geliyor.

Geçmişte bir vakit sevgili olmuş, ayrılmış olan Ali ve Ayşe ayrıldıktan 10 yıl sonra karşılaşırlar. Ali, bu karşılaşmadan memnun gülümser ve şöyle der: “Aaa çok tatlı kızdın sen ya, sonra kayboldun!” Ayşe ‘nasıl yani?’ der gibi bakar. O, olanı biteni çok farklı hatırlamaktadır. Hiçbir yere kaybolmamıştır. Hatta ilişkileri sürebilsin diye çok emek vermiştir. Olduramayınca pes etmiştir. Ali de zaten Ayşe’den vazgeçip, gidip (Ayşe’nin gözünde) saçma sapan birisiyle evlenmiştir. İkisinin de hatırladığı anılar birbirinden tamamen farklıdır.

Kanlı bıçaklı küs değilseniz, varsa bir adet eski sevgiliyi bu anılar deneyine davet etmenizi tavsiye ederim. Ayrılığın üzerinden en az bir üç beş yıl geçmiş olsun. En sıradan anıdan en hayati sahneye kadar, karşınızdaki kişi ile hafızalarınızda neyi ne kadar farklı depoladığınıza siz de şaşıracaksınız.

Bunun elbette bilimsel bir karşılığı var. Anılarımızın neredeyse tamamı epizotik. Yani olumlu veya olumsuz öznel anlamlar yüklenip hikayeleştirilmiş nesnel gerçekler.

Ali ve Ayşe bir ilişki yaşadılar. Bu ilişki başlayan her şey gibi bitti. (Bir şeyin bitmemesi için hiç başlamamış olması gerekir ki bu başka bir konu) Olan bu. Bu noktadan itibaren tarafların farklı anlamlar yükleyerek kendi epizotlarını hafızalarına kaydetme süreçleri başlar. Her birey kendi algı yapısına göre, olanı, derin dondurucuya kaldırmadan önce, farklı soslara bular. ‘Ben değersizim’ ‘Özgürlüğüm önemli’ ‘Ben sevilmeye layık değilim’ ‘Seviyorum ama çabuk sıkılıyorum’ ‘Benim bir suçum yoktu’ ‘Hepsi benim suçumdu’ ‘Çok üstüme düştü’ ‘Benimle hiç ilgilenmedi’ gibi önermeler popüler sosların başında gelir.

İş burada bitmez. Derin dondurucuya kaldırdık, oh mis, oldukları gibi duracaklar sandığımız, adı batasıca, sinsi epizotlar; ebedi istirahatgahlarında rahat durmaz, kıpır kıpır kıpırdanırlar, şekilden şekle girerler. Evet, doğru anladınız. Anılarımız onları kaydettiğimiz şekilde sabit kalmaz, güncel psikolojimizin ve zihin durumumuzun ihtiyaçlarına göre yeniden yazılırlar. On sene önce olmuş bir olayı; üç sene önce farklı hatırlıyordunuz, şu an farklı hatırlamaktasınız. Ah! Kim bilir sevgiliniz nasıl kaydetti ve hangi kayıt aşamalarından geçti?!

Peki ilişki henüz sürerken, şu zihinlerimizde yaşadığımız farklı ilişki modları da neyin nesidir? Popüler bilime ilginiz varsa şu aralar kulağınıza mutlaka ilişkiler üzerine ‘Bağlanma Modelleri’ çalınmıştır. Efendim, sosyal bilimcilerin araştırmalarına göre; hayatımızın ilk yıllarında bakım verenimizle kurduğumuz bağlanma modeli, yetişkinlik hayatımızdaki ilişki biçimlerimizi de etkiliyor. Bu oldukça ilgi çekici, bilimsel verilerle desteklenmiş ama uzun bir konu. Oraya hiç dalmayacağım. Arzu edenler, anahtar kelimelerle ilgili yayınlara ve uzman açıklamalarına ulaşabilirler.

Kısaca, özellikle gönül ilişkilerinde, karakteristik olarak, kendimizi içine düşmüş bulduğumuz bağlanma modelleri şunlar:

  • Güvenli Bağlanma

  • Kaygılı Bağlanma,

  • Kaçıngan Bağlanma

Kaygılı bağlananların, terk edilme, şartlı sevilme, sevilmesinin sadece kendi çabasından ibaret olduğunu sanma, özgüven eksikliği, kontrolcülük gibi şemaları genelde aktifken; kaçıngan bağlananların, bir ilişkiye ihtiyaç duyduğu halde, ele geçirilmekten korkma, bir yakınlaşıp bir uzaklaşarak karşıya tutarsız mesajlar verme, kendi içinde olumlu bir duygu hissettiğinde aniden ilişkiyi sabote edici davranışlara girme ve genelde kendi duygularıyla temas etmekten kaçma gibi şemaları belirgin oluyor.

Bu özelliklerin yoğunluğu kişiden kişiye değişebiliyor. İlişki türünden türüne değişebiliyor. Yani bir insan arkadaşlarıyla güvenli bağlanabilirken sadece partneriyle kaçıngan bağlanabiliyor. Genelde de, tencere – kapak misali kaygılı ve kaçıngan bağlananlar mıknatıs gibi birbirine çekiliyorlar ve böylece ilişkinin sonunda ‘ne kadar da haklı olduklarını’ destekleyecek episotları yazabiliyorlar. Zira, beyin olumsuz da olsa tanıdık olanı yinelemekten hoşlanabiliyor, tanıdık habitatta kendini güvende hissedebiliyor.

Sanırım, ‘neden çiftlerin zihninde aynı ilişki farklı hikayelerle yaşanıyor’ sorusu kendi kendini imha etti bile. Azıcık benzese öpüp başımıza koyalım bence.

Gelelim güvenli bağlananlara. Sağlıklı sınırlar koyabilen, yorucu olmayan, olgun ve ferah bağlar kurabilen bu grup; genelde dramdan beslenen ve dramı tutkulu ilişki olarak ifade eden diğer iki grup tarafından sıkıcı bulunuyorlar. Uzmanlar ise, kaygılı veya kaçıngan bağlananların ancak güvenli bağlanan bir partnere denk geldiklerinde bu modele evrilebilme şansları olduğunu söylüyor.

Birlikte ilk kahkahamızın yankısında ürpersek, boynumuzu kimyanın kılıcına eğdik demektir. Lakin bilmelisin ki aynı salonda yan yana oturup iki ayrı filmi seyretmenin lanetidir aşk.

Kimyanın kılıcına geri dönecek olursak;

Kendimize özgü kimyasal sıvılar taşıdığımız deney tüplerimizi, sevdiğimiz insanla karşılıklı geçip kadeh gibi tokuşturduğumuzda, ortaya çıkacak tepkime evlere şenlik olabilir. Pembe baloncuklar içinde de yüzebiliriz, o laboratuvar maazallah patlayabilir de.

Yeni yılınızın gönlünüzce geçmesini, ister aşık olun, ister aşktan kaçın, hiç aynı kalmamanızı, daima kendinizle ve yaşamla ilgili yeni şeyler öğrenmeye heves duymanızı, suyun derin olduğunu ve henüz boy verebilen olmadığını bilmenizi dilerim.

Instagram

Popüler İçerikler

Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu
Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi