Pelin Gülşen Yazio: Renkler Göründüğü Kadar Masum mu?

Dijital dönemde alışveriş çılgınlığı her geçen gün artarken moda tutkunları farklı renklerin ve tonların arasında kaybolurken, giysi dolaplarımız gökkuşağının renkleri ile dolup taşıyor. Ancak tüm bu alışveriş ve moda çılgınlığının çevresel bir bedeli var. Tekstil endüstrisi, gıda sektörünün ardından sularımızı ve gezegenimizi en çok kirleten ikinci sektör olarak karşımıza çıkar.

Moda endüstrisinde kullanılan boyaların en büyük çevre kirleticilerden biri olduğunu biliyor musunuz?

Birçoğumuz bilmiyor olsa da, kullandığımız tekstil ürünlerinin hemen hemen hepsi sentetik boyalar kullanılarak üretiliyor. “Hızlı Moda” kavramı çerçevesinde markalar seri üretim halinde tekstil boyama işlemlerini gerçekleştiriyor. Moda endüstrisinde kullanılan ticari boya banyosu sürecinin ardından arta kalan amonyak, alkali tuzlar ve ağır metaller sadece çevre için değil, insan sağlığı için de oldukça toksiktir. Çevresel olarak sentetik boyaların oluşturduğu bu kirlilik suda yaşayan canlıların hayatını, besin zincirini, su yollarını, gezegenimizi ve bizleri olumsuz etkiler. Geçmişte bilinçsizce ve sorumsuzca atılan adımlar ne yazık ki günümüzde dünya sularının kirlilik seviyesinin en yüksek noktasına getirmiştir. Birçok bölgede kuraklık baş gösterirken elimizdeki veriler gezegenimizin su kaynaklarımıza sahip çıkmamız gerekliliğinin aciliyetini önümüze koymaktadır.

“Modanın trend renklerini zehirli dere yataklarından akan renklere bakarak tahmin etmek mümkün”

Özellikle seri üretimin gerçekleştiği Hindistan ve Çin gibi kalabalık ülkelerde, düşük işçilik, yüksek yerel enerji ve düşük maliyetler sebebiyle birçok boya şirketinin fabrikaları bulunuyor.  Fabrikaların atıkları olarak su yollarına karışan bu zehirli boya kalıntıları fabrikaların su arıtma tesisi veya filtrasyon sistemleri olmaması durumunda zamanla kıyılarda birikir. Suda oluşan bu zehirli kimyasallar sadece o bölgede yaşayan insanları zehirlemekle kalmaz, havayı da kirletir. Çevreye duyarlı olmayan şekilde boyanmış bu kıyafetler, derimize temas ettikçe bizim için de tehdit oluşturur. Bu kimyasal etkiler kendini genellikle alerjik bir reaksiyon olarak gösterir, hatta hamile annelerin bebeklerine bile zarar verebilir.

Sentetik Boyanın Mucidi “WILLIAM PERKIN” Bugünleri Görse Üzülür müydü?

1856’dan önce renkler hayvansal, bitkisel ve mineral ürünler kullanılarak elde ediliyordu. Bu sebeple hem renk çeşitliliği az, hem de renklendirilmiş ürünler daha çabuk soluyordu. Ancak bir gün 18 yaşında genç kimyager William Henry Perkin’in sıtmaya çözüm ararken mor tonlarında bir sentetik boya üretmesi ile her şey değişti. Sadece kralların, asillerin ve zenginlerin erişebildiği parlak renkler bu buluş sayesinde herkese ulaşır oldu. İnsanlar sentetik boyaların ortaya çıkması ile gördüğü her renge sahip olabilir hale geldi. Bugün yüzlerce renk arasında seçim yapmakta zorlanıyorsak, bu William Perkin’in yanlışlıkla sentetik boyayı keşfi sayesindedir. 

O yılların çığır açan buluşu renklerin sınıfsal bir gösterge olmasından kurtulup, tüm dünyaya renklerin kapısını aralamış oldu. Fakat dünyanın renklerle dolu tüketim çılgınlığına düşmesi ile bugün bu buluşun bedellerini öder hale geldik. Dünyanın renkleri, sentetik boyalar sayesinde bir yandan insanlığa hizmet eder hale gelirken, bu sentetik boyalar aynı zamanda doğanın yeşilini mavisini ve tüm renklerini çalar hale geldi.

Günümüzde petrolden elde edilen sentetik boyalar, dünyadaki su kirliliğinin neredeyse %20’sinden sorumludur. Aynı zamanda ticari boya banyosu sürecinin ardından arta kalan amonyak, alkali tuzlar ve ağır metaller sadece çevre için değil, insan sağlığı için de oldukça toksiktir.

Renklerin sürdürülebilir olması ne demektir?

Sürdürülebilir renkler dendiğinde aklımıza ilk gelen bitki ve meyvelerden elde edilen doğal pigment ve boyalardır. Doğal boyama, çevredeki kaynakların kullanılmasını gerektirir. Küresel talepleri karşılamak için gereken yüksek miktarlardaki doğal boyaların elde edilmesinin insanlar ve çevre üzerinde, boya için kullanılacak bitkilerin yetiştirilmesini sağlayacak yüksek miktarda su ve aynı zamanda bu bitkilerin ekilmesi için gerekli büyük araziler gibi, önemli sonuçları olacaktır.  

Kısaca, boyama için ham madde, enerji ve suya ihtiyaç duyulur. Doğal boyama işlemi elbette sentetik boyalara kıyasla çevreye çok daha az zarar verir.

Fakat buna rağmen “doğal boyama” için tamamen sürdürülebilir diyebilir miyiz? 

İnsan sağlığına zarar veren katkı maddelerinin bulunmadığını düşünürsek bu soruya kısmen evet diyebiliriz. Ancak daha ileri görüşlü ve vizyoner bir bakış açısından değerlendirecek olursak doğal boya elde etmek için gereken her aşama, atıkları azaltmak, üretim zincirinde yeniden kullanılabilecek her şeyi geri kazanmak açısından da sürdürülebilir olması gerekir.

Çevre düşmanı olarak önümüze çıkan sentetik boyalar yerine geçmiş dönemlerde kullanılan organik boyalara dönmek neden bu kadar zor?

Gittikçe artan hızlı tüketimi karşılamaya çalışan üreticiler bir yandan  maliyetleri de göz önünde bulundurarak kâr odaklı üretim yapmaya odaklanırlar. Organik yollardan elde edilen boyaların hacimlerinin tüketimi karşılayamaması, organik boyalarla boyanmış ürünlerin renk skalası ve renk kalıcılığının yeterli olmaması elbette renk çeşitliliği, kalıcılık ve düşük maliyetlerin avantajlı olduğu sentetik boyaların tercih edilmesine ve gündemde kalmasına neden oluyor. 

Günümüzde sentetik boyaların seri bir şekilde üretildiği gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda ekolojik boyalar üretmek çok daha yoğun ve meşakkatli bir süreç olabilir. Daha ufak çaplı zanaatkarlar, butikler veya işletmeler ürünlerde doğal boyaları kullanabilir olsa da, çok daha büyük markalar ve işletmelerin inanılmaz büyük ölçekte araziler kullanarak ekolojik boya üretmeleri zor olabilir.

Renklerin bizde yarattığı mutluluğu kaybetmeden boyama endüstrisine verdiği zararı azaltmak mümkün mü?

Çözüm için hem geçmişin hem de günümüzün boya üretimine göz atmak gerekiyor. Geçmiş ve günümüz arasında köprü kurarak geleceğe yönlenirken, renklerin bitkilerden elde edildiğini hatırlıyoruz. Örneğin mavi pigmentlerin üretilmesinde kullanılan çivitotu bitkisi. Ortaçağ Avrupası’nda elbiseleri renklendirmek için kullanılan çivitotu bitkisini yeniden keşfederken, bir yandan bitki bazlı boyama yöntemlerinin günümüz tüketimi karşısında yetersiz kalacağının da farkındayız. Kitlesel üretimi karşılayabilmek adına oldukça geniş arazilerde büyük ölçekte bitkiler üretilmesi gerekir. Bitki bazlı boyalar, tekstil endüstrisinin ihtiyaç duyduğu büyük miktardaki renkleri karşılayamaz. Örneğin, kot pantolonun tüm indigosu bitki bazlı indigo ile üretecek olsa, Almanya büyüklüğünde bir tarlanın ekilmesi gerekir. Bu yüzden hem çevre dostu, hem de ölçeklenebilir başka bir yol bulunması gerekiyor.

Bilim ve Renkli Gelişmeler

Bilim ve yaratıcılık bir araya geldiğinde pek çok yenilikçi fikirler ortaya çıkabiliyor. Örneğin bakterilerden elde edilen boya ile kumaş boyamak, toksik kalıntıları kirletmeden, kaynakları kontrollü kullanarak, doğanın muhteşem renklerini tasarlamanın ve üretmenin dahiyane bir yolu.

RENKLERİN GELECEĞİ: Mikroorganizmalar

Sürdürülebilir boya ve pigmentler üreterek boya sanayisinin çevresel ayak izini azaltmayı hedefleyen birçok firma bu yönde çalışmalar yapıyor. Bunlardan biri de PILI BIO adlı Fransız kökenli biyoteknoloji firması. 

PILI, fosil yakıtlar kullanmadan renkleri üretmek için çalışıyor. Çevre dostu laboratuvarlarında renkli boyalar üretmek için mikroorganizmalar kullanılıyor. Herhangi bir zararlı çözücü veya yüksek sıcaklıklarda ısıtma ihtiyacı olmadan fermantasyon işlemlerini kullanarak şekerden boyalar biyosentezleniyor. Biyosentezlendikten sonra pigmentler filtreleniyor ve mikroorganizmalar daha sonraki kullanımlar için bırakılıyor. Sonunda onları çok çeşitli endüstriyel uygulamalarda, özellikle de şu anda dünyayı en çok kirleten ikinci endüstri olan tekstil endüstrisinde kullanılabilecek şekilde arıtılıyor. 

Günümüzde üretilen renklerin %99’u fosil kaynaklardan elde ediliyor. PILI yetkilileri fosil kaynaklar çağından çıkın çağrısı yapıyor. “Çözümü, şekeri renklere çeviren o değerli ve güçlü hücrelerde yatan mikrokozmosta bulduk! Daha sonra bu süreçleri daha temiz ve daha ucuz hale getirmek için çok çalıştık” diye ekliyorlar.

Mavi renk PILI’nin bu teknikle ürettiği ilk renk olmasına karşın yetkililer fermantasyon sayesinde birçok farklı bileşen üreterek bu bileşenleri yeşil kimya aracılığı ile kullanarak yüzlerce renk üretebileceklerini ekliyor. Bu tekniğin en önemli avantajı küçük alanlarda büyük hacimli boyalar üretebilmeleri ancak dezavantajı ise maliyetlerin sentetik boyalara oranla hala oldukça yüksek olması. 

Instagram1

Instagram2

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı