2015 yılında kabul edilen Paris İklim Anlaşması, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 2°C altında tutmayı ve mümkünse 1,5°C ile sınırlamayı amaçlayan evrensel bir uzlaşıdır. Türkiye, bu anlaşmayı 2021’de onaylayarak 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefi belirledi. Ancak bu hedefe ulaşmak, ülke açısından yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ciddi ekonomik, yapısal ve siyasi engelleri aşmayı gerektiriyor.
Ek I listesinin gölgesinde ekonomik sorumluluklar
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamındaki “gelişmiş ülke” statüsü, ülkeyi gelişmekte olan ülkelerin faydalandığı finansman ve teknoloji desteklerinden büyük ölçüde mahrum bırakıyor. Bu sınıflandırma Türkiye’yi, hem daha ağır yükümlülükler altına sokmakta hem de destek veren ülkeler arasında konumlandırarak dönüşüm maliyetini kendi kaynaklarıyla karşılamaya zorluyor.
Bu durum, özellikle Temiz Kalkınma Mekanizmaları gibi fonlardan yararlanmayı sınırlamakta ve Türkiye’ye ciddi bir mali yük getiriyor.
Düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş, yüksek düzeyde yatırım gerektirir. Enerji dönüşümünü gerçekleştirebilmek için yalnızca bu alanda yıllık 5 ila 7 milyar dolar, genel dönüşüm içinse yaklaşık 25 milyar dolar ek kaynağa ihtiyaç duyuluyor.
Bu rakam, Türkiye’nin GSYH’sinin %2,8’ine denk gelirken, 2019 yılı itibarıyla ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırım miktarı yalnızca 5,8 milyar dolarda kaldı. Yatırım girişlerinin 2016 sonrası gerilemesi, iklim finansmanını erişilmesi güç bir hedef hâline getirdi.
Fosil enerji bağımlılığı
Türkiye’nin enerji altyapısı hâlâ büyük ölçüde fosil yakıtlara dayalıdır. Toplam sera gazı emisyonlarının %72,5’i enerji sektöründen kaynaklanmakta, ülkenin enerji ihtiyacının neredeyse dörtte üçü fosil kaynaklardan karşılanıyor.
Ulaşımın %97’si petrol, sanayinin ise %67’si doğrudan fosil kaynaklarla besleniyor. Ayrıca, Türkiye yılda yaklaşık 6,8 milyar doları fosil yakıt sübvansiyonlarına ayırıyor. Bu tablo, yeşil dönüşüm hedefleriyle çelişiyor.
Avrupa pazarıyla uyum sorunu
Avrupa Birliği’nin devreye aldığı Karbon Sınırı Ayarlama Mekanizması (CBAM), Türkiye’nin ihracat performansı açısından ciddi bir baskı oluşturuyor. Türkiye ihracatının yaklaşık %50’sini AB’ye yaparken, çimento, demir-çelik, alüminyum ve elektrik gibi karbon yoğun sektörler ilave vergilerle rekabet dezavantajı yaşanıyor. Özellikle demir-çelik sektörü halen yüksek karbon içerikli kömür kullanmakta; çimento sektörü ise küresel çapta en yüksek emisyon yoğunluğuna sahip endüstriler arasında yer alıyor.
İklim taahhütlerinin yetersizliği
Climate Action Tracker, Türkiye’nin mevcut iklim politikalarını “kritik derecede yetersiz” olarak sınıflandırmakta; ülkenin Ulusal Katkı Beyanı (NDC), 2038’e kadar emisyonların artmasına izin vererek 1,5°C hedefinden uzak bir senaryo ortaya koyuyor.
Türkiye’nin 2030 için belirlediği 695 MtCO2e’lik hedef, olması gerekenin iki katı üzerindedir. Bilimsel modellemeler, bu tarihte 310 MtCO2e düzeyine inilmesini öngörüyor. Ayrıca, ara hedeflerin eksikliği, 2038 sonrası dönemde çok keskin bir düşüş zorunluluğu doğuruyor.
Fosil bağımlılığıyla çelişen gelecek
Türkiye, 2024 itibarıyla Avrupa’nın en büyük kömürle çalışan elektrik üreticisi konumuna geldi. Ancak kömürden çıkışa dair net bir takvim sunmadı. 2025 yılına kadar planlanan 270 sondaj operasyonu ve yerli fosil kaynak üretimini artırma politikaları, iklim taahhütleriyle derin bir çelişki içinde bulunuyor. Aynı şekilde, ülkenin enerji merkezi olma vizyonu, doğalgaz bağımlılığını artırarak yeşil dönüşüm stratejisini sekteye uğratıyor.
İklim politikalarının uygulanmasında kurumsal kapasite ve düzenleyici çerçeve eksikliği, Türkiye’nin önündeki bir diğer önemli engeldir. Gelişmiş ülke statüsüne dair devam eden tartışmalar, politika alanında belirsizlik oluşturuyor. Ve şeffaflık, izleme ve değerlendirme mekanizmalarının yetersizliği, ilerlemenin izlenmesini zorlaştırıyor.
Enerji bağımlılığı
Türkiye enerji ihtiyacının büyük bölümünü ithalat yoluyla karşılıyor. Doğalgazın tamamı, petrol ürünlerinin %91’i ve kömürün %77’si yurt dışından temin ediyor. Ana tedarikçi olarak Rusya öne çıkıyor. 2001-2021 arasında enerji tüketiminin ikiye katlandığı, 2050’ye dek elektrik talebinin %55 oranında artacağı öngörülüyor.
Enerji sektöründeki dönüşüm yalnızca finansal değil, aynı zamanda teknolojik bir sıçrama da gerektiriyor. 2030’a kadar kömürden elektrik üretiminin sonlandırılması, yerli güneş ve rüzgâr yatırımlarının artırılması, karbon yakalama teknolojileri ile pil depolama altyapısının geliştirilmesi bekleniyor.
Karbon fiyatlandırmasının ton başına 50-70 dolar arasında değişebileceği tahmin edilirken, Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) hayata geçmesi sanayi sektörünün uluslararası rekabet gücünü etkileyebilir.
Türkiye’nin karbon yoğun sektörleri, dönüşüm sürecinde ciddi uyum sorunlarıyla karşılaşıyor. Üretim sektörü Avrupa ortalamasının üzerinde emisyon üretirken, inşaat sektörü enerji verimliliği açısından AB standartlarının gerisinde. Kömür bağımlı bölgelerde adil geçiş süreçleri önem kazanıyor ve işgücünün yeniden eğitimi ve sosyal destek mekanizmaları hayati hâle geliyor.