Parasızlık Dedi ki: En Yıkıcı Olan Benim! Parasızlık Üzerine Yazılmış Bu Yazıyı Mutlaka Okumalısınız!

Parasızlık hepimizin -ya da birçoğumuzun- belli dönemlerde muzdarip olduğu, belini büken bir şey.

Onun yüzünden, ayak üstü rastlayıverdiğin eski bir dostunu hiçbir yere davet edemez, kendine yeni bir gömlek alamaz, veresiye hesaplarını bir türlü kapatamaz, ev kirasının karabasınından ne ay sonlarında, ne de ay başlarında yüreğini kurtaramaz, sevdiğinle boğaz kıyısında baş başa bir bira içmeye bile gidemezsin.

Ekşi Sözlük'teki parasızlık başlığına terelelli temcik'in yazdığı bu yazı, parasızlık üzerine yazılan en güzel yazılardan belki de...

Parasızlık insana beleşe dünyalar kurdurur; olmayan başarılar yarattırır. Ama ilk parasızlık en zorudur sonraki parasızlıklar sırtını tesellilere dayar. 

Parasızdım ben okul hayatım boyunca; nasıl bir yer ettiyse içimde; bir fobiye dönüştüyse artık; haftada 7 gün, günde bazen 18 saat çalıştığım oldu okul bittikten sonra. 

Dişlerim delice kamaşmasına rağmen, demir tabldot tabaklarda demir çatalla, her seferinde mide bozan fabrika yemekleri yedim, 800 derecede metal eriten kazanlar arasında gezdim en hamile hallerimle. İş ki parasız kalmayayım; bir daha açlık görmeyeyim istedim. 

Bir dönem mobbing vardı iş yerimde, iş arıyordum delice; üstelik ikiz bebeklerim var daha 9 aylık. Bir abim dedi ki; 'aramayıver iş, tek maaşla hayatta kalma sınavı verin bir süre, kapanın içinize, ben en güzel günlerimi sürgünde, her gün bulgura talim ederken yaşadım. çocuklarımla en güzel vakti o dönem yaşadım. en çok o dönem aşık ve hayrandık eşimle birbirimize' 

hayat o yana savurdu sonra, bırakıverdim işi, her gün daha 1 yaşına gelmemiş 2 çocuğu 14 saat terk etmek, bütün gün çantama sakladığım serçe parmak uzunluğunda çoraplarını sevmek, bir de üzerine azar kıyamet çekilmez dedim. 

Hayatı komple değiştiriverdik 3-5 ayda, İstanbul'a taşındık. Kan kusup kızılcık şerbeti içme dönemi başladı. Tek maaşın yarısını kiraya, kalan yarının 5/2'sini aidat ve yakıta, 1/5'ini bebek bezi ve ıslak mendile verince başkalaşıverdi hayat,

ve hayatımın en özlemle andığım, en parasız ama en içimi ailemle dolduran 1,5 senesini yaşadım. 

3 market vardı 1 kilometrekare içinde; ben her bir kalem ihtiyacın hangisinde ucuz olduğunu bilir, elime, belime, ayağıma üşenmez o markete giderdim. 

Şampuan Migros'tan alınırdı, yeşillikler Carrefourdan, kalan çoğu şey Dia'dan. 12 tl'ye 8 kişi ağırlayabiliyordum. 4 tl'lik tavuk göğsü ve 0,75'e 3 yumurta alıp tavuklu krep yapıyordum, 1,25'e krema, 0,50'ye makarna, 2 tl'ye mantar ile kremalı mantarlı makarna kalanla da yeşillik alıp salata. Birileri 'bu makarnanın porsiyonu valla 20 tl bizim oradaki kafede' dedikçe keyiften coşardım. 

Çocukları bebek arabasına koyar markete kadar otursunlar diye şarkı söylerdim. Markette çocukları bir arabaya aldıklarımı başka arabaya koyar, 2 araba sürerdim. O arada çocuklar raftan ne buldularsa arabaya atarlardı, kasada ayıklardım. Mahcubiyetimden herkese sıramı verirdim, iş uzardı. 

Sonra torbaları market arabasına takardım, çocuklarla bebek arabasını iterdik eve kadar.

Kira ve yakıt çıkınca elimize asgari ücretten az kalıyordu galiba, öyle açlık sınırında da değildik aslında. Ama bebek bezi ve çocuklara hatırlanacak bir yaşam sunma hevesi zorluyordu. ,

Eve yakın bir sinema vardı, halk günleri yani çarşambaları öğlen seanslarında bir kız olurdu gişede. 2 çocukla gelince tek tam bilet ücreti alır ona da kendi telefon hattının kampanyasından ekstra indirim yapardı. Ben o çizgi filmi koca İstanbul'da 3 kişi girip en ucuza izleyebilen insan olmanın gururu ile dönerdim eve. 

Bir AVM'nin ücretsiz çocuk oyun alanı vardı. oraya götürürdüm çocukları arada. Dolmuşla gidersek; ikisini birden kucağıma alır tek kişi öderdim. Öğlen yemeğinde de kaçamak yapardık çocuklarla, 2 lahmacun alırdım. Bazen tekini bitirebilirlerdi; biri bana kalırdı. İkisini bir yediklerinde ben lahmacun yanında verilen salatayı yer, çocuklar çok güzel yedi diye mutluluktan doyardım. 

Çocukları öğlen uykusuna yatırıp; hızlıca her güne bir cam denk gelecek şekilde cam siler, herkes uyuyunca televizyonu açar karşısında ütümü yapardım. O saatleri kendime ayırdığım saatler sayar, ütü gömleklerin üzerinde kırışıklıkları aça aça ilerlerken, gündelik işe gelen bir kadının bu işler için kaç para alacağını hesaplar; tasarrufuma gülümserdim. Evimizde çorapların en düzgün katlandığı, çocuk çamaşırlarının iç dış ütülendiği, çekmecelerin en düzgün olduğu dönem, kendimi eve ve aileye adadığım o dönemdi. Düzgün katlanmış ve doğru eşlenmiş çoraplar kendi küçük zaferlerimdi. 

Ben süpürge yaparken; çocuklar elektrik süpürgesinin üzerine otururlardı, trencilikle karışık temizlik yapardık. Kuru vileda uydurmuştum, ben ıslak silerdim, çocuklara birer kuru bez verip, 'buraları kuru vileda yapın' derdim. 2 yaşında aldıkları en büyük sorumluluk sayarlardı ve cidden güzel kurularlardı. 

Çocukların dağınıklığı batmazdı, toplamaya yüksünmezdim. Balkon fayanslarında sulu boya yaptırırdım, banyo duvarlarına pastel. Onlar yatınca 2 saat boya temizlerdim. 

Kocam halden anlardı bunaldığımda, 'ben çok yorgun değilim sen dışarı çık istersen, değişiklik olsun' derdi. Ben evde 2 bira çakardım, dışarıda arkadaşlarla gittiğim mekanda tek. dolmuşlar bitmeden dönerdim eve. Dolmuştan eve yürürdüm 1 kilometre, hem taksiye para vermeyeyim hem de açılayım biraz derdim. 

Evde kocayla en uzun sohbetler o zamanlara rastlar. Ben bir tek günlük gazeteyi reklamlarının küçük notlarına kadar okurdum. Akşamları özetlerdim. O da bilmediğim plaza hayatını anlatırdı bana. bıkmazdık. Her zaman alkol olamazdı evde, birer kahve ile de zaman zaman gece yarılarını geride bırakırdık. 

Hafta sonları çocukları yakınlardaki bir basket sahasına, parka götürürdük. Yanımıza evden kek alırdık. Yürüme mesafesinde geçen uzun hafta sonları yaratırdık. 

Bazen çocuklarla babayı karşılama konseptleri yaratırdık. Resimler çizer duvarlara yapıştırırdık, sokak kapısının önüne şakacıktan barikatlar kurardık. 

Her yemeği çocuklarla beraber yapardık. 2 yaşında yumurta kırmayı öğrendiler, başlarında durmam şartı ile puding karıştırmayı mesela. 

Sonra çocukların okul zamanı geldi, okulla birlikte işlevsiz kalacaktım ben. Ve eldeki yetmeyecekti okula, masrafına.

Ben yine döndüm mutsuz duvarlar arasına. Sonra yine başka işler, kendi işimi kurmalar, parasız kalmamak için kimsenin beğenmediği paralara oturup işleri kendim yapmalar derken; şimdi ne yalan söyleyeyim baldosundan alıyorum pirincin bir şekil. Hala makarnaya 30 kağıt vermiyorsam; nedeni paranın nasıl kazanıldığını bilmemdendir ve o makarnanın ne kadar kolay piştiğini. 

Ama hiç bir lokanta, hiçbir sinema o zafer hissini yaşatamadı bir daha bana.harcamadıkça mutluydum, almadıkça daha zengin. Tek bir terlikle koca yazı, bir tek kot ile koca seneyi geçirmek zaferdi. Saatim çoktu. Kendimi adamak isteğim sonsuzdu. 

Para kazanmak ve kazanmamak arasındaki süre bana özgüven verdi. Hayatta kalabilirim ben her şartta. Var olurum bir şekil. Bundan sonrası sadece tercihlerimdir. Ben hayatta 2 kez çıktıysam parasızlıktan; birinde kölece, birinde bir zevki ve bol zamanı geride bırakarak; bedel ödemeyi göze alan herkes de çıkabilir. 

Bedel ödemeden olmuyor lakin, zihnen, fiziken, manen yorulmadan olmuyor. 

Hayat genel adı bunun; iyi bir yanını bulabildiğin kadar elindekinin, o kadar çekilir oluyor.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!