Özlem Gökbel Yazio: Kaybolan Değerlerimiz

“Hey! Komşuculuk oynayalım mı?”

‘Komşuculuk’ gerçekten de oyundu bizim için önceleri. Büyüklerimizden gördüğümüz hemen her şey gibi bunu da taklit ederdik. Komşumuz eğer çocuklu ise annemin sosyalleşelim diye bizi de yanında taşıdığı komşu ziyaretlerinde görgümüz artardı. Sonra evde sıkıldığımız günlerde kardeşim üst kat komşum olurdu; pembe plastik minyatür çay takımını hazır eder, ortaya bir de kakaolu kek koyardı hayali, ben de misafirliğe giderdim ona: “Ding dong! Merhaba komşu, bir çayını içmeye geldim!” Ne konuşurduk ne kadar sürerdi, hiç hatırlamıyorum, sadece duygusu kalmış, puslu bir paylaşım hissi.

Bu sabah, karşı komşumuzdan beni hayli buruklaştıran bir mesaj aldım.

Bu sabah, karşı komşumuzdan beni hayli buruklaştıran bir mesaj aldım.   

“Özlemcim günaydın, nasılsın? Canım kusurumuza bakmayın ne olur, sana ve eşine hoşça kal diyemeden biz evden bu sabah erkenden taşındık. Son iki hafta içinde çok hızlı gelişmeler oldu, ev satıldı ve hemen toplanıp çıkmamız gerekti. Sizlerle tanıştığıma çoook mutlu oldum. Bütün desteğiniz ve güler yüzleriniz için çok teşekkür ederim. Bir kahve içecektik onu artık başka bir vesileyle belki Datça'da gerçekleştiririz.

Tekrar güzel komşuluğunuz için çok teşekkürler. Kendinize çok iyi bakın, sevgiler 🤗💕

Not: Onlar da bizim gibi yazları Datça’ya gidiyorlar. 

Olay paralel bir evrende mi cereyan etmişti, biz tatile falan mı çıkmıştık? Nasıl oldu da hiç hissetmedik? Yaklaşık 4 sene önce karşı dairemize tek başına taşınan avukat kızla eve girip çıkarken karşılaşmış, tanışmış, hayırlı olsun demiş hatta eski komşuluk günlerine özenerek, bir kahveye gelmek istediğimi de söylemiştim. Biz o kahveyi içene kadar komşum bir hayat arkadaşı edindi, geçenlerde evlendiler. Tesadüfen Instagram’da gördüm de haberdar olduk. Yeni eve hayırlı olsun kahvesi evlilik tebriki kahvesine dönüştü. Ha bugün ha yarın gidelim derken, sabah oldu erken… Koca koca seneler aktı, pandemiler geçti, mevsimler üst üste bindi, o kahve içilemeden komşumuz evli bir kadın olarak İstanbul’un diğer yakasına göçtü.

Sabah sabah içim bir tuhaf oldu. Biz hangi ara geldik bu hale dedim, kendi kendime.

Komşumun bir kahvesini içemedim, onu komşuluğundan dolayı onore edemedim. Bu yokuşlu, bitişik nizam İstanbul sokağından bir türlü taşınamama sebebimizin aslında komşuluk örnekleri ile dolu mahalle duygusu olduğunu hatırlayıp, hayıflandım. Bir akşam anahtarı evde unutup sokakta kaldığımda, çilingiri beklerken -hala hiç tanımadığım(!)- insanların bana evlerinden ince belli bardakta çay getirdiklerini utanarak anımsadım. 

Sonra apartmanımızda yaşayanlar hakkında -kâğıt duvarlardan gelen seslerden kısıtlı tahminlerimiz olsa da- hiçbir şey bilmediğimizi fark ettim. 2 üstümüzde oturan doberman sahibi çift hariç; onlarla köpekleri gezdirirken sohbetimiz olurdu ayak üstü. Komşu dediğin yuvanın dayanağı idi. Tam yemeğe otururken limonun bitmişse imdadına yetişen, sigorta atarsa sana mum tutan, unutulduğun bayramlarda kapını çalan, hastaysan ilaç olan, tatile çıkarken çiçeklerini emanet ettiğin, aynı havayı soluduğun, aynı kornanın irrite ettiği, aynı kedi miyavlamasının içini burktuğu… 

Biz hakkını verememişiz komşuluğun. Üzgünüm.

Modernizmin buldozer gibi ezip yok etmekte olduğu pek çok kavram var.

Evet çağ değişiyor, sistem bazı şeyleri elemek zorunda, yeni anlayışlara, yeni alışkanlıklara yer açılması gerek. Ancak yine de bazı toplumsal değerlerin -yaşadığımız çağdan bağımsız- özenle korunmasının hiçbir mahsuru olmadığı gibi, ‘insan kalma’nın da faydasına olduğunu düşünüyorum, naçizane. Zaman zaman üzerinde düşündüğüm bir konuydu ‘kaybettiğimiz değerler’ meselesi, beni bu yazdığım hadise ile “komşuluk” olgusu üzerinden titretti. Sizi de hayıflandıran farklı temalar oluyordur zaman zaman, eminim.

 ‘Komşuluk’ halen nispeten yer yer kimi duyarlı insanlarca korunan bir değer. Ama onun da; şimdilerde büyüklerimizin pamuk ellerinden öpmek, onları hatırlamak yerine sadece şehirden kaçmaya vesile olan bayramlar gibi; ailece oturulan sofralar ve göz göze-kalp kalbe edilen sohbetler gibi; “arkandan ağlar” cümlesi ile büyütülen bir neslin tabağındaki bir pirinç tanesine dahi gösterdiği saygı gibi; insanların birbirine “nasılsın” diye sorarken ki içtenliği ve karşısındakini dinleme isteğindeki gerçeklik gibi; insanların hayatla (ya da birileriyle) yarışmadığı günlerdeki sabrın erdem değil de, doğal bir meziyet olarak görülmesi gibi; israftan uzak durup, ayağını yorganına göre uzatmak gibi; ihtiyacı olana otobüste yer, kuyrukta sıra vermek, yani çıkarsız yardımlaşma gibi; büyüklere, öğretmenlere, emekçilere, zanaatkâra saygı gibi; tevazu gibi… nesli tükenmekte olan daha nice toplumsal değerimiz gibi sonu kaçınılmaz gözüküyor. En azından bazılarını korusak fena olmaz mı? Ne dersiniz?  

Instagram

Web

Linkedln

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
YORUMLAR
17.09.2022

Ev alma komşu al diye boşa dememişler kesinlikle katılıyorum…

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ