Öyle değil mi ama? Ya soyumuz göçmendir, aile büyüklerimiz bir yerlerden daha iyi yaşamlar uğruna bu topraklara göçmüştür veya zorla gönderilmişlerdir ya da sizler/aileleriniz bu diyarları terk etmiş ve başka topraklarda daha huzurlu / daha adil / daha müreffeh hayatlara yelken açmışsınızdır. İkisi de değilse, büyük ihtimalle ruhunuz göçebedir. Ve de nihayetinde hepimiz o gün (!) geldiğinde bu yaşamdan göç edeceğizdir… #Göç; var oluşun kaderinde yazılı bazen kara, bazen ak, çoğunlukla gözyaşlarıyla dağılmış bir imza, fikrimce…
Annemin babasının ailesi Kafkasya’dan, anneanneminkiler de Cezayir’den gelmiş Türkiye topraklarına. Babamın büyükleri de çocuklara dadılık yapsın diye ‘çakır gözlü Sabriye Nine’yi Arnavutluk’tan gelen mültecilerden evlat edinmişler. Onlar ebediyete göç ettiklerinde ise küçüktüm ben, bugünkü bilincimle hikâyelerini kendi ağızlarından dinlemeyi çok isterdim, olmadı. Hassasım bu konuda, özellikle yurtlarını bırakmak zorunda kalıp, gönülsüzce, mecburiyetten göçenler, onların başlarına gelenler, Aylan Bebek gibi karaya vuranlar ya da mülteci kamplarında hayata küsenler konusunda… İnsanlığın değişmeyen yazgısı bu. Kasım ayı sonunda yayımlanan yazımda daha keskin, rakamlarla işlemiştim bu meseleyi. Bugünse sanatla bize aktarılan çarpıcı bir hikâye; multidisipliner sanatçı Serina Haratoka Tara’nın atalarının 157 yıl önce yaşadığı Çerkes Sürgünü’ne gerçek bir AĞIT niteliğinde ürettiği çarpıcı eseri üzerinden aktarmak istedim. Hatta sanatçının kendi sözleri, kendi duyguları ile…