Özlem Gökbel Yazio: Dün Akşam Bayağı İyi Bir Kulübe Gittim!

“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yön veremez!”

                               K. Atatürk 

Başlık ve açılış cümlesi ne alaka dediniz değil mi? Haklısınız, tuhaf bir tezatlık var. Neden böyle yazdığımı anlatayım.

Evet, hafta sonu iki gece üst üste aynı kulübe gittim. Dekor mükemmel, kostümler harika, ışık çok iyi, müzikler efsane, danslar hoş, solist nefes kesici idi! Tüm bunlara bayıldım ama eğlenemedim. Coşkuyla girdiğim kapıdan hüzünle çıktım. Oysa insanlar tüm dertlerinden uzaklaşmak, eğlenmek, hatta kendilerini kaybetmek için giderler kulüplere, öyle değil mi? Bense kendimi kaybetmek yerine Türkiye’min kenarları yıpranmış ve iyice sararmış siyah/beyaz fotoğrafını bu kez farklı bir çerçevede buldum. Baktım, hatırladım, iyi hissetmek isterdim, hissedemedim. Bu topraklarda insan fikri ve eylemiyle hasıl olmuş geçmişimizi bilmeden geleceğimize nasıl yön verebiliriz ki dedim, Atamız’ı anarak, tam da 10 Kasım yaklaşırken.

Siz anladınız konuyu. Mevzu; evimize bayram ziyaretine oturmaya diye gelip, süresiz yatıya kalan misafirimiz, tatlı bela bağımlılığımız #Netflix in bol sükseli yeni dizisi #KULÜP:

Netflix Türkiye’nin başarılı iletişim ajansı Golin İstanbul’un her zamanki gibi akıllıca yürüttüğü PR çalışmaları sayesinde neredeyse tüm medyada yer alarak, yayına girdiği 5 Kasım Cuma günü bir lokmada tüketilen yeni yapımı. 

Türkiye’de beyazperdede (ve beyaz ekranda) ışığı, çekim teknikleri, kurgusu, diyalogları ile Batı standartlarında işler yapılabiliyor olmasını, geçmişte sinema okumak isteyen, bunu yapamayıp çeşitli kurslara giden, sinemacılarla çalışan, hatta uzun metraj bir film deneyimi bile olan bir 7.sanat sevdalısı olarak çok ama çok isterim her zaman. KULÜP öyle bir çalışma olmuş. Her açıdan O3 Medya’yı yürekten tebrik ediyorum. Dekor, kostümler, ambiyans her detayıyla bizi 1950’ler İstanbul’una götürüyor; baş rollerde izlediğimiz Gökçe Bahadır, Fırat Tanış, Salih Bademci, Barış Arduç, Asude Kalebek, Metin Akdülger gibi ‘nispeten’ yeni nesil oyuncular bizi büyülüyor; Fazıl Say’ın bestesi de dahil olmak üzere kullanılan müzikler bizi bizden alıyor. Her şey 4x4’lük. (İlla eleştirmek gerekirse repliklerin ses layerı biraz geride kalmış diyebiliriz belki, konuşmaların çok net anlaşılmadığı yerler var. Bir de tarihsel sıralamaya göre dizinin ana konusunun en erken 1960 senesinde geçiyor olması gerekirdi sanki! Oysa kurgu 1955leri işaret ediyor!)  

Genç bir kızın işlediği cinayetle başlayan dizi, olaydan 17 sene sonrasında devam ediyor, ama biz asıl hikâyeyi, ‘kim gerçekte kimdir’i, ‘memlekette neler olmuş’u aralardaki ‘flashback’lerle daha iyi anlıyoruz. Odağına dönemin eğlence anlayışında devrim yaratan bir gece kulübünü alan dizide vakıf olduğumuz aslında ‘evrensel insanlık ayıpları’… Ve dizinin Kasım ayında yayınlanıyor olması da anlayana şahane bir gönderme. 

Neden mi? 

11 Kasım 1942 senesinde çıkarılan #VarlıkVergisi kanunu hakkında zamanın başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun, basına çok sonra yansıyan sözleri, konuyu toparlamama yardımcı olacaktır: 

'Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.

'Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır. 

Dönemin milliyetçi(!) yaklaşımı ile kanun mecliste hiç itirazsız kabul ediliyor; aralık ayının ortasında İstanbul'da kurulan üç komisyon tahakkuk eden vergi listelerini açıklıyor ve bu vergilerin %87'si gayrimüslim, %7'si müslim mükelleflere yükleniyor.

Bu da yetmiyor, vergilerini zamanında öde(ye)meyenler 1943 senesinde Erzurum-Aşkale ve Eskişehir-Sivrihisar’a çalışma kamplarına gönderiliyor. Buradaki ağır çalışma koşullarına dayanamayan pek çok kişi hayatını kaybediyor. 

Ancak bir süre sonra hem New York Times gazetesinde bu kanunu eleştiren bir yazının yayınlanması, hem de 2.Dünya Savaşı’nın ağırlığı 15 Mart 1944’de hükümetin bu kanunu tamamen ortadan kaldırmasını ve tüm borçları silmesini sağlıyor. Ama bu yüzyıllardır buraları kendi toprakları bellemiş, alın teri ile çalışmış, kazanmış gayrimüslimlerin yuvalarının dağılmasına, her şeylerini kaybetmelerine engel olamıyor. Maalesef tarihimizde böyle bir gerçek var!

Dizide Gökçe Bahadır’ın canlandırdığı Matilda bu yıkıma uğramış ailelerden birinin kızı.

Yüzyıllar önce İspanya’dan kovulan ve Anadolu topraklarına göç eden Sefarad Yahudileri’nden... Mantıken 1942 veya 1943’de işlemiş olması muhtemel cinayetten 17 sene sonra ise ülkede pek bir şeyin değişmediğini, bu kez de Kıbrıs ve Rumlar meselesinin doğurduğu derin acılara çekiliyoruz dizide. (Yukarıda dediğim gibi dikkatli izlersek aslında yansıtılan dönemin 55ler değil, 60lar başı olması gerektiğini yakalayabiliriz. Neyse, dizi bu, hayali kurgu diyelim, başarısını gölgelemeyelim.)

Hap gibi yuttuğumuz 1.Kısım’ın 6 bölümünde annelik, aile bağları, aşk, ırkçılık (kimine göre milliyetçilik), tutku, dostluk, kin gibi pek çok olgu ile yoğruluyoruz. 

Finalde; ‘Kulüp’ten çıkıp şoför İsmet’in (Barış Arduç) taksisine binmek ve ona bağırmak istiyor insan; git de, sana kör kütük aşık Raşel’i (Matilda’nın yetim kızı) sahiplen!, diye. (Bu arada Raşel’i canlandıran 22 yaşındaki Asude Kalebek’in bu ilk TV denemesi ve asi bir ergeni canlandırması ile dikkatleri üzerine çekeceği çok net.)

Ya da kulise sızıp, zamanın çok ötesindeki vizyonu ile kulübü şaha kaldıran solist Selim Songür’ü (gerçekte Salih Bademci’yi tabii) yakından görüp, tebrik etmeyi diliyor insan…

(TV ekranlarında Elveda Rumeli ile bize merhaba deyip, sadece 14 yıl içinde bin bir farklı karaktere layıkıyla can veren Bademci’nin bu dizideki ‘Oscar’lık performansı için bile izlenir bu dizi.

Dizinin kötü adamlarından Çelebi’nin (hayranı olduğum Fırat Tanış) dersini almasını, Raşel’in olgunlaşmasını, Matilda’nın gün yüzü görmesini, sokaklarında güzel şeylerin olduğu İstanbul’u izlemeyi umduğum ikinci kısmı sabırsızlıkla bekliyorum. 

Ez cümle; her filmin bir dediği vardır. Bu dizi -girişte yazdığım Atamız’ın cümlesi başta olmak üzere- alt metinlerde çok şey söylüyor bize. Ben de onu diyeyim en son 😊      

Instagram

Web

Linkedln

Popüler İçerikler

Bakanlığın Gıda İfşaları Devam Ederken En Fazla At ve Eşek Etinin Satıldığı Şehirler Belli Oldu
Gazeteci Fulya Öztürk'ün Azerbaycan Milletvekiline Ağladığı Anların Beden Dili Analizi Çok Konuşuldu
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında