Özlem Gökbel Yazio: Ben Uysalım, Sen Uysalsın, Hepimiz “Uysallar”ız

“Ben Kimim” diye başlar tüm ilk sorular. “Yaşam amacım ne?”, “Burada ne işim var?” diye de devam eder genelde bu sonsuz zincir… Harekete geçiren de çoğunlukla “Ben en son ne zaman mutluydum?” olur… Cevapları net olarak keşfeden ve yüksek sesle söyleyebilen enderdir ve o ölçüde özgürleşmiş özellerdendir. Gölgesiyle barışmıştır o. Denklemi çözemeyenlerse aynı hapishanenin (!) içinde yeknesaklığın getirdiği sıkıcılıkla kâh taşar, kâh coşar, kâh ağlar… Aynasız bir aynılıktır hayat; göstermez sana seni; en dipte, kuytudaki öz hücresinde “mış gibi” yaptırarak yaşatır. Sen bazen mutlu, bazen üzgün, bazen zalim, bazen de uysalsındır… 

Zor geçen günlerde yüzümü güldüren nadir konulardan biri de Türk sinema ve dizi sektörü.

Gerçekten çok başarılı, uluslararası standartlarda işler çıkıyor, benim de gözlerim doluyor. Aynı şekilde Pera Palas’ta Gece Yarısı ya da maalesef (!) Yakamoz S-245 gibi ekranımı hüsranla kapattığım yapımları izleyince de neredeyse üzüntüden ağlayacak gibi oluyorum. Duygusal bir ilişkim var sinemayla, elimde değil 😊 (Hayal kırıklığı meselesine sonra değineceğim. Hemen “aaa, olur mu...” demeyin.)

Vatanım Sensin’in Tevfik’i, Çarpışma’nın Veli’si, Babil’in Egemen’i, kısaca evlerimizin en sevilen -bir türlü kızamadığımız- kötülerinden Onur Saylak’ın, bu kez yönetmen koltuğunda olmasının verdiği heyecanla başladım Uysallar’ı (geçen ay sonunda Netflix evrenine giriş yapan 8 bölümlük yeni yerlimiz) izlemeye.

Başarılı sinematografisi, efsane oyunculukları, özellikle yerli dizilerde alışık olmadığımız kadrajları, senaryosu, müzik kullanımı, kurgusu ve mesajları ile neo-noir filmler tadında bir diziye kavuşmuş olmanın mutluluğu ile 2 günde bitirdim.

O tadın da damağımda kaldığını söylemeliyim. 2. sezonu çekilir umarım.

İdeal bir aile gibi gözüken Uysallar, birbirlerinden habersiz, hayal ettikleri (ya da

hayal ettiklerini sandıkları) hayatları yaşarlarken biz de onların trajik, komik ve karanlık yanlarıyla tanışıyoruz.

Uysallar hepimize ayna tutuyor, biz mecbur kendimizi görüyoruz!

“Hep yalnızlıktan oluyor bunlar. Şöyle yanımda biri olsa. Bir kişi olsa. Yok mu ya bu şehirde bir insan benim gibi?” Punk Oktay / Oktay Uysal

İlk andan sonuna kadar mesaj ve sembollerle dolu olan bu dizi derin izlemede insanı yorabilir, baştan söylemeliyim. Zaman zaman Avrupa Sineması’na koşan nitelikli yerli filmlerden aşina olduğumuz uzun-sessiz-ağır sahnelere ve fonda sinek vızıltılı geniş-ıssız kadrajlara hazır olmalısınız.

Öz-yalnızlık; öz-arayış; hapishane inşası metaforu ile yaratılmış (bir nevi) öz-esaret; şehri kaplayan sisin sembolize ettiği gizli-ikili yaşamlar, körlük ve kapanan bilinçler..

Sosyal medya bazlı toplumsal paranoya, kapitalizmi meslekler üzerinden idealize edip, bir anti-kapitalist kültür olarak punk tercihi ile ters köşeler dizinin tüm aktörleri, sahneleri ve replikleri aracılığı ile bombardımana tutulduğumuz “altyazılar”dan bazıları.

Ama bana göre Uysallar’ın en miniği Ece’nin (Nilay Yeral) hepimize hatırlatmaya çalıştığı kapitalizm ve modernizmin yuttuğu insana karşı “saf-bilge insan” modeli dizinin vurguladığı en önemli noktalardan biri!

Benim, senin, onun; istinasız hepimizin kendi dış ya da iç gerçekliğinden parçalar bulacağı, insana yakıştırılamayan ama insana özgü evrensel temalar üzerinden dönen ve hatta kadına şiddet, bürokrasi gibi evrensel sorunsallara da dokunan Uysallar’ın başarısında elbette Onur Saylak kadar isyankar ve öfkeli kahramanların yazarı Hakan Günday’ın da payı var.

Bu ikilinin, tahminimce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki yıllarına dayanan “kankalık”ları zaman içinde ünü ülke sınırlarını aşan ortak üretimlere dönüşmüş durumda.

Hakan Günday & Onur Saylak

Günday’ın ödüllü romanı Daha’nın bol ödüllü film uyarlaması ve ardından daha da bol ödüllü Şahsiyet dizisi ile “yönetmen-senarist” olarak omuz omuza çıktıkları başarı yolculuğunda, bence şimdi sırada biz varız, yani Uysallar 😊

Evet, sanki iyi-kötü bir ödülle takdir edilecek gibi geliyor bana Uysallar.

Uğur Yücel (Olcay Uysal) & Haluk Bilginer (Berhudar)

Tabii bunda senaryo, kurgu, sinematografi vb. unsurların yanı sıra oyunculukların da büyük payı olacaktır, fikrimce. Dizide rolleri paylaşanların hemen hepsi ayrı ayrı döktürmüş hünerlerini.

Bürokrasi kuyusuna kendi seçtiği yanılsamalarla bile isteye düşmüş, bir türlü çıkartmadığı at gözlüğü ile çevresinde yoğun bunaltı yaratan, bu tercihler sonucu ailesinin bile kendisini terk ettiği, katıksız yalnızlığına imzayı “Avrupa’nın en iyi hapishanesi”ni yapma takıntısı ile atmayı umut eden devlet görevlisi Berhudar’ı canlandıran Haluk Bilginer ve babasının zoruyla gittiği askeri okul disiplininin kendisini bir nebze bile hizaya sokamadığının farkına varmadan benzer bir diktayı oğlu Oktay üzerinde deneyen, sevmesini bilmeden aşka tutulmuş, etik değerlerle 60’ından sonra yeni yeni tanışan emekli dul Olcay Uysal’a hayat veren Uğur Yücel gibi iki dev ismi bir arada izleme şansını bir daha nerede yakalarız bilmiyorum.

Zaten çok beğendiğim Songül Öden, zamanında işletme mühendisi iken Oktay’a aşık olup, iki (sorunlu!) çocuk doğurup, “evinin kadını” moduna geçen, sonra da hızla geçen yılların paniği ile kendisini gençleştirme ve “yeniden hatırlama” derdine düşen Nil Uysal’ı canlandırırken bu kez bende hayranlık uyandırdı.

Öner Erkan (Oktay Uysal) & Songül Öden (Nil Uysal)

İş bulmak için çaldığı kapıların yüzüne kapanması sonucu aidiyet uğruna girdiği roller, Oktay ile paylaşımları gün be gün azalırken aralarındaki mesafenin de hızla artması, kimsece umursanmayan yalanlar, başka tenlere, başka dünyalara çıkılan arayış seferleri, buhar olan mutluluğu bulma ümitleri, “eskiden ne güzel…” diye başlayıp, “Allah belanı versin”e dayanan monologlar… Duy beni, gör beni çığlıkları ve en sonunda ıslak bir sessizlik… O aynı çıldırtıcı yalnızlık kuyusuna çekilen biri daha.

Geçenlerde bir söyleşide bu proje için; “Nazarlık olarak üzerimde taşıyabileceğim bir iş olacak benim için hep,” demiş … “Söylemek istediği şeylere saygı duyarak, dertlerini de yüreğimde taşıyarak oynadım. Bu yüzden benim için çok kıymetli bir proje,” diye de eklemiş. Çok iyiydin Songül Öden, çok.

“Hani deniyor ya

Bunu alan bunu da aldı diye

Meğer bütün hayatım öyleymiş benim

Maaş alan kredi de alır

Gittik aldık

Kredi alan araba alır

Araba alan ev de alır

Ev alan bilmem ne de alır

Sonra bir baktım

Bunu alan bunu da aldı diye diye

En son artık mezar yeri bakıyordum Fevzi

Baya bildiğin aile mezarlığı alacaktım artık

44 yaşında..”

“Punk Oktay / Oktay Uysal

2020 Fevzi Bar - Ankara

Şahsen bugüne dek nispeten daha hafif rollerde izlediğim Öner Erkan’ın (Oktay Uysal) oyunculuğunun beni şaşırttığını itiraf etmeliyim.

Neredeyse ikilemlerin çoğunu sırtlanan biri için taşıdığı yükün üstesinden başarıyla gelmiş. Arzularını gömerek 44 yaşına ulaşmış; kapitalist düzenin ayakları yerden kesişini sembolize eden, şehre neredeyse bulutların üzerinden bakan bir gökdelen dairesinde ailesiyle gayet iyi şartlarda yaşayan; ama o aileden aşk-evlat sevgisi ve sorumluluk duyguları tükenmiş olarak topuklayarak “kendini bulmaya” kaçma dürtüsünde; tüm “hayır”ları sessiz çığlıklarla içine atan; işini iyi yapan, saygı gören buna rağmen silik, ezik, korkak bir mimar olmaktan kurtulamayan Oktay gerçek bir “Uysal” olmuş. Tepkisiz, hissiz, sağır ve dilsiz. Bu tükenmişlik ve kaybolmuşluk esnasında gençliğinde yaşadığı “punk” yaşam tarzına gene “mış” yaparak geçmeye çalışması bile beceriksizce Oktay’ın. Çünkü ruhu kendi kaosunda kayıp. Çünkü hayatı baştan sona bir “taklit”ten ibaret.

Gündüzleri mimar Oktay, geceleri Punk Oktay maske değiş tokuşunda, bu bölünmeyi rolün icap ettirdiği beceriksizlikle yansıtacak oyuncu seçimi için ben yine Onur & Hakan ekürisini tebrik edeceğim.

Öner Erkan (Oktay Uysal)

Oyuncu kadrosunda gördüğüme sevindiğim İbrahim Selim (Mert) ve Serkan Altunorak (Suat) da dizinin yapımcılığını üstlenen Ay Yapım’ı mahcup etmemişler.

Bana kendi ütopyamdan vazgeçmememi hatırlatan, en başta söylediğim “özgürleşmiş özellerden” olan Moloz Arif’e (Durukan Ordu) ise teşekkürü borç bilirim.

Belki bir gün bende kendi Tornistan’ı mı kurabilirim 😊

Netflix’e teşekkür mü edeyim, yoksa neden bu “kaliteli yapım” prensibini istikrarlı bir şekilde sürdürmüyor diye kızayım mı bilemiyorum. Ya Pera Palas gibi averaj işlerle devam edin ve toplum olarak zaten kırıntısı kalmış beğeni seviyemizi iyice aşağıya çekin ya da hak ettiğimizi yapın! İyisini görünce, hep iyiyi bekliyor insan😊

Velhasıl emeği geçen herkesi tebrik etmek istiyorum.

Aksiyona alışkın bünyeler başta diziden sıkılabilir, ama azmedin, mutlaka izleyin. Sağlam bir “hatırlatıcı ayna” bu dizi! Bu arada sık sık “En son ne zaman mutluydum?” diye düşünmeyi de ihmal etmeyin, yoksa sistem size illa ki hatırlatacaktır bu soruyu.    

Instagram

Web

Linkedln

Popüler İçerikler

İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler