Osmanlı Büyüklerinin Bulunduğu Nasihatler, Vasiyetler ve Sözleri

''Ey oğul! Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helale-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme!.

Zira yaratandan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz. Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygamber-i Zişan’ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer’i şerifin dışına çıkmazdı.

Allah’ın (c.c.) hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma

Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah’ın yardımına güven . Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!..

Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma!.. Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan”

“Oğul, saltanatına mağrûr olma. Unutma ki, dünyâ, Hazret-i Süleymân’a kalmamıştır. Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şefâatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir. Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan ebedî saâdeti fedâ etmeye değmediğini göreceksin. Oğul! Rumeli Hıristiyanları rahat durmayacaktır, sen o cânibe yürü. Rumeli fethini tamamla. Konstantiniye’yi ya fethet, yâhut fethe hazırla, civardaki Türk beyleriyle mesele çıkarmamaya çalış. Ahâli her ne kadar bizi istese de başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme taraftârı gözükmez. Daha bir zaman idâre edecekler, lâkin sonunda olmuş meyve gibi avucuna düşecekler. Anadolu’da gâile çıkmazsa Rumeli işini rahat halledersin. Bu yüzden Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et. Cennetmekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibâret bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah’ın izniyle beyliği hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın. Osmanlıya iki kıta üstünde hükmetmek yetmez. Zîrâ i’lâ-yı kelimetullah azmi dünyâya sığmayacak kadar yüce bir azimdir. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de biziz. Oğul, Kur’ân-ı kerîm’in hükmünden ayrılma. Adâletle hükmet. Gâzileri gözet. Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say. Fakirleri doyur. Zâlimleri ise cezâlandırmakta tereddüt gösterme. En kötü adâlet, geç tecellî eden adâlettir. Sonunda hüküm isâbetli dahi olsa, geciken adâlet zulümdür. Oğul, biz yolun sonuna geldik, sen daha başındasın. Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübârek kılsın.”

Ey oğul!

Dünyada ölümden kim kurtulmuş ki bana ağlıyorsun. Ağlayacaksan Müslümanlara ağla. Hallerini perişan bırakma.

Yerim sana kalıyor.

Doğruluktan, iyilikten ayrılma, beni de hayırla andır. Padişahlığın sermayesi doğruluktur.

Padişahlığı rahat bir şey sanma. Dünyanın en zor işi budur. Dünyada iyi bir ad bırakmaya çalış.

İşin, şanına denk olsun.

Son olarak şu sözü söyledi: “Attan inmeyesiniz!” (Yani, sürekli seferlere ve cihada devam ediniz.)

Ey Oğul! Herkese yumuşak, alçak gönüllü ve,

Daima güler yüzle davranmaya gayret et

Ben öfkeme mağlup olmam inşallah de,

Kendine ve orduna güvenip hak yolundan git.

Sakın ola sakın sen asla tevazuyu elinden bırakma,

Cenab-ı Hak beni rakibime esir düşerek cezalandırdı.

Aman ha aman Müslüman Türk'e kılıç çekip hor bakma,

Türk'e kılıç çekenleri Yüce Allah ateşlerde yandırdı.

Ölüm döşeğinde ifade ettiği şu vasiyeti ise ne denli tâkat yetmez sıkıntılar yaşadığının ve verilen ünvânı fazlasıyla hak ettiğinin bir alâmetidir: “Tez ulu oğlum Murad’ı getirin! Ben bu döşekten herhâlde kurtulamayacağım. Murad gelmeden eğer ölürsem; korkarım ki memleket yine birbirine karışır. Onun için Murad gelinceye kadar, aman benim vefâtımı duyurmayasınız!..” Bu vasiyet gereğince vefatı, şehzâde Murad Bursa’dan gelinceye dek, 40-42 gün kadar büyük bir özenle gizlendi ve cesedi tahnid edilerek (ilaçlanarak) sarayda muhafaza edildi.

 “Ey benim sevgili oğlum! Bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana verdiği üstün meziyetleri artırsın... Ey oğlum! Ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin ahiret Âleminin sonsuz nimetlerine kavuşacaklarına inanıyorum. Bunun için Rabbim’e karşı yaptığım ibadetleri, samimi bir şekilde can-ı gönülden yaparım. Ben çektiğim sıkıntıların karşılıklarının, Allah tarafından verileceğine inanıyor ve bu hususta O’na ilticâ ediyorum. Ayrıca O’nun takdirinin benim için büyük bir safâ olduğunu düşünüyorum. Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi gerçeğine yaklaşmak gerek.

“Ey oğlum! Ara sıra ecdâdımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin âkıbeti hakkında düşüncelere dalarım. Elhamdülilllah bugüne kadar hürmet ve bağlılık görerek geldik; bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım. Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim... Şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıç ve kahramanlık zoruyla mümkün değildir. Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme ve yorucu tecrübeler çok mühimdir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur. İkinci yol da tek başına işe yaramaz. Büyük muvaffakiyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek!

“Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da hakikatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir.

“Ey oğlum! Adâletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halifesisin. O, sana lütuflarda bulunmuş ve kullarının başına serdar eylemiştir; bunu unutma!..

“Ey oğlum! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbâli az çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabiilikleri olmayan kimselerdir. İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde doğru yola gelip hakikati kabul eder ve söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyduklarına uyarak yaşarlar. Üçüncüsü ise ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan ikaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler; bunlar en tehlikeli olanlardır.

“Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa sevinir, Rabbim’e şükrederim. Yok eğer ikincilerden isen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncülere dâhil olmayasın! Onlar, ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değillerdir. Ey oğul! Pâdişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere benzerler. Ancak asıl pâdişah odur ki, ellerindeki teraziyi doğru tuta. Sen pâdişah olunca, teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman Yüce Allah da, senin hakkında hayır murad eder; seni sâlihlerden kılar...”

Ben ki İstanbul fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmed, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde vakf-ı sahih eylerim. Şöyle ki:

Bu gayri menkulâtımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim.

Bunlar ki, ellerinde bir kab içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklarda tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki, yevmiye 2O’şer akçe alsınlar.

Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasbeyledim.

Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâ-istisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifayâb olalar. Orada mümkün değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze’ye kaldırarak orada şifa bulduralar.

Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda dağlara ve ormanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.

Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeğe veya almaya bizatihi kendüleri gelmeyüp, yemekleri güneşin loş karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle…

Eğer sana itaat edilmesini istersen daima hak sahibine hakkını ver ve herkese mütevazi ol, kimseye zulüm etme. Allah'ın kulu isen onun emrine uyarak adaletli ol. Allahü Teala seni bu ülkelerin saltanatına nail kıldığı için kendine gaflet uykusunu haram kıl. Zira halkın sana itimad edip uyumaktadırlar. Kimseyi öfke ile azarlama, memleket ehlini huzursuz kılma. İntikam almayı terk et; zira intikam, nikmete (intikam almaya) ve meşakkate düşürür ve kalpten sevgiyi söküp çıkarır. Şu anki kuvvet ve satvetine (kahredici kuvvetine) güvenip de kimseye zulmetme, zira bu mülk kimsede baki değildir, felek elbet senin de sırtını yere getirir.

  • Her dertli, mihnete tahammül için biraz gönlünde kuvvet buluyorsa bu kuvvet Mustafa(s.a.v.)'dan gelir. Onun için her dertli O'na minnettardır.

  • Ey gönül! Başkasından yardım ve dostluk umarak yaşama,düşmandan da korkma! Devlet ve saltanat ancak ALLAH(c.c.)'ın verdiğidir.

  • Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.

  • Devletleri yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar.

  • Ümit eliyle Mustafa(s.a.v.)'nın eteğine yapışan herkes güneş gibi ayağını feleğin üstüne basar.

  • O Peygamberlerin Padişahıdır. Diğer peygamberler O'nun ordusudur. Yaradılıştan maksat O'dur. Bu kevn-ü mekân O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış bir tufeyldir.

“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır). Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir. Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin. Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin. Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir. Sen benim el yazım bilirsin. Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir. Göreyim nice yerine koyarsınız. Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir. Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız. Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz. Muhammed) hürmetine aleyhisselam.” 

Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin. Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı. Şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster!..” 

Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir. (Hastalığı esnasında bu sandukayı Şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti.) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir. İçinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır. Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde Şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır. Fetvaları gören Şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”

II. Selim'in Vasiyeti ya da söylediği son sözleri kayıtlarda çıkmamıştır. Ancak söylediği ünlü bir beyti için son devrin ünlü şairlerinden Yahya Kemal, II. Selim’in bu beyti için, Selimiye kadar güzel bir şiir, demiştir.

Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekva-yı firâkızAteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

(Ayrılığın şikayetinin yakıcı demlerinin adamlarıyız biz. Sabah rüzgarı ateş kesilir,gülistanımızdan geçse.)

“Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan!” İşte bu mısraları Sultan 3.Murat yazmış.Parçanın sözleri ve müziği insanı etkiliyor.Çünkü bu parçanın yazılış nedeni çok farklı.Koca Sultan bunu bir sabah yatağında pişmanlık içinde yazmış.Neden acaba? Dediğimiz gibi koca Sultan bir sabah yatağında iki büklüm halde yazmıştır bu sözleri.Nedeni ise Allah Korkusu’dur.Bunuhissettiren ise o sabah kaçırdığı sabah namazıdır…

Ne acayiptir ki, bir sabah namazı için bu beste yapılmış.Bu sayede tevbe edilmiştir.Biz her gün kaçırdığımız namazlarımıza bırakın beste yaparak pişmanlığımızı dile getirmeyi, bu anı bir kere yaşayıp bestesini yapanı bile yeterince tanımıyoruz.Bu hislerin tercümanı besteyi dinlemiyoruz…Linki aşağıda paylaşıyorum dinlemek isteyen olursa.

**https://www.youtube.com/watch?v=tGyfAszzdbQ**

  •  “Benim yiğit kularım; atalarımdan beri bana sadık kaldınız. Sizi her zaman yanımda hissettim ve hissedece¬ğim. Sadrazamıma sadık kalınız ve destekleyiniz, asileri ce¬zalandırınız.”(Sipahilerin isyanını haber almasıyla birlikte İstanbul’a gelen Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’nın, Padişah’ın bir hatt-ı hümayun’unun meseleyi halledeceğini bildirmesi üzerine, ertesi gün Süleymaniye Camii önünde okunan fermanında Yeniçerilere hitâben)

  • “Ceddimiz, devletimizin kurucusu Osman Gazi Hazretlerinden, büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman’a kadar bütün padişahlar askerin önünde sefere çıkmışlardır. Dedemiz Sultan İkinci Selim’le (II. Selim) cennetmekan pederimiz Sultan Murad (III. Murat) bu usulü bozdular. Biz dahi, başlangıçta seferi paşalarımıza ısmarlamakla hataya düştük. Asker evlatlarımız bizi başlarında görmek isterler. Kararımız odur ki yakında sefere çıkacağız. Hazırlıklar tamamlansın. Küffara haddini bildirmeye gitmek gerekir”

  • (Estergon Kalesi ve Vişegrad gibi önemli kale ve şehirlerin Avusturyalıların eline geçmesi üzerine durumun kötüye gittiğini anlayan Sultan III. Mehmed’in devlet ricaline hitaben yaptığı konuşma.)

1617 senesinde ateşli bir hastalığa yakalanan Ahmed Han, artık vefatının yaklaştığını düşünüyordu. Sultan Ahmed Camii’nden ezan okunmaya başlandı. Ayağa kalkmaya davrandı. Başında bekleyen muallim-i sultani Mustafa efendi telaşla sordu:

-Devletlüm, ne oluyor?

-Toprak taşımaya giderim hocam, dedi ve ruhunu teslim etti...

Sultan Ahmed Han vefat ettiğinde daha yirmi sekiz yaşındaydı. Cenazesinin yıkanması için hocası Aziz Mahmud Hüdai hazretleri davet edildi. Ancak o; “Sultanımı çok severdim. Şimdi dayanamam. İhtiyarlığım sebebiyle beni mazur görün” buyurdu. Talebelerinden Şaban Dede’yi gönderdi. 

Genç Padişahın cenazesi; inşasında bizzat kendi elleriyle taş taşıdığı Sultan Ahmed Camii’nin yanındaki türbeye defnedildi...

Genç Osman, tahtından indirilmesinden sonra 20 Mayıs 1622 günü Yedikule Zindanı’nda hayaları sıkılıp kemendle boğulan 18 yaşındaki Sultan İkinci Osman’ın, idamından önce Sadrazam Davud Paşa’ya söyledikleri

Hain ben sana neyledim? İki defa canını bağışlayıp üstüne üstlük bir de makam sahibi ettim. Bana bu düşmanlığın nedendir? Alçak!

  • Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten hayâ ederim.

  • Bağdat'ı almaya çalışmak; Bağdat'ın kendisinden daha mı güzeldi ne!

  • _Gel beru topal zorba başı! Bre kafir, abdest al!Sadrazam Recep Paşa'yı 18 Mayıs 1632 günü idam ettirmeden hemen önce.___

  • İntikam gecikir, ama asla yaşlanmaz.

  • _Yardım almaya alışan, emir almaya da alışır!_

  • Senin gibi binlerce köle bulurum;ama İzak gibi bir üstad bulamam.”(Birgün huzurda icra edilecek Küme Faslı’na geç kalan devrin ünlü bestekârlarından biri olan İzak’ı, harem ağaları içeri bırakmamışlar ve biraz incitmişler. Perde arkasından bu hali gören padişahın fena halde canı sıkılmış ve köleye hitaben)

  • “Düşmandan intikam alınmadıkça bu kılıç kınına girmeyecektir”

  • (Tahta geçişinin ikinci gününde, Rusya ve Avusturya savaşları devam ederken yayımladığı fermanında)

  • “Ben şehzade iken böyle kara haberler işitir de kan ağlardım. Gözlerime uyku girmez olurdu. Şimdi padişahım, hâlimi bir düşünün.”

  • (Devletin içinde bulunduğu sosyal,tedrisi,iktisadi kötü durum ve savaşlardan da gelen kötü haberler üzerine ne ölçüde ızdırap çektiğini ifade ederken)

Düşünüyorum. Üç kıtaya yayılmış koskaca bir cihangirlik, on yılda bir avuç toprak haline geldi. Vebali kimin?.. Kimin olduğunu bulsak ne işe yarar, vatan elden gittikten sonra...

Kırk yıldır büyük devletlerin birbirleriyle kapışmasını bekledim. Bütün ümidim oydu ve Osmanlı'nın bahtını buna bağlı görürdüm. O beklediğim gün geldi, heyhat ki ben tahttan indirilmiş, ülkemi idare edenler de akıl ve basiretten uzaklaşmışlardı. Kırk yıl beklediğim büyük fırsat bir daha ele geçmemek üzere Osmanlı'nın elinden çıkıp gitti. 

Otuz yıl tahttan uzaklaşmamak için çalışmışsam bunun içindi. Otuz yıl ne yapmışsam, doğrusu ve yanlışıyla beraber hepsi bunun içindi. Bu sırrı kırk yıl içimde sakladım. Ahfadıma beni tanımaları için anlatacağım.  En güvendiğim sadrazamlarıma bile açmadım. Çünkü sınayarak öğrendim ki iki kişinin bildiği şey sır olmaktan çıkıyor. Oysa bunun yabancı devletlerce bilinmemesi gerekiyordu. Osmanlılar ancak böyle bir fırsatı zamanında ve basiretle kullandıkları taktirde kurtulacaklar, yeniden büyük devlet olacaklardı. 

Bu kanaate nereden ve nasıl ulaştığımı anlatabilmekliğim için tahta çıktığım günlerde dünyayı ve memleketi nasıl bulduğumu bilmek lazımdır. Ben bu kanaate o günlerde de ulaşmış değilim. Rus muharebesini kaybettikten ve bu muharebe içinde büyük devletlerin bize bakışlarını yakından gördükten sonra edindim. Tek başına yaşayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında parçalanırlar ise ve biz de bu parçalardan birinin vazgeçemeyeceği kuvvet olabilirsek yeniden dünya için söz sahibi olabilirdik. Büyük devletler arasındaki rekabetin eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi. Öyleyse Osmanlı Devleti böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikelerinden uzak yaşamalı ve çatışma günü ağırlığını ortaya koymalıydı. İşte benim 33 yıl süren siyasetimin sırrı. 18 Mart 1917

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
YORUMLAR

Paylaşandan da okuyandan da Allah razı olsun. Abdülhamit Han'ın uluslararası siyasetini şimdi ingilizler uyguluyor. Sessiz ve derinden...

Aman ha aman Müslüman Türk'e kılıç çekip hor bakma, Türk'e kılıç çekenleri Yüce Allah ateşlerde yandırdı.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ