“Bundan sonra ne olacak” kapsamında bölünme ihtimalini ayrıca soracağız. Ancak öncesinde: “Doğru olduklarına halen inanıyorlarsa Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Mardin Büyükşehir Belediyesi, Van Büyükşehir Belediyesi ve Dersim-Tunceli Belediyesi’nde özerklik ilan etsinler o halde. Aynı politikalar devam etsin bakalım netice nasıl çıkacak?” diyen Altan Tan’ı nereye koyuyorsunuz?
Altan Tan benim için çok mümtaz bir yerdedir. Muhtemelen birçok konuda taban tabana zıt düşünceler savunabiliriz, ama Altan Bey bu partinin en kıymetli vekillerinden birisidir. Yaptığı değerlendirmeye dair; söylerken böyle bir fotoğraf çıkacağını öngördü mü bilmiyorum ama bu tarz yaklaşımlara ben şurasından eleştiri getiriyorum: Kendilerini dışında tutarak değerlendiriyorlar. Altan Tan’a sitemim ancak bununla sınırlı olur. Bunun bizi ilerletici bir mantık olduğunu düşünmüyorum, ben ne kadar HDP’ysem, Altan Bey de o kadar HDP’dir. Tersi de bütün arkadaşlarımız bakımından aynı şekildedir. Kamuoyunda yaratılmak istenen algıya rağmen Altan Bey, çekirdek yaşantısından siyasi düşüncelerine kadar demokrasiyi içselleştirebilmiş önemli yoldaşlarımızdan birisidir.
Sizin PKK’ya yönelik eleştirileriniz var mı?
Var.
Nedir?
Hepsini kendileriyle tartışıyoruz.
Ama söyleşide dile getirmeyecek misiniz?
Onlara da söyledim, kamuoyunun bilmesinde de bir zarar yok, o da şu: Uluslararası konjonktüre gereğinden fazla anlam yüklemenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bunu Rojava ve bölge özelindeki bütün gelişmeleri katarak söylüyorum.
ABD ile ilişkiler mi kastınız, somutlaştırır mısınız?
Tabii ki, ABD, genel olarak Batı’nın YPG’ye, PYD’ye yaklaşım biçimine bir anlam yüklememek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü görüyorsunuz 3 milyar Euro verdiler, hazırlayıcılığı ve sorumluluğunda çok büyük pay sahibi oldukları bu savaşın sonuçlarını, insani yükünü yani savaş muhacirlerini kendi kapılarından uzaklaştırdılar, bizim topraklarımıza ihraç ettiler. Konjonktürel olarak salt faydacı davranabileceğini defalarca göstermiş bir anlayışın bu hareketi olumlamasına fazlaca bir anlam yüklememek gerektiğini düşünüyorum.
Bir parantez: ‘Kaçak çay’ tartışmasında “MGK’da kararlaştırılan bir politika ile biz Kandil'e gittik” dediniz. Bu nasıl bir onaydı ve size nasıl bildirildi? MGK’dan onay alınarak yapılan bir Kandil ziyareti nasıl oluyor?
Bir kesim bildiğim var, bir kesim duyumlarım var. Duyumlarım şu, açılımdan önce, açlık grevleri sürerken yapılan MGK toplantısında hükümet askere dönerek “Bununla mücadele için bir eksiğiniz var mı” diyor, asker de “Silahla çözülemez” diyor. Bunun üzerine “Biz hem Öcalan’la, hem Kandil’le görüşeceğiz” dendi. Bu da suç mevcut cari düzlemde. MGK’nın kamuoyuna açık olmayan bir yönetmeliği var, orada kriz yönetimi denen bir fasıldan, yasal müstenit oluşturuldu gidiş gelişimize. Daha sonra çözüm çerçeve yasası çıkarıldı sözüm ona ve bu müzakereler yasal bir zemine oturtuldu. Ama adı üstünde o bir çerçeve yasadır, altı yönetmeliklerle, kurumlarla doldurulmalıydı. O konuda hiçbir adım atılmadı. “Bu MGK’da kararlaştırıldı” dediğim de hükümetin ileride askerden ya da toplumun farklı kesimlerinden bir ithama maruz kalmamak için bizim bütün İmralı ve Kandil ziyaretlerimizin olağan MGK toplantılarında kararlaştırıldığını, tartışıldığını biliyorum.
Dolayısıyla sizden imzalı bir kâğıtla Kandil’e gitmeniz rica edilmedi?
Hayır.
Bu durumda benzin paraları HDP bütçesinden mi karşılandı?
Tabii ki, en azından benimki, kara yoluyla gittiğim için.
İktidar kanadı “Özerklik fantezi, HDP muhatabımız değil, silahlar betona gömülene, tek terörist kalmayana kadar mücadele” derken sizce bundan sonra ne olacak?
Hükümetin bu belirlemesi gayri ciddi. Dünyanın hiçbir yerinde fanteziler ceza soruşturmasının konusu olamaz. Bir fanteziyse, fanteziyi dinler geçersiniz. Ben bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Devlet açısından da, PKK açısından da. Başka bir düzlemde bağımsız gözlemcilerin eşliğinde yeni bir süreç başlayacaktır, gününü bilemem ama seyri böyle olacaktır.
Gün olmasa da bir dönem var mı aklınızda?
Baharla birlikte kendimizi böyle bir zeminde bulmalıyız diye ümit ediyorum.
Ümitten bir adım öteye taşıyarak “olacak” diyorsunuz.
Salt bir temenniden, ümitten ibaret değil.
“Yeni bir süreç” olasılığını ümitten öte görmenizi sağlayan gelişmeler neler?
Öcalan’ın ve Kürt tarafının savaş değil, statü sahibi olarak birlikte yaşam iradesinin tanığı oldum, buna dayanarak söylüyorum.
Yakın geleceğe dair umut içeren nadir açıklamalardan biri olduğu için açar mısınız; sizce yeni süreç nasıl başlayacak, taraflar ve koşullar kim/ne olacak, eskisine kıyasla farkları neler olabilir ve sizce bu müzakere barışla nihayetlenecek mi?
Burada birkaç anahtar var, birisi ordudur. Hep beraber ‘dişine kan değen kurdu’ gördük değil mi? Sizce bundan kim korkmuş olmalıdır? Kürtler korkmuş olabilir mi? Hayır! Hükümet? İdrak yolları tıkalı olduğu için, hayır! En çok ordu korkmuştur. Kurmay aklı için emir-komuta dışı her şey korkulacak bir şeydir. Ve Genelkurmay Başkanı’nın yaklaşımından biliyoruz ki kent içi çatışmalara bulaşmaya pek hevesli değildiler. En çok ordu bilir ki dişine kan değen kurdun kime saldıracağı belli olmaz. Ordu çok değil, üç yıl önce kudretli bütün paşalarının kapı kilitleme usulü derdest edilip yıllarca içerde tutulduğunu gördü. Bugün onları salıverenler dünyada “Yanılmışız” lafını en çok edenlerdi. Yanılmayı meslek edindiler ve yarın bu askeri kent kuşatmalarının doğuracağı cendereden çıkmak için ordu ya da günah keçisi birkaç paşa bulmaları işten bile değildir. Bir diğer husus yapılan kuşatmalar ve bir bölge halkının temel yaşam hakkını temelinden ihlal eden sokağa çıkma yasakları hukuksuzdur. Bugün olmazsa yarın soruşturma konusu olacaktır. Sürdürülemez derken kastettiğim bu bileşkedir. Bu hükümet aklıyla yedi adımdan fazla gidilemeyeceği görülmüştür.
İkinci anahtar, uluslararası güçler değil, uluslararası konjonktürdür. Bir yeniden paylaşım savaşı için Akdeniz bir donanma garajına dönmüştür. Peki “Bütün bu donanmaların düşmanı kim?” sorusunun tek cevabı ‘yeni paylaşım savaşı’dır. Her ülke donanması yek diğerini kollamak için oradadır. Hem müttefik, hem rakiptirler.
Bu şartlar altında yapılacak tek şey Kürdün hasımı olmak değil, hısımı olmaktır. Kastettiğim bu paylaşımdan pay almak için değil, bu paylaşıma kurban gitmemek için geliştirilmesi gereken aklıselimdir. Ülkemizin kurban edilmemesi, bir avuç insanın Kürt nefretinden ve iktidar hırslarından daha hayatidir.
Üçüncü anahtar sessizmiş gibi duran kamuoyudur. Bu iktidarın kendi kendisinin ayağına dolanma kapasitesi rekor düzeydedir. Bilemeyeceğimiz bir dolanma hali bütün ülkeyi ayağa kaldırabilir. Ayağa kalkanların kolay oturmadıkları da bilinen bir gerçekliktir.
Sizin AKP kanadından radarlarınızı çalıştıran, ‘ne yapacak’ diye baktığınız isimler kim?
Neredeyse kimse kalmadı. “AKP’de vicdanına güvendiğimiz şu isim var” dediğimizde o kişinin AKP’deki siyasi hayatını ve geleceğini riske atabiliriz.
Merakımızın kapsamı vicdanla sınırlı değil, sizin gözünüzde AKP’de Kürt politikasına yön verme, etkili olma vasıfları barındıran isimleri merak ediyoruz.
1 Kasım’la birlikte AKP’de bir paradigma değişti. Daha önce AKP, tek tek ismini sayacağınız ve siyaseten denk ağırlıkta olan birçok şahsiyet barındırıyordu. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek gibi... Sayın Arınç’ın tabiriyle özgül ağırlığı olan isimler... Bunlar ya tasfiye edildiler ya da bağımsız çıkış alanları tamamen daraltıldı. Buna Davutoğlu da dahil. Hepsi geldi Cumhurbaşkanı’nın kuracağı denkleme endekslendi. Şu an AKP’de ya benimsin, ya kara toprağın düsturu hakim.
AKP’den bazı isimleri ardına iki nokta üst üste koyup ansak haklarında ne dersiniz; örneğin “Muhataplarımız içinde ayrı bir yere koyarım” dediğiniz bakan Efkan Ala?
Ben Dolmabahçe fotoğrafındaki herkesin eğer, Sayın Tayyip Erdoğan’ın paradigması başarılı olursa herkesin tasfiye edileceğini düşünüyorum. Buna Efkan Ala da dahil. Şu an cemaat operasyonu yürüyene kadar Efkan Ala bu işin içerisinde yer alacaktır. Ondan sonra yer alacağını düşünmüyorum, belki yanılırım.