Alışverişe çıkıp üstümüze başımıza bir şeyler aldığımızda kafamızda tek bir şey olur genelde: Yıkayayım, sonra da giyerim. İngiliz şair Henry Wadsworth’un karısı Fanny, evde otururken birden alev aldı. Evet, kadıncağız oturduğu yerden alev aldı. Küçük bir kibrit ya da yanan kağıt parçası eteğine temas etmiş, ve dev bir alev topu yaratmıştı.Bu sebeple, sakallarını tararken ölen bir adam vardı. Hatta Brooklyn’de bir tarak fabrikası havaya uçmuştu. İngilizcede yaygın olan bir deyim olan vardır. “Bir şapkacı gibi deli” Yaygın inanış bunun sebebinin, şapka yapımında kullanılan civa olduğuna yönelik. Dönemin klasik şapkaları genellikle tavşan kürkünden yapılıyordu, fakat kürklerin bir arada durması için civa kullanılıyordu.Nöromotor problemlere sebep oluyor. Titreme gibi. Hatta şapka yapımıyla meşhur şehir Danbury’nin bir diğer adı “Titrek Danbury” idi.Öfke patlamalarına sebep oluyor. Bu noktada “Bir şapkacı gibi çılgın” deyimininin arkaplanını öğreniyoruz.Yeşil renginden dolayı eldivenler, ayakkabılar ve yapay çiçeklerin boyamasında kullanılıyordu.Sürekli arsenike maruz kalan Mathilda günlerden bir gün, iki büklüm halde, ağzından köpükler saçarak ve kusarak öldü. Safrası, tırnakları ve gözlerinin akı yeşile dönmüştü. Otopsi sonuçları midesinde ve ciğerlerinde arsenik yoğunluğuna rastlamıştı. Arsenikle boyanmış bir giysi.2009’da ülkemizde kot taşlama işlemi yasaklanmadan önce, kot taşlama işçileri yoğun kuma maruz kalıyor ve silikoz hastalığına yakalanıyorlardı. Türkiye bir adım atsa da, günümüzde kot taşlama yöntemi Çin ve diğer asya ülkelerinde halen kullanılıyor.
Ülkemizde insanlara önem verilmesi gözlerimi yaşarttı açıkçası.
arsenik ve cıva kadar olmasa da günümüzde de tekstil ürünlerinde kimyasallar kullanılıyor. aslında insanların giyime olan aşırı düşkünlüklerini görünce bugünkü kimyasalların bağımlılık yaptığını bile düşünüyorum..
galerinin kapağında black butler vardı geldim hshshhshs