Olağanüstü Kadınlar Serisi: Atanamayan Tanrıça Audrey Hepburn

Bir efsaneye göre Tanrı dünyayı yedi günde yaratmış. Kahvesini yudumlayıp, yarattığı güzelliği seyrederken ''Bundan daha güzel n'apabilirim ki?'' diye düşünmüş. Aklına dahiyane bir fikir gelmiş. Gece gündüz uğraşmış. Tam sekiz gün sonra gözlerini alamadan, yarattığı kusursuzluğa doğru bakarken aynen şöyle demiş: ''Ben Tanrı'yım ve ben bile daha güzelini yapamam.''

Boynu kuğu gibi ince ve uzun, vücudu ancak bir çocuğa ait olabilecek kadar zayıf ve kırılgan, tavırları bir kraliyet ailesinden fırlamışçasına aristokratik, çok sonraları masumiyet ve zarafetin simgesi olarak anılacak o kadını yaratmış: Audrey Hepburn.

4 Mayıs 1929'da, Belçika'nın Ixelles, Brüksel Bölgesi kentinde doğdu. Annesi Hollandalı bir barones, babası İngiltere'nin zengin bankacılarından biriydi.

Babası zamanının çoğunu yurt dışında geçirse de, evde olduğu süre boyunca annesiyle hep kavga ederdi. Evdeki tartışmalardan uzaklaşmak isteyen Audrey'nin, gün geçtikçe içine kapandığını fark eden annesi, kaybettiği özgüvenini kazanması için onu Londra'da bir yatılı okula gönderdi.

1935 yılında Audrey'nin babası ailesini terk etti. Audrey'nin içinde bulunduğu psikolojiden uzaklaşmasını sağlayacak şey bale olacaktı.

Audrey, yıllar geçse de babasının ortadan kaybolmasını atlatamadı ve hep terk edilme korkusuyla yaşadı. Bunu:

''Babamın ortadan kaybolması yaşamımın en trajik olayıydı. Sanırım bunu hiç atlatamadım.'' sözleriyle ifade edecekti.

Baleye olan aşkı gün geçtikçe artan Audrey, II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi sebebiyle, annesiyle birlikte Hollanda'ya taşındı.

Ancak Alman orduları Hollanda'yı da işgal etttiler. Bu süreçte Audrey, Hollanda Direniş Örgütü için çalıştı. İlk oyunculuk yeteneğini örgüt için gizli mesajlar taşıyan bir ulakken göstermiş oldu.

''İnanın bana gördüğüm tüm kabuslarda hala o günleri yaşıyorum.''

Hitler'in Hollanda kaynaklarını Almanya'ya aktarmasıyla Kıtlık Kışı denilen günlerin yaşandığı, pek çok insanın hayatını kaybettiği bu günlerde, Audrey'de yetersiz beslenme sebebiyle astım ve sarılık gibi hastalıklar görüldü. İşgalden beş yıl sonra savaşı kaybeden Alman orduları çekilmek zorunda kaldılar. Ancak tüm bu yaşanılanlar onda iyileştirilemez yaralar açmıştı bile.

Savaş sonrası, Londra'daki bir bale okulunun seçmelerine katılabilmek için, annesi ile birlikte yeniden yola koyuldular.

Dansçı gücünü ve fiziğini de savaş zamanı kaybeden Audrey, asla çok iyi bir balerin olamayacağını burada öğrendi.

Bu durum onda büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da, annesine bakmakla yükümlü olan Audrey, Londra Müzikalleri'nde oynamaya başladı.

Güzelliği, zerafeti ve masumiyeti ile etrafındakilerden kısa süre içinde ayrıldı. İlk büyük müzikali Gigi'de aldığı rol sayesinde tüm dikkatleri üzerine çekti.

''Roman Holiday'' adlı filmde oynaması için teklif geldiğinde hala Gigi'de oynayan aktrisin deneme çekimi Londra'da kaydedilip Hollywood'a gönderildi. İşte o çekim:

Bir prensesi canlandırdığı ''Roman Holiday'' ilk başrolüydü ve oynadığı bu film sayesinde En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'nü kazandı.

Audrey, sınıfa yeni gelen kız öğrenci edasıyla Hollywood'un büyülü dünyasına hızlı ve etkili bir giriş yaptı. Kıvrımlı ve kadınsı hatların popüler olduğu dönem kadınlarından farklı olarak zayıf ve uzundu. Diğer aktrislerin aksine olduğundan farklı kıvrımlar yaratmak gibi bir çabaya hiç girmedi.

Farklılığı ''Audrey Look'' denilen zamansız bir stil akımının da başlamasını sağladı.

''Az olan çoktur'' mottosuyla kıyafetlerini tercih eden Audrey, kısa sürede güzel yüzü ve etkileyici bakışlarıyla Hollywood'un en bilinen isimlerinden birisi oldu.

Art arda pek çok başarılı yapımda rol alıyor, aynı zamanda rol arkadaşı William Holden ile fırtınalı bir aşk yaşıyordu.

En büyük hayali evlenip mutlu bir aile kurmak olan Audrey, William Holden'ın vazektomi operasyonu geçirdiğini ve bir daha asla çocuk sahibi olamayacağını öğrenince ondan ayrıldı.

1953 yılında katıldığı bir partide tanıştığı Mel Ferrer'la, birbirlerinden etkilenmişlerdi.

Artık Hollywood'un göz bebeği olan Audrey, genç yaşı ve ağır çalışma temposunun yarattığı baskıdan dolayı günde bir paketten fazla sigara içiyor ve sağlıksız denilecek kadar hızlı kilo kaybediyordu. Doktorlar film çekimlerine ara vermesi gerektiğini söylediler. Böylece hayatı boyunca ''Evim'' diye bahsedeceği İsviçre'deki dağ evine, sevgilisi Mel ile gittiler.

1954 yılında Mel Ferrer ile evlendiler.

Tam hayalleri gerçek oldu diye düşünen Audrey iki kez düşük yaptı. Teselli edilemez bir haldeydi:

''Hayatta en çok istediğim şey bir çocuğumun olmasıydı. Daha fazla acı çektiğimi hatırlamıyorum. Babam gittiğinde bile bu kadar üzülmemiştim.''

Bütün bu stres ve bunalım dolu sürecin ardından 1960 yılında, bir çocuk dünyaya getirdi. Ondan mutlusu yoktu. Özlediği mesleğine, Hollywood'a hız kesmeden geri döndü.

"Breakfast at Tiffany's" ve "My Fair Lady"nin de aralarında olduğu pek çok filmde rol alıp, kariyerinde yükselirken; evliliği ise ters yönde ilerliyordu.

Bu süreçte rol aldığı başarısız yapımları kabul etmesinin tek nedeni bir yapımcı olan Mel Ferrer'ın kendi çıkarları doğrultusunda üzerinde yarattığı baskıydı. Çocuğu için kurtarmaya çalıştığı evliliği, bütün çabalarına rağmen 1967 yılında son buldu.

1968 yazında, İtalyan psikiyatrist Andrea Dotti'yle tanışan Audrey, yeniden aşık olmuştu. Etrafındaki hiç kimse onaylamasa da, Andrea ile 1969 yılının Ocak ayında evlendiler.

Bir yıl sonra çocuk sahibi olan çift, mutlu aile tablosunun ardında oldukça sıkıntılı günler geçiriyorlardı. Çapkınlığıyla ün salmış Andrea defalarca Audrey'i aldatmıştı. Artık saklama ihtiyacı bile duymuyordu. Gururu incinen Audrey buna daha fazla katlanmayacak ve 1982 yılında Andrea'dan boşanacaktı.

Yaşadığı başarısız evliliklerden sonra bir daha evliliğe sıcak bakmasa da, hep gerçek aşkı arayan Audrey en sonunda ''O''nu bulmuştu: Robert Wolders!

O da Tıpkı Audrey gibi, Kıtlık Kışı denilen dönemde Hollanda'da, Audrey'den sadece 15 kilometre uzakta aynı sıkıntıları yaşamıştı. Onu anlıyor, önemsiyor ve çok seviyordu.

Audrey ilk kez hayatında tamdı ve korkmuyordu. Hayatının sonuna kadar da birlikte olacaklardı.

Savaş günlerini hiç unutmayan Audrey, Hollywood'dan ayrılıp, ikinci bir kariyere adım attı.

onedio.com

UNICEF iyi niyet elçisi olarak hayatının son beş yılını, diğerlerinin yaşamını kurtarmaya adadı. Dünya'nın neresinde olursa olsun yardıma ihtiyacı olan insanların yanındaydı. Onların yaralarını sararken kendisini ve geçmişini de iyileştiriyordu.

Audrey, 20 Ocak 1993'te yuvam dediği İsviçre'de kolon kanserinden hayatını kaybetti.

Ancak aradan yıllar geçmesine rağmen hala dünya kadınlarına ilham vermeye devam ediyor. Tasarımcılar ondan esinlendikleri koleksiyonlar hazırlıyor. Çünkü o yaşadığı sıkıntılara rağmen güçlü kalabilmeyi, ışığıyla sadece Hollywood'u değil tüm dünyayı aydınlatabilmeyi başarmış bir aktristi.

Popüler İçerikler

Ünlü Restorandaki Bir Buçuk Porsiyon Adana Kebabının Hesap Tutarı Dudak Uçuklattı
Cumhurbaşkanlığı Uçağını Kullanan Gazeteci Emin Pazarcı'dan Olay Yaratan Paylaşım: "Höst, Helaldir Helal"
Dilber Yine Yürek Hoplattı: Yeni Pavyon Dansı Geldi!
YORUMLAR

Hayatımda gördüğüm en güzel kadın... Aynı zamanda şu dikkatimi çekti; Natalie Portman, Audrey'nin gençliğinin bir kopyası gibi.

30.06.2015

zerafetin ete kemige burunmus hali.

30.06.2015

Ne de güzel kadınsın..

TÜM YORUMLARI OKU (51)