19. yüzyıl İngiltere’sinde orta sınıf hayatının gölgesinde, aşk, imkânsızlık, kadın erkek ilişkileri, kahkaha, dedikodu ve ince bir mizahla dolu, klasikleşmiş bir masal olan Aşk ve Gurur, dünyanın neredeyse her dilinde okundu.
Kırmızı Leke veya Kızıl Damga, Nathaniel Hawthorne'un romanı 1850.yy'da ABD'nin Boston kentinde geçen bir aşk hikâyesidir. Aşk, günah, kefaret, adalet, çile, arınma gibi kavramları büyük bir ustalıkla sorgulayan Hawthorne, hem toplumun suçları değerlendirmek ve cezalandırmaktaki yetersizliğini hem de püriten ahlakının acımasızlığa varan ödünsüzlüğünü eleştirmektedir.
George Eliot, İngiliz edebiyatının başyapıtlarından biri olan Middlemarch’ta, kendi döneminde kadınların hapsolmaya zorlandığı fantezi dünyası yerine sıradan insan hayatının karmaşasını gözler önüne seriyor. Bireysel trajediler, küçük başarısızlıklar, küçük zaferler, sıkıntılı evlilikler ve seçimlerin önemi gibi meselelerle aslında sadece bir kasabanın sakinlerine değil, tüm insanlığa ışık tutuyor.
Anna Karenina, 19. yüzyıl Rus toplumunun ruhsal dalgalanmalarına çarpıcı bir aşk ve ihanet anlatısıyla ışık tutan bir başyapıt. Tolstoy, Anna Karenina'da sıra dışı bir gözlem gücü ile aşk, evlilik, ihanet gibi temaların izini sürerken roman sanatına yepyeni ve uzun soluklu bir boyut katar. Modern dünya edebiyatının otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi romanlardan biri olarak kabul edilen Anna Karenina, güncelliğini daima koruyacak bir eser.
Yazar, kalabalık bir ailede büyüyen ve onu etkileyen çok fazla olayın olduğu bir aile ortamında yazarlığa doğru giden yolculuğunu edebiyat aracılığı ile okurlarına aktarmıştır. Buendia ailesinin yıllardır süren öyküsünü, orada yaşadıklarını, kalabalık bir ailede büyümenin de vermiş olduğu avantajıyla Latin Amerika kültürü ile bizlere anlatmaktadır.
Johann Wolfgang von Goethe Alman edebiyatının dünyaca ünlü, en önemli yazarlarındandır. 1774 yılında yazdığı Genç Werther'in Acıları daha önce şiirleri ve oyunları yayımlanan Goethe'nin ilk romanıdır. Eser büyük bir ilgiyle karşılanmış ve 25 yaşındaki yazara kısa sürede bütün Avrupa'da ün kazandırmıştır.
Günlükler, Kafka’nın ölümünden önce 1910-1923 yıllarını kapsamaktadır. Prag'daki hayatına, Kafka'nın rüyalarına, suçluluk duygusuna ve dışlanmış olma duygularına dair bir bakış açısı sağlamaktadır. Neredeyse dayanılmaz yoğunlukta bir yaşamın hikayesini bizlere sunuyor.
Madam Bovary'nin mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde; evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor. 1857'de ilk kez yayımlandığında büyük yankı uyandıran, toplumun din ve ahlak anlayışını sarstığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılan Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransa'sının ahlak anlayışına ve burjuva değerlerine karşı güçlü bir eleştiridir.
Acı ve güzelliği yan yana getiren şiirsel diliyle Toni Morrison’a Pulitzer Ödülü’nü kazandıran Sevilen, kölelik cehennemine içeriden bir gözle bakan çocuklarıyla birlikte kölelikten kaçan bir kadının özgürlük savaşını anlatıyor.
J. M. Coetzee, romanı Utanç; şiddetli, yoğun bir dönüşüm geçirmekte olan bir toplumun, yeni Güney Afrika'nın öyküsünü anlatıyor. Acımasız bir dürüstlükle yazan J.M. Coetzee, okura yumuşak bir roman sunmuyor, sert bir öykü anlatıyor. Güçlü ve inanılmaz güzellikte, hem keyifli hem kasvetli bir öykü. Baştan sona gereksiz tek bir sözcük ya da cümle içermeyen Utanç, Profesör David Lurie'nin düşüşünü anlatırken, daha ilk satırından kıskıvrak yakalıyor okuru.
Bu çarpıcı kitapta, Malcolm Gladwell bizi en iyi, en parlak ve en başarılı olan 'aykırı' dünyasında entelektüel bir yolculuğa çıkarıyor ve bizlere şu soruyu soruyor; yüksek başarı gösterenleri farklı kılan nedir?
J. D. Salinger tarafından 1951'de roman olarak yayınlanmıştır. Kitabın kahramanı Holden'ın hikayesi baştan sona toplumun sahte yönlerini bir klişenin pençesine düşmeden anlatmaktadır. Roman aynı zamanda karmaşık masumiyet, kimlik, aidiyet, kayıp, bağlantı, cinsiyet ve depresyon konularını da ele alıyor.
Mohsin Hamid'in kaleminden Gönülsüz Köktendinci, istemeye istemeye 'köktendinci' olan bir genç adamın hikâyesini anlatıyor. Yazar ''İstemeye istemeye'' ve ''köktendinci'' kavramlarını da okuyucularına açmayı ihmal etmiyor.
Mrs. Dalloway, edebiyat tarihinde daha sonraları 'bilinç akışı' adıyla anılacak bir tekniğin en başarılı örneğidir. Kitaba adını veren Clarissa Dalloway, akşam vereceği davetin hazırlıkları peşinde Londra sokaklarında dolaşırken, kitabın öteki, 'gizli' kahramanı Septimus Warren Smith aynı sokaklarda başka, daha karanlık bir hedefe doğru yol alır. Kitabı, birbiriyle hiç yüz yüze gelmeyen bu iki kahramanı; delilikle sığlık, sığlıkla derinlik, yaşamla ölüm kadar temel karşıtlıklar içinde 'günden geceye' yolculuklarını tamamlar ve Virginia Woolf'da birleşirler.
Mutluluk 2.0'de, mutluluğa dair fikirlerimizi değiştirirken bildiklerimizi, öğretilenleri ve mutlu olmak için yapmamız gerekenleri yeniden gözden geçireceğiz. En önemlisi sahip olunmayan bir mutluluğun peşinden koşmak mı, yoksa yanındaki mutluluğu fark edebilmek mi? Peki, hayatın bize verdikleriyle mutlu olmayı başarabiliyor muyuz?
Hahahaha her şeye yorum yapacak bilgisi olan insanımız bir tek bu içeriğe yorum yapamamış. Hahahahahaha :D
Stefan Zweig'in Korku adlı kitabı beni çok etkilemişti. Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır. Bu alıntı ile korkuyu çok güzel tanımlamıştı. Herkese tavsiye ederim, insan psikolojisini çok iyi anlatmıştı.