Bir zamanlar öğretmenler toplumun en çok saygı gören rehberleriydi. Köy kahvesinin baş köşesinde yeri olan, çocukların geleceğine yön veren sessiz kahramanlardı. Fakir Baykurt’a ait olduğu söylenen o güzel cümledeki gibiydi öğretmenin konumu:
“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.”
Ama bir gün, beklentiler arttı; takdir azaldı. Kimin neye el açtığı, kimin neden boyun eğdiği birbirine karıştı. Ve o gün, sistem öğretmeni yalnız bırakmaya karar verdi.
Ne Oldu da Yalnızlaştı?
Önce müfredatlar çoğaldı, sonra anlam azaldı. Öğretmen, sayılarla ölçülen bir performansın öznesine dönüştü. Kırk kişilik bir sessizliğe konuşmaya, ekranlara bakarak empati kurmaya zorlandı.
Sonra veli yalnız bıraktı öğretmeni. Sorunları birlikte çözmek yerine suçlu aramayı seçti. Kırık notlarla dolu karneyi çocuğuna değil, öğretmene gösterip hesap sordu.
Öğrencilerin gözlerindeki ışık yerini beklentiye ve sabırsızlığa bıraktı.
Meslektaşlar da zamanla yalnızlaştı. Rekabet, dayanışmanın önüne geçti. Öğretmenler, en çok da birbirini anlamamaya başladığında yalnız kaldı.
Belki de en acı olanı: Öğretmen, kendini unuttuğunda yalnız kaldı.
Dışlanmışlığın Sessizliği
En çok da karar masalarında adı geçmediğinde yalnız kaldı öğretmen. Eğitim sistemine dair her tartışmada, en çok etkilenenin sesi en az duyulduğunda...
Kadınlar Günü’nü kadınsız tartışan bir toplumda, eğitim de öğretmensiz konuşulmaya başlandı. Kimse de buna şaşırmadı.
Belki de en kırıcı olanı, kendi sesine yabancılaşmasıydı.