Obsesif, Kompulsif, Bir Garip Adam: Helikopter Abbas

Dün kafasında pervanesi, elinde çantası her an uçmaya hazır bir “aptal heykeli” gördüm. Üstünde deri ceketi, gözünde gözlüğü, tutmasan gidecek yani öyle hazır, bronzdan bir Helikopter Abbas. Kafasında şapkası, kocaman burnu, her an gitmeye hazır hali falan “Bana birini hatırlattı ama kimi?” diye düşünürken buldum: Kendimi. Yok, kendimi bulmuş falan değilim, o işlere evren bakıyor malum bir süredir, Abbas’ın kim olduğunu bulmuştum; bendim o.

Sonra biraz araştırdım; heykeltıraş kim, hikâyesi nedir falan, malum Google işleri.

Karşıma Mr. Hublot isimli bir kısa film çıktı. Bizim Abbas aslında obsesif kompulsif bir garip adamdı. Her şeyin hep olduğu gibi devam etmesini isteyen, işte malum, ışıkları sayıyla açıp kapatan, kilitleri defalarca çeviren bir adem. Sonra hayatına bir robot giriyor, düzeni altüst oluyor ama birden her şey yoluna giriyor, o tuhaf düzen bütün karmaşaya rağmen, hatta daha da mutlu devam ediyor. 

Açıkçası bu değildi beklediğim, ben hafif aptal, biraz Müfettiş  Clouseau benzeri bir anti kahraman bekliyordum. Şaşkın, sarsak, ama yeni bir şey gördü mü kendini uçarak oraya atan, içten yanmalı bir heves torbası. Kendime benzetmemin sebebi oydu; eh madem oydu ben de onun hikâyesini yazayım dedim. Malum, şiirler ve her şey bir kere yazıldıktan sonra yazana değil okuyana aittir artık. Ben de bu manasız sahipliğime güvendim ve Mr. Hublot’dan bir Helikopter Abbas çıkardım. Hayırlı olsun.

Abbas, biraz salaktı falan ama dünyaya aşık bir yolcuydu. Etrafına hep hayran olacak, sevecek bir şeyler arayarak bakar ve bulurdu da inanın. Kafasındaki pervane insanoğlunun ve kızının belki de en çok yapmak istediği şeyi yapmasını sağlıyordu; uçmak. Kanatları da yoktu, yani öyle süzülemiyordu havada ama uçuyordu işte. Pervanenin her turu biraz daha emek, güç ve inançla dönüyordu, yoktu öyle bir çırpmayla yüz metre. Ama uçuyordu bizimki. Elinde çantası, üstünde deri paltosu, gözünde gözlüğü ful aksesuar bir Abbas. Hep de gülümsüyordu kerata, tepesine yağmur iniyor, bu hemen gözlüğü, paltoyu falan düzeltip uçmaya devam. 

Sonra merakım arttı iyice. Yani nereden çıkmıştı bu tuhaf maharet, nereden düşmüştü o yarım aklına havada gezinmek, gezinirken sağa sola merakla bulaşmak ve ne olursa olsun arada manasız da olsa hep gülümseyebilmek. Neydi bu azimli mütevekkilin olayı, oksimoron gibi bir adamdı sahiden. Hem yağmura kara teslim olacaksın hem de inatla, azimle pervane döndürmeye uğraşacaksın. Neydi bunun yakıtı?

Düşün düşün, sonunda biraz da araştırma yaptım bir şeyler buldum, bakalım siz ne diyeceksiniz.

Abbas küçükken, yaşadığı yerde en sevilen şarkının adı "Batsın Bu Dünya" idi, onla büyümüştü bir kuşak.

“Dünya” insanların iradesiyle değişebilen bir yer değildi şarkıya göre, bir sürü haksızlık, adaletsizlik vardı. Hayat bir azap süreciydi ve bu ıstırabın bitmesi ancak dünyanın batmasıyla mümkündü, eh o zaman batsındı zaten. 

Gayet rasyonel bir talep, tabii böyle bakınca, yalnız bir küçük kusuru vardı, o batınca biz de... Evet bildiniz, batıyorduk. Eh o kadar olacak tabii diyebilirsiniz ama kabul edin pek umut vermiyordu insana. Sonra biraz büyüdü, serpildi ve okula gitmeye başladı. Oradan aklında kalan eğitimin bir şeylere yaraması gerektiğiydi, velakin bir şey daha öğrenmişti ne yaparsan yap bu batması gereken dünyayı iyileştirmek pek mümkün değildi. Düzen kötüydü ve ne ilaç versen kar etmiyordu. Peki eğitim neye yarayacaktı o zaman? Bildiniz, madem iyileştiremiyorduk o zaman iyice dibe vurmasını becerebilirdik belki. Bir tekme de biz atardık yuvarlanır giderdi kavanoz dipli, taaaa cehennemin dibine kadar. 

Anlayacağınız nihilist geçti Abbas’ın gençliği biraz. Hani var ya “Ne kendi etti rahat, ne alem buldu huzur.” , hah işte tam bizimkini anlatıyordu. 

Derken bir süre sonra sakinleşti. “Ulan” dedi “Fani dünya bu, bana ne, maksat burada güzel vakit geçirmek. Varsın berbat bir yer olsun bu dünya, nasılsa bir süre sonra başa ne gelirse gelsin geçer”. Amaan diyerek bir hattata gitti ve duvarına asacağı bir yazı yazdırdı:

“Bu da Geçer Ya Hu.”

 Aslında doğruydu bakın bu, iyi de kötü de bir süre sonra geçiyordu sahiden. Hayat bizim dışımızda olup bitenlerden ibaretti ve bizim bu gezegendeki rolümüz figüranlıktan ibaretti. Rolümüz dayak yemeyi gerektiriyorsa onu yerdik, havyar yiyeceksek onu.

Roller dağıtılmıştı zaten çoktan ve bahtına ne çıktıysa onunla idare edecektin kardeşim.

Bu çaresizlik hissine nasıl bu kadar kapılmıştı ve nereden öğrenmişti o da bilmiyordu ama bu dünyadan en az zararla gitmenin tek yolu bu gözüküyordu, tutundu “Bu da geçer ya hu” mottosuna ve epey de idare etti öyle, inanın. Neyse derken günlerden bir gün geçmeyeceği tuttu o geçmesi beklenenin, ya da bizimkinin sabrı tükendi bilemeyeceğim ama Abbas’ın artık gidesi geldi, yolcuydu yani, tutamazdı kimse onu, hatta kendi bile. 

Şöyle bir baktı geriye, dünya batsın diye beklemiş, bakmış olmuyor kendi batırmaya çalışmış, onu da beceremeyince belki her şey kendiliğinden güzelleşir diye beklemişti. Olmuyordu işte. İş başa düşmüştü, duvarında hat olan evinden çıkmaya karar verdi, gitti kendine bir pervane yaptırdı, bir tuhaf gözlük, palto falan, uçacaktı bizimki. Takmıştı bir kere, öyledir, uçma sevdası geldi mi yerde durmak zül olur. Neyse bizimki dişiyle tırnağıyla asıldı bu uçma işine, pervane doğru seçim miydi bilmiyordu, kanat gibi değildi namussuz, her dönüşünde canını çıkarıyordu Abbas’ın ama içinde bir umut yeşermişti bir kere. Kaç gözlük kırdı, kaç pervane parçaladı bilemezsiniz ama sonunda uçuyordu işte. Zaten diyordu: “Kanat insan için değil, öyle kolayına uçuş yok, emek vereceksin her metre irtifa için.” 

Derken bayağı bilinir oldu bu alemde, uçmak isteyen ona geliyor, bizimki pervaneleri, gözlükleri falan gelenlere takıp pırr diye gönderiyordu. Sonunda adı Yolcu Abbas’a çıktı, bağlasan durmazdı artık, kendi durmadığı gibi önüne gelene pervane, palto, gözlük dağıtmaya başladı. Dünyayı batıramamıştı ama sevda ve umuda emeği katık etmeyi becermişti.

Evet, böyleyken böyle oldu dostlar. 

Etrafınıza bir bakın, Abbas oralardaysa sırtını sıvazlayın size bir tur attırır, yalnız biraz yanında durursanız “İlle de pervane takacağım.” diye tutturur dikkat edin.

Aktif umut tablosu:

                 KARAMSAR                                 İYİMSER

PASİF       Batsın bu dünya               Bu da geçer ya hu

AKTİF       Bi tekme de  benden       Dayan kitap ile

                                                         Dayan iş ile

                                                         Tırnak ile, diş ile,

                                                         Umut ile sevda ile düş ile

Dr. Ecmel Ayral

Facebook

Twitter

Instagram

Linkedln

YouTube

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
YORUMLAR
09.03.2023

Hemen herkesin içinde bir Abbas vardır , lakin ona " Haydi " diyebilecek cesareti ya da cesaret ettireni bulmak gerek. Çok güzel bir yazı olmuş , tebrik ederim.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ