Nuran Evren Şit: "Hayatın Karşıma Çıkardığı Hikayelere, Anlara, Sözlere Karşı Uyanık Olmaya Çalışıyorum"

Nuran Evren Şit, Türk dizi ve film sektörünün önde gelen yaratıcı ve yetenekli senaristlerinden biridir. Eşsiz ve etkileyici hikayeleriyle izleyicilerin kalbine dokunan birçok projeye imza atmıştır. Türk televizyon dünyasında büyük bir etki yaratan Atiye dizisi de Nuran Evren Şit'in başarılı senaryoları arasında yer alıyor. Bu dizi, Netflix'te yayınlanan ve izleyicileri büyüleyen bir yapım olmuştur. Nuran Evren Şit'in yaratıcı kalemiyle hayat bulan Atiye, özgün hikayesi ve sıra dışı karakterleriyle dikkat çekmiştir.

Elveda Rumeli, Zeytin Ağacı, Vatanım Sensin ve Aşk Tesadüfleri Sever, Yüz Yıllık Mucize gibi başarılı projelerin de imzasının olduğunu hatırlatmak isterim. Röportajımızda, Nuran Evren Şit ile samimi bir sohbet gerçekleştirerek senaryo yazma süreci, yaratıcılık, karakter geliştirme ve Türk dizi film sektörü hakkında içten bir yolculuğa çıktık. Deneyimlerinden ve görüşlerinden ilham alarak, senaryo yazarlığına daha derinlemesine bir bakış açısı kazandığımı söyleyebilirim.

İyi okumalar.

- Senaryo yazarlığına olan ilginizi nasıl keşfettiniz ve sizi bu alana çeken en ilginç veya beklenmedik şey neydi?

Çocukluğumdan beri yazmakla haşır neşir idim. İlk senaryomu 8 yaşımdayken okudum. TRT'de çeşitli çocuk programlarında oyuncuydum o zamanlar. Ancak işin mutfağı her zaman daha çok ilgimi çekiyordu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema TV Bölümü'ne de yönetmen olma hayaliyle girdim. Sinema sektörünün pek çok alanında çalıştıktan sonra asıl tutkumun senaryo yazmak olduğunu anlama şansım oldu. Okulda çok değerli hocam Duygu Sağıroğlu yıllar önce bunu bana söylemişti. Senaryo yazarlığına yeteneğim olduğunu, buna eğilmem gerektiğini, bunun beni daha mutlu edeceğini benden çok önce fark etmişti. Haklı da çıktı. Ruhu şad olsun, yakın zamanda kaybettik.

- Birçok etkileyici dizi ve film senaryosuna imza attınız. Projelerinizin oluşturulma sürecindeki yaklaşımınızı nasıl tarif edersiniz? Nasıl bir araştırma ve planlama süreci izliyorsunuz?

Bir proje oluştururken, kalbimin çarptığı, etkilendiğim, inandığım ve gerçekten içimde yer eden anlamlı anlar yaratma potansiyeline odaklanıyorum. Hayatın her anından ilham almak, dillenmesi gereken karakterlere aracı olup, onların yolculuklarına eşlik etmek ve ortaya en önce kendi adıma anlamlı bir iş çıkarabilmek için hayatın hem içinde olup hem de izole olabildiğim bir kapsülde yaşamanın dengesini kurmaya çalışıyorum

Yazarken formüllere çok inanmıyorum. İnsan olma deneyimine ait her şey bir senaryonun parçası olabilir, olmalıdır gibi geliyor bana. 15'ten fazla yayınlanmış projem var, 15 ayrı dünya, konu, tema; belki toplasam yüzlerce karakter yazmışım bugüne kadar. Hepsi için ayrı bir araştırma ve nadas dönemi oldu. Vatanım Sensin için tarih okurken, Atiye için mistik deneyimlere odaklandım. Zeytin Ağacı'nda ise kendime yakın hissettiğim ve bildiğim bir dünyayı kaleme aldım. Yüz Yıllık Mucize'de sipariş olan bir öyküyü, yazmayı seveceğim bir hale getirip zenginleştirmeye çalıştım.

Kimi zaman ekiplerle, kimi zaman yalnız çıktığım yolculuklar oldu bunlar. Ama hepsinde beslendiğim yer aynı: Bana anlatılması lazım gelen, içime dert olan, özlemim olan temaları seçmeye gayret ediyorum. Ve 'neyi farklı yapabilirim?' sorusu hep aklımda. Yazmak ve sonra onun seyircide yarattığı karşılığı görmek inanılmaz bir deneyim. Bambaşka coğrafyalarda hiç tanımadığım insanlarla bir şeyleri paylaşıyor olmamız, benim bu işi yapmamın en güçlü sebebi.

- Türk dizi ve film sektöründe geçmişten bugüne birçok değişiklik yaşandı. Sizin perspektifinizden, sektördeki bu değişikliklerin senaryo yazarlığına etkisi nedir? Nasıl adapte oluyorsunuz?

Dijital platformların gelmesi pek çok şeyi değiştirdi. Artık süre ve reyting kaygısı olmadan, gerçekten anlatmak istediğimiz hikâyeye odaklanarak senaryo yazabiliyoruz. TV dizilerinde sürelerin çok uzun olması, 6 günde 100-120 sayfalık senaryoları her hafta gerçekten içimize sinerek yazmamızı çok zorlaştırıyor. Aynı şey çeken ekipler için de geçerli. Yine de dünyada yadsınamaz bir Türk Dizileri başarısı var. Demek ki, hikayelerimizi evrensel bir dilde anlatabiliyoruz. Senaryo yazarlığı, özünde bir hikâye anlatıcılığı, teknikler, yöntemler ve yönelimler değişse bile, özünde aynı dinamikleri barındıran bir zanaat. Yazdıklarınızı ne kadar kişiselleştirdiğiniz ise o senaryonun özgünlüğünü belirliyor. Ben hayatın karşıma çıkardığı hikayelere, anlara, sözlere, idraklere karşı uyanık olmaya çalışıyorum. Beni adapte eden şey bu, sanırım. Bir yıl önce yazdıklarımı şimdi bambaşka yazarım. Her an, her anlamda değişiyorum ve bu yazdıklarımı etkiliyor.

- Yaratıcı bir şekilde karakterler oluşturmanızla biliniyorsunuz. Karakter geliştirme sürecinizde hangi adımları takip ediyorsunuz ve karakterlerinizi gerçekçi ve dokunaklı hale getirmek için hangi teknikleri kullanıyorsunuz?

Tanıdığım, bildiğim şeylerden yola çıkıyorum. Bu bir dönem işi bile olsa, 150 yıl önce yaşamış o kadınla ortak noktam ne? Onu hangi konuda anlayabilirim? Ne yaşarsa onun gibi hissedebilirim? Onun başına ne gelse ilgimi çeker, onun yolculuğunun nereden başlayıp neye dönüşmesini isterim, bunları sorarak başlıyorum. Bir karakter düşünürken, çok basit bile olsa bir amacı olmasını sağlarım. O amacın önündeki engeli ve bu engeli nasıl aşacağını düşünmeye başladığımda karakter şekillenmeye başlar. Onun iç dünyasında kendine kör olduğu yer ne? Hazinesi nerede? Henüz farkında olmadığı zenginliği ne? Sonra bu çatının üzerine detaylar gelmeye başlar. Karakterlerin birbirinden farklı olması için kutupları iyi seçmeye çalışırım. Çatışma yaratacak durumlar, çatışma halinde karakterler yaratır. Çatışma dramanın temeli zaten.

- Türk dizileri ve filmleri artık uluslararası platformlarda da büyük bir izleyici kitlesine ulaşıyor, hızla büyüyor ve gelişiyor. Peki bu büyüme ve değişim sürecinde sektörün geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz? Hangi alanlarda daha fazla ilerleme bekliyorsunuz?

Çok özel toprakların çocuklarıyız biz. Bir kültür mozaiğimiz var, coğrafyamız büyülü. Binlerce yıllık bir mirasın devamıyız. Bu zenginlikleri dünyayla paylaştıkça, sektöre doğru yatırımlar yaptıkça ve bence en önemlisi bu sektörün emektarları gerçekten değer gördüğünde, daha çok büyümenin önünde bir engel görmüyorum. Nuri Bilge Ceylan'ın filmleri yedi kez Cannes'a seçildi ama hala bu topraklarda hak ettiği değeri gördüğünü düşünmüyorum. Merve Dizdar'ın ödül konuşmasının polemiğini yapmak yerine, dünyanın alkışladığı insanlara sahip çıkmamız, onları onurlandırmamız gerekiyor.

Türkiye film sektöründe yetenekleri dünya çapında alkışlanan profesyoneller var. Sadece starlara oyunculara değil, bu bir takım oyunu ve o takımın her bir oyuncusu hak ettiği değeri görmediği sürece, maddi manevi, sanatının, emeğinin karşılığını almadığı sürece, bu başarıların kalıcı olmasını bekleyemeyiz. Bu büyümenin devamı için gençlerin ve bu alanda çalışmak isteyenlerin temeli sağlam eğitimler alması, ustalarla bir araya gelmesi ve sahaya kazandırılmaları gerekiyor.

- Senaryo yazma sürecinde, kendi motivasyon kaynağınız ve ilhamınız nelerdir? Hangi faktörler veya deneyimler size enerji verir ve yazma sürecinizde sizi ileriye taşır? Aynı zamanda, ilhamınızı canlı tutmak ve yaratıcılığınızı beslemek için kullandığınız yöntemler veya ritüeller var mı?

Yazmak sancılı bir süreç. 20 yıl oldu, hâlâ her masa başına oturduğumda yüzlerce şüphe ve sıkıntıyı ensemde hissediyorum. Çok uzun saatler masa başında oturduğum için, boş zamanlarımda hareket etmeye, doğada olmaya ve her fırsatta seyahat etmeye çalışıyorum. Beni dinlendiren ve şarj eden şey; yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, insanları dinlemek. Okumaktan çok, yaşamaktan besleniyorum. Okuduklarım bir başkasının yorumladığı bir hayat parçası, ama dinlediklerim bana onları bazen yorumlamak, bazen de olduğu gibi anlatmak için zengin bir alan açıyor. Çoğu zaman neyi kimden ya da nerden esinlenerek yazdığımı bilmiyorum, ama beni tanıyanlar yazdığım her şeyde benden veya kendilerinden parçalar görebiliyorlar. Yazma anımda mutlaka müzik dinliyorum, kahvem, mumlarım ve taze çiçeklerim, arada satırlarını açıp dolandığım kitaplarım oluyor masamda. Yazdıklarımı önce kocamla, ekibimle, fikirlerine güvendiğim arkadaşlarımla paylaşıyorum. Gerçekten yoğunlaştığımda 18-20 saat bilgisayar başından kalkmadığım, yemek yemeyi unuttuğum olabiliyor. Tuhaf bir ruh hali, dışardan bakan için delilik diyebileceğimiz bir dalgınlık, günlük hayata uyum sağlamakta zorlanma gibi yan etkileri var.

- Kendi deneyimlerinizden yola çıkarak, bir senaryonun izleyiciyle derin bir bağ kurmasını sağlamak için hangi unsurların önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

Her senaryo kendine özgü bir iletişim dili taşır. Kimin neyle bağ kuracağını kestirmek mümkün değil, çünkü bazen benzer deneyimler yaşadığı için, bazen de bilinç dışı bir yerden tanıdık bulduğu için seyirciyle bağ kurabilir. Onun o günkü ruh hali ve duygusal ihtiyacı da önemlidir. Benim deneyimime göre, gerçekten bağ kurarak, içimde bir yerde hissederek, gözlerim dolarak ya da kahkahalar atarak yazdığım şeyler seyircide daha çok karşılık bulur. Bir de merak öğesi güçlüyse, 'Eee sonra ne olacak?' diye sorarak izliyorlarsa, onları bu hikâye ilgilendiriyor demektir. Bunu sağlamaya çalışıyorum yazarken, ancak kaçındığım bir şey var: karanlık, boğucu, umutsuz hikayeleri sevmiyorum. Kendim de böyle bir film veya dizi izlediğimde bağ kuramıyorum. Yaşanan kötü olayların bir deneyime dönüşmesini ve kahramanın bir şeyleri başarmasını, fark etmesini, büyümesini, dönüşmesini istiyorum. Kötü karakterleri yazamıyorum mesela, mutlaka onu da anlayacağımız bir an yaratmak, küsleri barıştırmak gibi içgüdüsel bir eğilimim var yazarken. Benim böyle bir dünyam var ve benden bu tür hikayeler çıkıyor. Bu tonlara bağ kuran seyirci var, kuramayanlar da var.

- Türk dizi ve film sektöründe kadın senaristlerin isimlerin artık daha çok duyuyoruz. Kadın senaristlerin sektöre katkısı hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kadın demek sezgi demek, duygu demek, yumuşaklık, zarafet, anaçlık, kapsayıcılık demek. Dişil enerji bugün dünyada uyanması gereken, yıllarca bastırılmış, susturulmuş, hapsedilmiş bir enerji. Hikayeler aracılığıyla bu enerjinin tekrar kolektife katılmasını çok kıymetli buluyorum. Kadınların duygu ve düş dünyasının hikayeleri şekillendirmesi, uzun vadede sektöre ve hayata çok daha barışçıl izler bırakacak. Buna inanıyorum.

- Türk dizi ve film sektöründe son yıllarda dijital platformların önemi arttı. Bu platformlar, senaryo yazarlarına yeni fırsatlar sunuyor mu? Sizce dijital platformların Türk dizi ve film sektöründeki etkisi nedir?

Ben son beş yılda Netflix Türkiye ile üç tane proje yaptım. Beş yıldır mesleki olarak hem çok beslendiğimi hem de çok daha özgür hissettiğimi söyleyebilirim. Üç kere bizler için düzenledikleri eğitimlere katıldım, mesela dünya çapında yazarlardan, yapımcılardan atölyeler aldık. Yeni seslere de kulak veren ve onları eğitip sektöre kazandırmak için emek ve para harcayan bir yapı girdi hayatımıza. Bunu çok kıymetli buluyorum. Ödediğim abonelik parasının tekrar sektöre yatırım olarak dönmesi çok kıymetli. Geçtiğimiz ay Meksika'ya bir eğitim kurumunun davetlisi olarak gittim ve yüzlerce insanla bir araya gelip söyleşiler verdim, atölye çalışmaları yaptım. Yazdığımız işlerin başka bir kıtada değer görmesi, sansür ve oto sansür olmadan dünyanın her yerinden ulaşılabilir işler üretmemiz açısından dijital platformları çok kıymetli buluyorum.

- Atiye dizisi, mistik ve fantastik öğeleri içeren bir hikayeye sahip ve izleyicileri sürükleyici bir maceraya götüren bir yapım oldu. Hikayenin nasıl şekillendiğini merak ediyorum. Bu tür öğeleri senaryoya dahil etmek için neleri araştırdınız ve nasıl bir yaklaşım benimsediniz?

Atiye bir romandan esinlenilerek ortaya çıktı. Netflix'e fikir olarak anlattım, ilgilendiler, sonra Jason George ile birlikte romandan bağımsız bir hikâye çıkardık ortaya. Sonrasında ise bir yazı odası kuruldu. Beş yazar aylarca sezon hikayelerine ve bölümlere çalıştık. Ben baş yazardım, ancak Atiye kolektif bir çalışmanın ürünü oldu. Ben zaten antik kentlere, Anadolu mitlerine özel bir ilgi duyduğum için hemen hemen Türkiye'nin bütün antik kentlerini gezdiğim ve mistik konulara çocukluğumdan beri yakın olduğum için Atiye'nin yolculuğu benim için çok anlamlı bir deneyimdi. 3. sezon için yoktum, babamın hastalık sürecinde ayrılmak zorunda kaldım ama ilk iki sezon için çok severek yazdığım ve içinde olmaktan gurur duyduğum bir işti.

- "Zeytin Ağacı" yapımı, Türkiye'nin yanı sıra uluslararası bir platformda da büyük bir izleyici kitlesi elde etti. Bu küresel ilgiyi dikkate alarak projenin senaryosunu yazarken nelere dikkat ettiniz?

Zeytin Ağacı benim şu ana kadar en çok inanarak, en büyük aşkla yazdığım iş diyebilirim. Benden çıkana kimsenin müdahale etmediği, sağa sola çekiştirmediği, gerçekten anlatmak istediğimi, anlatmak istediğim şekilde anlatabildiğim bir hikâye oldu. Anlattığım şeye inandım, güvendim ve doğru kişilerden destek alarak yazmaya dikkat ettim. Kendi yakın arkadaşlarımdan ilham aldım. Pandemi sürecinde, iyi hissetmeye ihtiyaç duyduğum bir dönemde insanlara iyi gelmesi niyetiyle kaleme sarıldım. Bunun dışında dikkat ettiğim bir şey olmadı. Hislerime ve aklıma üşüşen görüntülere teslim oldum.

- Pek çok insan Zeytin Ağacı dizisiyle aile dizimi kavramıyla tanıştı. Aile dizimi, basit bir ifadeyle, bir kişinin yaşamını çocukluk ve atalarının yaşantılarına dayanan gizli bir yaşam senaryosuyla sürdürdüğü kabulüne dayanan bir uygulamadır. Bu konuyu nasıl ve neden seçtiğinizi öğrenmek istiyorum. Bu konuya yönelik ilginizi ve motivasyonunuzu nasıl geliştirdiniz?

- 2017 yılında ilk katıldığım günden sonra, hayatıma aldığım bir kavram oldu: aile dizimi. Defalarca kez katıldım. Orada gördüklerim, yaşadıklarım, fark ettiklerim, bende ve katılan arkadaşlarımda yarattığı etki, bir yazar olarak 'Benim bunu mutlaka yazmam lazım' dedirtecek kadar güçlüydü. Diziyi yazmaya başladığımda dört yıldır bu çalışmalara katılıyordum ve konuyla ilgili araştırma yapmıştım. Bu konuda yazacağımı söylediğimde, Sabri Salış yaptığı bütün açılımlara katılmamı sağladı. Üzerine konuştuk, senaryoları da okuyup danışmanlık verdi. Karakterleri tasarlarken, onların soyağacından başlamak beni çok şaşırtan sonuçlara sebep oldu. Çok gerçek karakterler oldular. Bert Hellinger'in geliştirip hayata kattığı bir yöntem olarak biliyoruz Aile Dizimini. Ama özüne baktığımızda, atalarımızın devamı olduğumuz düşüncesi ve onlardan izler taşımamız, bugün keşfedilmiş bir şey değil. Anadolu'da zaten bilinen bir şeydir. Epigenetik biliminden çok önce atalarımızın 'Dedesi erik yemiş, torunun dişi kamaşmış' diye bir sözü bile vardır...

- Son projeniz "Yüz Yıllık Mucize", Star TV'de izleyiciyle buluştu ve dikkat çekti. Bu dizinin senaryo sürecinde hangi yaklaşımı benimsediğinizi ve hikayenin oluşumunda ilham aldığınız kaynakları bizimle paylaşabilir misiniz? Bu projeyi nasıl şekillendirdiniz ve hikayenin önemli unsurlarını nasıl belirlediniz?

Hikâyeyi bana OGM'nin patronu Onur Güvenatam anlattı. '100 yaşlarında olan ama 30'larında gösteren bir adam' dediği anda ben çok heyecanlandım zaten. Aynı fikri işleyen filmler, diziler tabii ki var. Yaşlanmama teması Gılgamış'tan, Dracula'ya pek çok öyküde de karşımıza çıkar. Ancak günümüzde Türkiye'de böyle bir hikâye anlatmak demek, benim için Cumhuriyetin 100. Yılında olmamızdan yola çıkmak demekti. Kurtuluş Savaşını görmüş bir adamın bugün aramızda dolaşıyor olması fikri beni büyüledi. Bu fikir için tekrar ana akıma döndüm, '140 dakika dizi yazmam, yazamam' derken kendimi işin içinde buldum. Hilal Saral ile çalışacak olmak da benim için önemli bir faktördü. 20 yıllık dostum, senarist ve edebiyatçı Serdar Soydan'dan destek istedim. Tarihin odalarında dolaşacak olmamız, geriye dönüşlerle hem Ali Tahir'in hem de Türkiye'nin hafızasında gezecek olmamız bizi çok heyecanlandırmıştı. İlk bölümü 12 kere filan yazdım. Hepsi birbirinden farklı 12 versiyon sonucunda yapımcı ve yönetmenimizle ortak kararımız izlediğiniz hikâye oldu. 2. Bölümden itibaren Leyla ve Ekin dahil oldular senaryo ekibine. Ancak hikâyede istediğimiz her şeyi yapamadık. Dijitale daha uygun bir hikâye olduğunu bilerek risk almıştık. Daha uzun soluklu olmasını isterdik. Yine de 13 bölümü tamamlayan güzel bir yolculuk oldu. Hilal Saral'ın ve ekibinin yarattığı harikaları ve inanılmaz oyuncu kadromuzu her hafta hayranlıkla izledim.

- Senaryolarınızda size en çok etkileyen ve üzerinde çalışmaktan büyük keyif aldığınız karakter hangisi oldu ve neden? Bu karakteri özel kılan özellikler veya hikayeyle nasıl bir bağ kurduğunuzu da anlatır mısınız?

Birkaç hafta önce bu soruyu sorsaydınız, Yüz Yıllık Mucize'deki Kemal, Ali Tahir ve Eşref'den bahsederdim. 130 yıllık hayat hikayesini hazırladığımız bir karakterdi. Onun yalnızlığını, çaresizliğini, aşkını, hayatı yorumlayış biçimini, bilge ama yine de çocuksu yanını çok sevmiştim. Yarım kalmış bir hikâye olması da bu cevabımda etkili sanırım. Birkan Sokullu, sade ve güçlü yorumuyla karaktere derin bir katman kattı. Bir yandan da özdeşim kurmakta en çok zorlandığım karakter oldu. 130 yaşında olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal ederken çok didindiğim için, eski karısının yeğenine âşık olup bu aşkta direttiği için sınırlarımı zorladı. Müzeyyen'i ise altın harflerle yazdım, karakter hafızama. Gerçekten Hümeyra Hanım'ın senaryoyu beğenip 'oynarım' dediği an itibariyle, onun oynayacağı bir Müzeyyen yazmaya odaklandık ve inanılmaz bir şölen yaşattı bize Hümeyra. Onu alıp her yazdığım senaryoya ışınlamak istiyorum, o kadar âşık oldum Müzeyyen'e.

Şu an 2. sezonunu yazdığım için Zeytin Ağacı'nın karakterleri göz bebeklerim. Her birine ayrı bir keyifle çalışıyorum. Onlar benim arkadaşlarım gibiler. Hangi projede çalışıyorsam, o an o karakterlerin etkisi altındayım.

- Son olarak şunu sormak istiyorum: Senaryoyu yazarken veya yazdıktan sonra, oyuncu seçim sürecine dahil oluyor musunuz? Eğer öyleyse, oyuncu seçiminde hangi kriterlere dikkat edersiniz ve karakterleri hayata geçirecek oyuncuları seçerken hangi faktörler önemlidir?

Oyuncu seçim sürecine Zeytin Ağacı dışındaki projelerde çok fazla dahil olmadım. Yaratıcısı olduğum için Zeytin Ağacı'nda bütün süreçlere daha fazla dahil oldum. Bütün deneme çekimlerini izleyip yorumlarımı paylaştım. Oyuncu seçiminde bence tek bir kriter vardır: Deneme çekiminde kamera karşısında o karakteri görüp göremediğiniz ve diğer oyuncularla yan yana geldiğinde inandırıcı bir kimyanın oluşması. Bunu deneme çekimi yapmadan bilmek mümkün değil, bana sorarsanız. Oyuncunun projeyi sevmesi, senaryoya inanması ve heyecanlanması da benim için çok önemli bir faktör. Uyum ve takım arkadaşlığı, yeteneği parlatan bir inanç ve işine olan tutkusu oyuncunun şöhretinden çok daha kıymetlidir.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram 

Threads

Twitter

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''