Netflix platformu, güçlü oyuncu kadrosuyla ve dikkat çeken orijinal hikayeleriyle öne çıkan birçok film içeriyor. Bu filmler genelde evden çıkmak istemediğimiz zamanlar ve yataktan kalkacak halimizin olmadığı durumlarda ilaç gibi gelir. Şimdi Netflix'in, zamanın bir an önce geçmesini istediğimiz zamanlarda bize en iyi gelen sürükleyici filmlerine birlike göz atalım.
Filmde hikâye baya ilginç başlıyor: Meksika’daki ünlü bir kartel patronu, hayatını tamamen değiştirmek istiyor. Ama bu değişim, “yeni bir kimlik” yaratmakla sınırlı değil… kendini tamamen başka biri olarak yeniden doğurmak istiyor. Bu noktada devreye Rafa (Zoe Saldaña) giriyor. Rafa, başarılı ama işinden sıkılmış bir avukat. Kartel patronunun isteğini kabul ettikten sonra hem tehlikeli hem de sürprizlerle dolu bir sürecin içine giriyor.
Film, 1930’ların Amerika’sında geçiyor ve merkezinde, nesiller boyu ailede kalan eski bir piyano var. Bu piyano, sadece bir müzik aleti değil; ailenin tüm acılarını, anılarını ve mirasını içinde barındırıyor. Hikâyede Berniece (Danielle Brooks) bu piyanoyu satmak istemiyor, çünkü onun geçmişini korumak istiyor. Kardeşi Boy Willie (John David Washington) ise satıp yeni bir hayat kurma peşinde.
Emekli GIGN operatörü Vincent, hamile eşinin kaçırılmasıyla hayatının en tehlikeli görevine atılıyor. Bu sıradan bir fidye olayı değil; ardında gizemli bir örgüt var. Paris’ten uzak dağ köylerine kadar süren kovalamacalar hem aksiyon hem dram dozu yüksek sahnelerle dolu.
Güney Kore yapımı bu gizem-gerilim filmi, ilk dakikadan itibaren insanı içine çekiyor. Bir cinayet davasıyla başlayan hikâye, olayların ardındaki sır perdesini kaldırmaya çalışan iki karakter etrafında dönüyor. Biri inançla gerçeği bulmaya çalışan bir rahip, diğeri ise geçmişinden kaçmaya çalışan bir dedektif. Film ilerledikçe, sıradan görünen ipuçları çok daha büyük bir komploya bağlanıyor.
Meksika yapımı bu aksiyon filmi, izleyeni direkt çatışmanın ortasına atıyor. Elit bir askeri birliğin, ülkeyi tehdit eden bir terör örgütünü durdurma mücadelesini anlatıyor. Görev sırasında işler planlandığı gibi gitmiyor ve ekip hem düşman ateşinden hem de içerideki ihanetlerden kurtulmak zorunda kalıyor.
Almanya yapımı bu psikolojik gerilim, Provence’da yaz tatiline çıkan zengin bir ailenin başına gelen beklenmedik olayları anlatıyor. Tatil için tuttukları yeni yardımcı, ilk başta sessiz ve uyumlu biri gibi görünse de zamanla evin dengelerini bozan, gerilimi giderek artıran bir figüre dönüşüyor.
Soman Chainani’nin popüler romanından uyarlanan The School for Good and Evil, dostluk, ihanet ve kader temalarını fantastik bir evrende işliyor. Hikâye, küçük bir kasabada yaşayan iki yakın arkadaş Sophie ve Agatha’nın, bir gün kendilerini gizemli bir şekilde iki farklı büyülü okulun kapısında bulmalarıyla başlıyor. Bu okullardan biri kahramanları, diğeri ise kötüleri yetiştirmektedir. Hayali prenses olmak olan Sophie, “İyiler” okuluna gitmeyi beklerken “Kötüler” okuluna yerleştirilir; karanlık ve gotik atmosferiyle ünlü bu okulda hayatta kalmaya çalışır. Agatha ise tam tersi şekilde, “İyiler” okuluna yerleştirilir ve burada kendi doğasına aykırı bir dünyada var olmaya çalışır. İkilinin yolları, okulun geleceğini ve kendi kaderlerini belirleyecek büyük bir savaşta kesişir.
Russo Kardeşler’in yönettiği bu bilim kurgu-macera filmi, retro-fütüristik bir dünyada geçiyor. Genç bir kız (Millie Bobby Brown), kaybolan erkek kardeşini bulmak için küçük robot arkadaşıyla birlikte Amerika’yı baştan sona kat eden bir yolculuğa çıkıyor. Yolda hem dost hem düşman olacak ilginç karakterlerle tanışıyor.
Brooklyn’de yaşayan genç bir striptizci olan Anora, bir anda kendini zengin bir Rus oligarkının oğlu ile Las Vegas’ta ani bir evlilik yaparken buluyor. İlk başta bu durum tam bir peri masalı gibi geliyor; lüks hayat, pahalı hediyeler, bitmeyen eğlenceler… Ama işin içine damadın ailesi girince işler tamamen değişiyor. Aile, bu evliliği iptal ettirmek için sınır tanımayan hamleler yapıyor.
Gal Gadot’un canlandırdığı Rachel Stone, dünyanın en güvenli ve gizli istihbarat ağlarından biri olan The Charter için çalışan, soğukkanlı ve son derece yetenekli bir ajandır. Görevi, insanlığın kaderini değiştirebilecek The Heart adlı güçlü yapay zeka teknolojisini korumaktır. Ancak bir gün bu teknoloji, zeki ama tehlikeli bir hacker olan Keya Dhawan’ın eline geçer ve tüm dünya, devletlerin bile kontrol edemeyeceği bir kaosa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Rachel, hem teknolojiyi geri almak hem de dünyanın dört bir yanında hızla gelişen krizleri durdurmak için zamanla yarışmak zorundadır.
Film, tam anlamıyla “plan tıkır tıkır işlerken ters köşe” hissini yaşatan bir soygun hikâyesi. Merkezde, işinde usta ama biraz fazla özgüvenli bir hırsız var. Hedefleri ise hem büyük hem riskli: şehrin en iyi korunan mücevher koleksiyonlarından birini çalmak. İlk başlarda plan kusursuz gibi ilerliyor; ekipte herkes görevini biliyor, adrenalin tavan. Ama işler bir noktada sarpa sarıyor ve kimse kime güveneceğini bilmiyor.
I Came By, adalet arayışını farklı bir açıdan ele alan bir suç-gerilim filmi. Hikâye, grafiti sanatçısı Toby’nin, sistemin koruduğu güçlü ve ayrıcalıklı kişilere karşı kendi yöntemleriyle ses çıkarma çabasına odaklanıyor. Toby, “I Came By” (Buradaydım) yazısını izinsiz girdiği lüks evlerin duvarlarına bırakıyor. Bir gün, emekli bir yargıcın evine girerken, kimsenin bilmediği korkunç bir sırrı keşfeder. Ancak bu sırrı ortaya çıkarmak, Toby’yi tehlikeli bir kedi-fare oyununa sürükler.
Netflix’in en yüksek bütçeli yapımlarından biri olan The Gray Man, CIA’in en gizli ve en tehlikeli ajanlarından biri olan Sierra Six’in (Ryan Gosling), beklenmedik bir şekilde teşkilatın hedefi haline gelmesiyle başlıyor. Elindeki kritik bilgileri ifşa edebilecek tek kişi haline gelen Six, dünyanın dört bir yanında ölümcül bir kovalamacanın merkezine sürüklenir. Peşinde ise acımasız, dengesiz ama bir o kadar da zeki bir suikastçı olan Lloyd Hansen (Chris Evans) vardır. Bangkok’tan Viyana’ya, Prag’dan ABD’ye uzanan hikâyede patlamalar, araba kovalamacaları, yakın dövüş sahneleri ve politik entrikalar seyirciyle buluşur.
Kevin Hart’ın başrolde olduğu Lift, aksiyon, komedi ve soygun temasını bir araya getiren tempolu bir Netflix yapımı. Film, uluslararası bir hırsız ekibinin, uçakta hareket halindeyken tarihi bir altın soygunu gerçekleştirme planını konu alıyor. Hikâye, yetenekli ve zeki hırsız Cyrus Whitaker’ın (Kevin Hart), Interpol tarafından yakalanmak üzereyken ona yapılan cazip teklifi kabul etmesiyle başlıyor. Teklif basit: Yakalatılmak istemiyorsan, ekibini topla ve 500 milyon dolarlık altını havada çal.
Rumaan Alam’ın aynı adlı romanından uyarlanan Leave the World Behind, izleyiciyi baştan sona huzursuz eden, klostrofobik bir atmosfer sunuyor. Film, New York’lu Clay ve Amanda çifti ile iki çocuklarının, lüks bir tatil evi kiralayıp şehirden uzaklaşmasıyla başlıyor. Başta her şey sakin görünürken, bir gece yarısı evin asıl sahipleri G.H. ve kızı Ruth kapıya gelir. Nedeni ise ürkütücüdür: Tüm ülke genelinde elektrikler kesilmiş, telefonlar çalışmaz hale gelmiş ve internet bağlantısı tamamen kopmuştur.
Ne kadar çok izlenecek film, dizi, okunacak kitap, gezilecek yer var ama ülke Türkiye olunca hepsi ayrı sıkıntı. Para denkleştirip gezemiyoruz. Kafayı toplayıp bir şey izlemiyoruz, kitap okuyamıyoruz. Hayat zaten kısa. İç sıkıntımız izlediğimiz şeylere bile yansıyor. Ruhum daralıyor izlerken.
12-15 izleyip de 'noluyo yaa' dediğimiz çok kaliteli işler.