Nermin Erol Yazio: Etrafına Tabut Örenler

Ufaklığımdan beri kendimi şehirlerde hiç iyi hissetmiyorum. Kıyı kasabasında doğmuş, büyümüş bir gezgin olarak, kırsalların yoz dünyası ve şehirlerin nefessiz beton dünyası ile karmaşık suratsızlığı beni her ülkede hep kıyılara dek püskürttü.

Issız kıyılar, ormanlar ve ıssız adalarda konaklaya konaklaya, tüm dünya kıyılarında yaşamak isteğimi sık sık tekrar ederim.

Faroe Adaları da hayran kaldığım ve muhakkak hissetmek istediğim doğalardan biriydi ta ki bu son kırdıkları katliam rekoruyla adına festival diyebildikleri kanlı soykırım eylemlerini tüm dünya medyasında yankılatana dek...

Evet elbette savaşlar barışlar bir arada, evet ölümler ve doğumlar da, iyilik kötülükler de tamam ying yang. Fakat bilgi ve teknoloji çağındayız deyip dururken, aydınlandığını iddia eden insanlık akımları bu denli popülerleşmişken ve küçükken hayvanlara zarar veren çocukların sosyopat olabilecekleri kanıtlanmış iken; büyüdükçe farkındalıklarımızı, hislerimizi, empatimizi yitirdikçe; hayvanları da tıpkı kendimiz gibi binalara, kafeslere hapsetmenin, bazılarını yemek için üretip hala öldürebiliyor olmanın; bizleri ne denli psikopatlaştırdığı bize daha hangi biçimlerde anlatılması gerekli ki bunu sonlandırabilelim?

Hayvanların dilini hala çözemiyor oluşumuzun nedeni; onları öldürüp yiyemeyecek, üstlerine binemeyecek, bedenlerinden faydalanamayacak, onları evcil hayvanlarımız adı altında hapsedemeyecek oluşumuz muydu acaba?

Rekor tablosu olarak sunulan kanlı rakam 1428 adet öldürülmüş Atlantik Beyaz Yüzlü Yunus...

Hamile anneler, gençler, bebekler dahil olmak üzere her üye öldürülür.

Faroeli avcılık yanlısı bir vekil 'Yunusların omurilikten mızraklanarak 'yarım saniyede' öldürebileceğini söyleyip, bu tür avcılığın inekleri veya domuzları kafeslerde tutmaktan daha insani olduğunu öne sürdü.'

Faroe dilinde Grindadrap olarak bilinen, özellikle balinaların avlanması, Faroe Adaları'nda çocukların dahi ava katıldığı, 1500’lü yıllara dayanan ve yüzlerce yıldır uygulanan kanlı bir gelenek.

Faroe hükümeti, her yıl gittikçe artan rakamla ortalama 1000 pilot balinanın yakalandığını söylüyor. Ada çevresinde 100 bin pilot balina olduğu tahmin ediliyor.

Bu katliam festivallerine katılmak için avcıların, hayvanları öldürmeye hak kazanan resmi (!) bir eğitim sertifikasına sahip olmaları gerekiyor.

Kuzey Atlantik Okyanusu'nda Norveç, İskoçya ile İzlanda arasında yer alan 1339 kilometrekare yüzölçümüne sahip olan ve Danimarka'ya bağlı Faeroe Adaları'nda yaklaşık 50 bin kişi yaşıyor.    

Başkenti Torshavn olan Faroe Adaları'nda hayvancılığın yanı sıra en önemli geçim kaynağı olarak balıkçılık yapılıyor.

Peki medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar diye diye bize öğretilmiş Avrupa; ard arda iklim değişikliği paketleri, fonları, vakıfları oluştururken,

dünyadaki canlı çeşitliliğinin hızla azalmasının;

kıtlık ve kuraklığın yegane nedeninin insan kökenli, aşırı ve kontrolsüz doğa talanı olduğu,

sürdürülebilir (?) olmayan, geri dönüştürülmeyen üretimler ile doğaya çöp ve atık olarak bırakılan her şeyin (zilyonlarca plastikler, maskeler, şişeler, ambalajlar, teknolojik aletler, eşyalar vs), hava, su, toprak; yani yaşam kaynaklarını kirletip, yok ediş olduğu,

insan dahil tüm canlıların hızla yok oluşu demek olduğu,

tüm bilimciler tarafından yinelenirken;

böyle bir katliam festivaline hala nasıl izin veriyor?

Peki, sivil toplum kuruluşu Greenpeace'in öncü isimlerinden Paul Watson'ın kurduğu 'Sea Shepherd' (Deniz Çobanı) derneğinde gönüllü çalışan hayvan hakları aktivisti Samuel Rostol, 'Herhangi bir ülke tarafından adanın deniz ürünlerinin boykot edilip edilmediğini bilmiyorum. Bu avlama AB'de yasak ancak Faroe Adaları, AB'nin parçası olmadığından yasak değil. AB'ye dahil olurlarsa ve katliamı sona erdirmeleri istenirse yasaklanır.' diyerek, bu vahşetin sadece Avrupa Birliği'ne girildiğinde engellenebileceğini savunur bir açıklama yapmış olmuyor mu, Avrupa Birliği'nin o tek dişi kalmış tatlı kurabiye canavarı medeni gücünü mü bize hatırlatmaya çalışıyor? Bu tür vahşet eylemleri dünya yasalarıyla başka türlü engellenemiyor mu?

Tüm dünya bazen gururla bile sunulabilen her tür vahşet dolu savaş görüntülerinde olduğu gibi, bu görüntüleri de hala nasıl izleyip 1-2 gün şöyle bir yankılı gündem oluşturup, sonra nasıl yeniden göz yumabiliyor?

Peki, Faroe'dekiler bu hayvan 'öldürme festivali'ni kendilerini beslemek için en insanî yöntemlerle yaptıklarını savunurken, dünyanın bir başka tarafındakilerin de; din adı altında ete ulaşamayan açları doyurmak için kılıfıyla, yine en insanî diye savundukları yöntemlerle bunun adını da yine 'bayram' yaparak, tam 6 milyon adet (kayıtlara geçebilen!) hayvan kesebilmesinin bundan farkı nedir?

Türkiye'de senede ortalama 10 milyon (kayıtlı!) hayvanın kesildiği göz önüne alındığında, bir bayramda yarı yarıya bir senelik hayvan nüfusunu yok etmek, yani Türkiye'deki kırmızı et olarak görülen tüm hayvanların 4'te 1'inin bir bayramda kesilip öldürülmesi demek oluyor bu.

Tabi yine dünyanın herhangi bir yerinde, hiçbir farkı olmadan, bu aydınlanma çağında (!), hala bu rakamlar, dinleri ve gelenekleri istedikleri gibi kullanmaya bayılan politik ticaretçiler tarafından rekor gurur tabloları olarak söyleniyor...

Peki... Her ikisi de bir canlı türü olarak görülmesine rağmen; hayvan ticaretinin, yine bir hayvan türü olan insan ticaretinden farkı; insan canlısını en üstün canlı türü olarak ilan etmemizle mi başladı?

Burada kısa bir not olarak size çevreyi öldürmek anlamına gelen "Ecocide" terimini anlatmak istiyorum.

Doğaya verilen zararların, doğaya karşı işlenmiş bir insanlık suçu, bir savaş suçu, hatta soykırımla eş tutulup (Genocide), uluslarası bir suç olarak tanınması ve Uluslarası Ceza Mahkemesi tarafından cezalandırılması için çalışmalar yürütülüyor. Tabii ki hala kabul edilmiş değil. Çünkü yasalar aslında insanları eğitememiş devletlerin bulduğu en hızlı çözüm yöntemi algısı ile çıkarılmış idi. Günümüzde her kavram gibi yasalar da artık endüstriyel ve ticari sisteme hizmet eder hale geldi...

Oysa görüyorum, öyle farklı yaşam biçimleri var ki dünyada...

Konfor ve güven alanını terkedip, işkolik bir robot gibi çalışıp, evrenlere/dünyaya/insanlığa/ülke(!)ne faydalı olmak zorunda değilsin.

Bir ömür acı içinde başkalarının dünyasına adapte olmaya çalışarak, öfke, kin, buhran dolmak yerine kendi hayalperest dünyanda kalabilirsin. Kimseyi kurtaramayacaksın; bunu evrim yapıyor.

Sen dünyaya ve diğer varlıklara zarar vermeden yaşayıp; kendine katabildiklerinle asıl yeterlisin ve değerlisin.

Dünyaya sırt çevirip, hiçbir rengi tatmadan, tek başına ve izole, kendi küçük dünyana saplanıp yaşayarak da kendini geliştirmiş olmayacaksın; bunu sürdürürsen olmak istemediğin robotlardan yine bir farkın kalmayacak.

Tüm renkleri tat. Hisset ve yaşa.

Kendini geliştirdikçe ancak, sana dokunan herkesi bir nebze de olsa, ancak öyle geliştirebilmiş ve besleyebilmiş oluyorsun. Bu bir döngü ve denge.

Gerçeklik tek bir sistem, tek bir varoluş değil.

Kimsenin sana dayattığı kadar değilsin.

Bir sınır yok.

Sonsuzluktan korkma.

Instagram

Facebook

Twitter

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti