Nefretin ve Şefkatin İnsanları

On’dan geriye doğru saymaya başladılar. Dokuuz, sekiiz... Derken üüç, ikii ve hoş geldin yeni yıl! Coşkulu müzikler eşliğinde herkes yanındakine sarıldı, kucaklaştılar. Bir süre danslar edildi, oyunlar oynandı, şakalar yapıldı. Her yer buram buram umut kokuyordu. O an sadece sevgi vardı çünkü sevgi ve umut kardeştir. Sevgiyle dilekler dilendi, umutla istekler sıralandı. Herkes rolünü benimsemiş halde ustalıkla görevini yerine getiriyordu.

Üzerinden fazla vakit geçmemişti ki, boş bir anlamsızlık bulutu çökmeye başladı.

Dolu dolu gülüşler yarım gülüşe döndü. Bakışlarındaki boşluğu birbirlerine fark ettirmemeye çalışıyorlardı. Geçici bilinç kaybı sona ermiş, bir süreliğine unuttukları alışkanlıklar ve endişeler geri yüklenmeye başlamıştı. Veda edilen yıl berbattı. Savaşlar, katliamlar, depremler, seller, kazalar, ekonomik zorluklar, belirsizlikler… Hepsi şiddetliydi ve dünya şiddetli gerilimli bir tiyatro oyununun sahnesine dönüşmüştü. İyi şeyler de oluyordu muhakkak ama kötüler öyle kötüleşmişti ki, unutulacak gibi değildi. Unutmak istenilse de ellerindeki küçük ekranlara her an yeni bir hatırlatıcı düşüyordu. Hipnotize bir şekilde alışmışlardı kötülüğe. Tüm köşeler tutulmuş, nefret iklim olmuştu. Bu iklimin içinde yediden yetmişe bir başkasına şiddet göstermek, zorbalık yapmak kaçınılmaz olarak normalleşmişti. Birbirlerine gözlerini kısarak baktılar. Kimin yaptığını bulmaya çalışıyorlardı. Yoksa birlikte mi yapıyorlardı? Farkında olmadan, yaptıkları ve yapmadıklarıyla hepsi birbirine bağlı mıydı? Gerçek veya sanal fark etmeksizin yaşamın tüm hücreleri öfkeyle doluydu. Şiddeti olanca çıplaklığıyla göstermek ve paylaşmakta sakınca görmüyorlar, üstüne üstlük acımasızca linç edebilecekleri kurbanların izini sürüyorlardı. Öncesine sonrasına, doğruluğuna yanlışlığına, yaşına başına bakmadan her daim kötülenecek, dalga geçilecek, taciz edilecek ya da ötekileştirilecek kurbanlar bulunabiliyordu. 

Gündemin zorbaca tatminini hızlıca tüketip sıradakine geçmek kolektif bir alışkanlığa dönüşmüştü. Birlikte yapıldığında kişiler anonimleşip diğerlerinin arasında görünmedikleri için kendilerini suçlu değil, güçlü hissediyorlardı. İçlerinde kötülüğün yayılmasına aracı olan bilinçsiz hücreler de çoğunluktaydı. Diğerleri yapıyorsa ben de yapmalıyım diyorlardı içten içe.

Seçilen kurbanların ortak özelliği insan olarak görülmemeleriydi.

Onların hayatının, sağlığının, hassasiyetlerinin, ailelerinin, işlerinin güçlerinin bir önemi yoktu. Gerçek suçlu ve kötülerin ayıklanmasına yarıyordu yaramasına ama ortak bir nefreti büyütmenin varacağı yer göz ardı ediliyordu. Orta Çağın cadı avı, bugünün ağ toplumunda yeni haliyle vücut bulmuştu. Yeni dünyanın şiddet iklimine doğanlar durumu kanıksıyor, gözlemleyenler ise zamanla duyarsızlaşıyorlardı.

Duyarsızlık: bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin ortadan kalkması. İnsanlığın bir başka yitimi burada gerçekleşiyordu. Kurbanlar insan statüsünden çıkarıldığı için empati kurulamıyordu. 

Empati: Diğerinin duygularını, içinde bulunduğu durumu ve davranışlarındaki nedenleri anlamak, duygudaşlık geliştirmek. Neden diğerlerini anlamak istesinler ki! Onlar sadece tüketilip atılacak nesnelerdi.

Bu dünya insanın içindeki kötüyü sağan ve çoğu zaman dişlileri ilkel bir makineydi artık. Şiddet nesneleri sembolleşiyor ve sürekli dolaşımda tutuluyordu. En ufak bir hareketinde çekmeceden çıkarılıp tekrar çiğ çiğ yenmeye hazırdı. Şiddeti yayan kanallar artık şiddetin kendisi olmuştu. Neydi bu bitmek tükenmek bilmeyen nefretin nedeni? 

İnsanın kendine duyduğu hınç!

Başka bir açıklaması olamazdı. Kendilerine duydukları hınç, diğerlerine doğru kırbaçlıyordu onları. İçlerindeki acı, öfke, utanç, suçluluk ve başarısızlık birer birer gideceği adresi buluyordu. Onlar da biliyordu sevgisiz kaldıklarını. Şefkat üretemiyorlardı. Kendine sevgisi ve şefkati olmayanlar, diğerlerine bunu gösteremezdi ne de olsa! Nefret virüsü hızla yayılıp bir gün hepsini yutmaya hazırlanıyordu. Bir anda müziğin sesine kulak verdiler. Eskilerden bir melodiyi zihinleri bu dünyaya uyarlıyordu. Devir değişmiş, silahlar ve kötülükler çeşitlenmişti. “Masalar arkasında saklanan sizler, sadece bilmenizi istiyorum, maskelerinizin ardını görebiliyorum, hiçbir şey yapmayanlar, yıkmak için yapanlar, dünyamla oynuyorsunuz, küçük bir oyuncağınız gibi, elime bir silah koyuyorsunuz ve gözlerimden saklanıp uzaklara kaçıyorsunuz…” gibi sözler fısıldıyorlardı Bob Dylan’dan.

Instagram1

Instagram2

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Göç İdaresi Başkanlığı Duyurdu: Türkiye'deki Suriyeli Sayısı Açıklandı