Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden George Van Doorn bu durumun “bilinç ve öz ayrımsama gibi daha büyük sorulara kapıları araladığını” söylüyor. Bu nedenle beynin bariyerlerini aşarak insanların laboratuvar ortamında kendi kendilerini gıdıklamalarını sağlamak için biraz da aşırıya kaçan deneylere girişiliyor.
Bilim insanlarının bu konuya ilgisini anlamak için şunu düşünmek gerekiyor: Vücudumuz her hareket ettiğinde farklı duyumlara kapılıp kafamız karışsaydı, sağa sola yönelseydik ne olurdu? Ya da yürürken elimiz bacağımıza her çarptığında biri bize saldırıyormuş sansaydık?
Kendi hareketlerimiz ile başkalarının eylemleri arasında ayrım yapabilmek bu nedenle kendi varlığımız ile dış varlıkları duyumsamamızın temelini oluşturur. Bu en akıllı robotların bile taklit edemeyeceği bir özelliktir. Laboratuvarda kolay taklit edilebilecek örnekler bulmak açısından işte bu araştırmaları yapmak önem taşır.
Londra Üniversitesi’nden Sarah Jayne Blakemore, kendimizden kaynaklı hareketler ile dış kaynaklı hareketler arasında beynin çok kısa bir anda verdiği bu kararı inceleyen ilk bilim insanlarından biri oldu. Deneklerin avuç içleri başkaları tarafından gıdıklanırken ve bunu kendileri yaparken beyin taramaları çekildi. Blakemore, uzuvlarımızı hareket ettirdiğimizde beyinciğin bu hareketlere dair öngörülerde bulunabildiğini ve dokunmakla ilgili duyuların işlemden geçirildiği somatosensori (bedensel-duyusal) kortekste aktiviteyi geri plana iten ikinci bir sinyalin gönderildiğini fark etti. Bunun sonucunda, kendi kendimizi gıdıkladığımızda, başkaları gıdıkladığı kadar yoğun duyumlar hissetmez, sakin kalırız.