"Bu Neden Böyle Acaba?" Diye Aklınızdan Geçirdiğiniz 12 Soruyu Teker Teker Cevaplıyoruz!

Cevabı öğrenilecek o kadar çok soru var ki, bu içerikteki cevaplar koca evren içinde yalnızca bir kırıntı niteliğinde kalıyor; ama evrende bir kırıntılık bilginin dahi önemi yadsınamaz. O halde öğrenmeye devam... 👊

1. Rüyada Neden Sert Yumruk Atamayız?

Rüyalarımızda bağıramamamızın, sert yumruk atamamamızın nedenleri var:

Yumruk atmak, koşmak gibi hareketler propriyoseptif geri bildirimiyle koordineli yapılan hareketlerdir. Hareket boyunca bu propriyosepsiyon sinyallerinin kortekse gönderilmesi lazım. Uyku durumunda talamus hem bu sinyal trafiğini hem de motor sinyalleri engellediği için (bunu rüyada yapılan hareketleri gerçekte yapmamamız için) yapıyor. 

Bazen uyanıkken de bu sinyal trafiğini engellemeye devam eder, bu da uyku felcine yol açar; halk arasında karabasan denilen şey budur. Eğer uyurken engelleme olmazsa da uyurgezer oluyoruz. Geri bildirim olmaksızın hareket etmeye çalışıyoruz, bu da bu hareket mekanizmasını bozup her şeyi ağır çekimde yapmamıza yol açıyor. 

Ağır çekimde koşmak, yumruk atamamak hep bu yüzden aama mesela uçabiliriz, su altında nefes alabiliriz. Çünkü bunlar insan fonksiyonları değil. Bahsettiğimiz sinyal trafiğiyle sinir sisteminin bu hareketleri denetlemek gibi bir şansı yok. O yüzden gerçek dışı şeyleri sınırsızca yapabiliyoruz.

Kaynak

2. Çay Kelimesi İçin Dünyada Neden "Chai" ve "Tee"den Türemiş Benzer Kullanımlar Var?

Dünyadaki neredeyse tüm dillerde çay kelimesini söyleyebilmenin iki yolu vardır, 'chai' (çay) veya 'tee' (tea). Bunların ikisi de Çinceden gelir, zaten çay da tüm dünyaya Çin'den yayılmıştır.

Burada ilginç olan şey ise kelime bir ülkeye karadan ulaştıysa (İpek Yolu) 'chai' olarak geçmiş, eğer deniz yoluyla ulaştıysa 'tee' olarak geçmiştir. Bunun nedeni ise çay kelimesinin Çincede iki farklı telaffuzu olması ve chai versiyonunun Çin'in karasal bölgelerinde, tee versiyonunun ise deniz ticaretinin yoğun olduğu sahil bölgelerinde kullanılmasıymış. Bu yüzden çayın İpek Yolu ile geldiği yerlerde -Anadolu, Mezopotamya gibi- çay olarak, Avrupalı deniz tüccarları vasıtasıyla yayıldığı yerlerde ise -Hollanda, İngiltere, Fransa gibi- tee olarak anılmaya başlamıştır.

Chai ya da tee olarak anılmayan az sayıda dilde ise çay o ülkeye Çin'den gelmemiş, yerel çiftçiler tarafından yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu yüzden kendi dillerinde karşılığı vardır.

Kaynak

3. Sağ ve Sol Burun Deliklerinden Aldığımız Hava Eşit mi?

Her iki burun deliğimizi farklı miktarlarda kullanarak bir çeşit ‘stereo’ yaratıyoruz. Yani bir burun deliğinden geçen hava miktarı, diğerine göre kat kat fazla. Tıpkı ağırlıklı olarak kullandığımız ‘baskın elimiz’ gibi, daha çok kullanılan burun deliğine de ‘baskın burun’ deniyor. Ancak baskın burun deliği sürekli değişiyor. Bir burun deliğinin baskınlığı, sekiz ile yirmi beş dakika arasında sürüyor. Bu değişmeye tıp dilinde ‘nazal siklus’ deniyor.

Baskın burun deliğinin boşluğundaki damarlar daralırken (dekonjesyon), burun boşluğu genişliyor. Bu esnada, diğer burun boşluğundaki damarlar genişleyerek (konjesyon), boşluk daralıyor. Asimetrik bir bağlantı ile sağ burun deliğinden nefes aldığımızda beynin sol bölümünü, soldan nefes alırken de sağ bölümünü uyarıyoruz. İstem dışı çalışan iç organ faaliyetlerini düzenlemekle görevlendirilen bir otonom olan sinir sisteminin de iki ana bölümü bulunuyor: Sempatik ve Parasempatik sinir sistemi. Sol beyin yarım küresi sempatik sinir sistemi faaliyetlerini düzenlerken, sağ beyin yarım küresi parasempatik sinir sisteminin fonksiyonlarını belirliyor. Yani sağ burundan nefes alırken farkında olmadan sempatik sinir sisteminin, sol burundan nefes alırken de parasempatik sinir sisteminin faaliyetlerini artırmış oluyoruz.

Kaynak

4. Hasta Olduğumuzda Neden Ateşimiz Yükselir?

Vücudun savunma sisteminin bir tepkisidir. Beyindeki hipotalamus bölgesi vücudun termostatı olarak nitelendirilir ve vücut sıcaklığının düzenlenmesinden sorumludur.

Ateşlenme vücudun hastalık yapıcı etkenlere karşı savunmasına yardımcı olur. Normal vücut sıcaklığında virüslerin ve bakterilerin etkinlikleri genellikle daha yüksektir. Vücut sıcaklığının yükselmesi, sıcaklık değişimlerine karşı duyarlı olan bu mikroorganizmaların çoğalmasını güçleştirir.

Journal of Leukocyte Biology dergisinde yayımlanan araştırmada bilim insanları vücut sıcaklığındaki hafif seviyedeki artışların, virüslerin etki ettiği hücreleri ve kanser hücrelerini yok edebilen hücreler olan T-hücrelerinin oluşumlarını artırdığını belirledi. 

Kaynak

5. Farklı Ten Renkleri Nasıl Oluşur?

Ten rengini belirleyen etken, deride bulunan melanin pigmentinin türü ve miktarıdır. Melanin derimize, gözümüze, saçımıza renk veren pigmenttir ve derinin epidermis tabakasında bulunan melanosit hücreleri tarafından üretilir. Melanin pigmentinin deride iki türü bulunur. Bu pigmentlerden eumelanin cilde kahverengi-siyah, pheomelanin ise sarı-kırmızı renk verir. Tenleri koyu renk olan insanların cildinde eumelanin üretimi daha fazlayken, pheomelanin üretiminin fazla olduğu kişilerin tenleri açık renklerdedir.

Derimize renk veren pigmentlerin türü ve miktarı genler tarafından belirlenir. Bu genlerden biri olan MC1R geni melanosit hücreleri tarafından salgılanan melanin pigmentinin türünü ve miktarını belirlemenin yanı sıra pheomelanin pigmentinin eumelanin pigmentine dönüşmesini sağlar. Kit ligand (KITLG) geninin ise melanosit hücrelerinin gelişiminde anahtar rolü vardır. Afrikalılar ile Avrupalılar ve Doğu Asyalılar arasındaki renk farklılığının nedenlerinden birinin KITLG geni olduğu düşünülüyor.

Kaynak

6. Uzayda Yaşam Aranırken Neden Su Olup Olmadığına Bakılıyor?

Çünkü su Dünya üzerindeki bütün canlı türleri için yaşamsal öneme sahip bir molekül. Yüksek miktarda iyonlaştırıcı radyasyon, çok yüksek ya da düşük sıcaklık, yüksek basınç koşullarında hayatta kalabilen canlılar keşfedilmesine rağmen henüz suyun gerekli olmadığı bir yaşam formu bulunamadı. Örneğin bitkiler sudaki hidrojeni şekere dönüştürerek besin üretir. Ancak Dünya dışında hayat olup olmadığını araştırırken suyun bulunması yeterli değil. Ayrıca suyun sıvı halde olması gerekiyor. Bu nedenle NASA’nın Kepler uzay aracı yüzeyinde suyun sıvı halde bulunabileceği, Dünya’ya benzer gezegenler arıyor.

Suyu oluşturan atomlardan oksijen, bağ oluşumunda kullanılan elektronları hidrojen atomlarından daha güçlü çeker. Bu nedenle su polar bir yapıdadır ve birçok madde suda çözünebilir. Sahip olduğu bu özellik nedeniyle su canlı organizmalardaki dolaşım sisteminin önemli bir parçasıdır ve vücut için gerekli besinlerin, elementlerin ve gazların dokulara taşınması için uygun bir ortam sağlar. Ayrıca birçok biyokimyasal bileşik, örneğin şekerler, amino asitler, proteinler suda çözünebilir. Bu bileşiklerin yer aldığı biyokimyasal süreçler olmadan bir organizmanın canlı kalması mümkün değildir.

Kaynak

7. Bira İçince İnsan Neden Daha Sık Tuvalete Gitme İhtiyacı Hisseder?

Bira içince tuvalete daha sık gider olma durumu tamamen antidiuretic isimli hormonumuzla alakalıdır. ADH(antidiuretic) vücudumuzun üreteceği idrar miktarını ayarlar. Susuz kaldığımız zamanlar ADH böbreklerimize sinyal çakar ve idrar üretimini durdurtur. Böylece böbrekler eldeki mevcut kısıtlı suyu boş yere idrara çevirip vücudu iyice kurutmaktan vazgeçer, kandaki su miktarı korunur.

Alkol denen madde, ADH hormonunu etkileyerek salgılanmasına mani olur. Aynı şeyi bazı bitkiler de yapar, biz onlara idrar söktürücü deriz. Alkol veya idrar söktürücü bir bitkiyi vücudumuza alınca, böbreklerin kafası karışır ve idrar üretip üretmemek gerektiğini bilemezler, sonuçta da 'vur dibine gitsin' mantığıyla üretmeye devam ederler. Biz de birayı bol bol içince, içeriğindeki alkol ADH'ye 'dur kardeş sen biraz dinlen, yorulmuşsundur' der. Alkole güvenen ADH, idrar üretimini durdurma sinyalini falan unutur ve keyfine bakar. Böbrekler nafile ADH'den azar yemeyi bekler, bakar ki ses çıkmıyor, canını dişine takarak vücutta bulduğu suyu idrara çevirmeye başlar. Elbet biranın sıvı kısmının, üretilen idrar miktarına etkisi vardır ancak aynı sürede aynı miktarda su içildiğinde vücut böylesine kendinden geçmişçesine idrar üretmez.

Bünyesinde bulunan biraya ek olarak vücutta mevcut olan suyu da idrara çeviren böbrekler kelimenin tam anlamıyla vücudun ağzına sıçar. Susuz kalan vücut kurur ama böbreğe bu da yetmez. Vücut fonksiyonları yamulana kadar idrar üretmeye devam eder. Sonucunda gelsin baş ağrıları, gelsin sersemlik halleri, akşamdan kalmalık durumları.

Kaynak

8. Bulutları Oluşturan Su Damlacıkları Nasıl Bir Arada Durur?

Bulutlar, içlerindeki gaz halindeki su moleküllerinin hava soğudukça havada asılı halde bulunan küçük katı parçacıkların üzerinde yoğunlaşmasıyla oluşur. Hava atmosferde yükseldikçe basıncı azalır. Bunun sonucunda genleşirken yani hacmi artarken sıcaklığı düşer. Daha düşük sıcaklıklarda havanın tutabileceği su buharı miktarı da azalır. Doygunluk noktasına ulaşıldığında havada küçük su damlacıkları oluşmaya başlar. Havanın, su molekülleri sıvı hale geçmeden taşıyabileceği kadar su buharı taşıdığı noktaya doygunluk noktası denir. Damlacıkların büyüklüğü birkaç mikro metreyi geçtiğinde bulutlar görülebilir hale gelir.

Bulutların gökyüzünde homojen olarak dağılmak yerine yığınlar şeklinde bir arada bulunmasının, atmosferdeki sıcaklık ve nem dengesizliğinden kaynaklandığı düşünülüyor. Güneş’ten gelen enerjinin gün içinde değişmesi atmosferin sıcaklığında kısa mesafelerde farklılar ortaya çıkmasına neden olur. Bulutların oluşmasında belirleyici bir faktör olan doygunluk noktası atmosferin sıcaklığıyla yakından ilişkilidir. Bunun yanı sıra nem havada homojen dağılmadığı için bulutların oluştuğu bölge ile çevresi arasında bir sınır ortaya çıkar. Bulutların oluştuğu bölge ile çevresi arasındaki bağıl nem farkının büyük olması, bu sınırı belirginleştirirken bulutların çevresindeki bağıl nem miktarının yüksek olması bulutların sınır hattı boyunca yayılmasına neden olur.

Kaynak

9. Kutup Işıkları Neden Mevsimsel ve Bölgeseldir?

Güneş rüzgârlarıyla taşınan yüksek enerjili parçacıklar, Dünya’nın manyetosfer tabakasına çarptığında, bir kısmı farklı yönlere saparken bir kısmı da manyetik alan çizgileri boyunca kutup bölgelerine doğru taşınır. Bu parçacıklar atmosferin iyonosfer tabakasındaki oksijen ve azot iyonlarına çarparak enerjilerini iyonlara aktarır. İyonlar tarafından soğrulan enerji, elektronların daha yüksek enerji seviyelerine uyarılmasına neden olur. Uyarılmış elektronlar tekrar düşük enerji seviyelerine dönerken, aradaki enerji farkını ışık olarak yayar. İyonlardan yayılan farklı renklerdeki bu ışımalara kutup ışıkları ismi veriliyor.

Dünya’nın manyetik alan çizgileri Ekvator hizasında neredeyse paralel hale gelirken kutuplarda tekrar birleşir. Ancak Dünya’nın manyetik alan çizgileri, kutup bölgelerine yakın noktalarda Güneş’in manyetik alanı ve güneş rüzgârları nedeniyle sapmaya uğruyor. Bu olay jeomanyetik fırtına olarak isimlendiriliyor. Güneş rüzgârları kutup bölgelerinde Dünya’nın manyetik alanında bir açıklık oluşmasına neden oluyor. Bu da kutup ışıklarının neden bölgesel olduğunu açıklıyor.

Kaynak

10. Durmakta Olan Yürüyen Bant veya Merdivenlerde Neden Sendeleriz?

Belli sürelerde tekrarlanan gelişmiş motor hareketler icra edilirken şoför koltuğuna beyincik geçer. Eğer alıştığınız hareketi ani olarak yapmayı bırakırsanız tıpkı bu durumda olduğu gibi, beyniniz kontrolü tekrar eline alır ve hareket rutine bininceye değin beyinciğe bırakmaz. Yürüyen merdivene ilk yaklaşma açınız, levitasyon değişimine uyum gösterme, yürüyen merdivenden inmeden önceki hareket etme hazırlığınız vb. aşamalar beyin tarafından tekrar öğrenilir ya da bu durumda olduğu gibi iptal edilir ve sıradan merdiven muamelesi yapılır o yürüyen merdivene.

Eğer ki birkaç gün boyunca bu durum devam ederse duruma alışırsınız ve şoför koltuğuna yine beyincik geçer. Böylece ambale olmazsınız artık. Velev ki merdivendeki arıza birkaç gün içerisinde giderilir ve merdiven yeniden çalışmaya başlarsa aynı süreç baştan tekrarlanır ve yürüyen merdivene alışmaya çalışırsınız. Lakin bu sefer alışmanız çok kısa sürecektir. Çünkü yürüyen merdiven için 'save' dosyalarınız vardır beyninizde. Siz de böylece eskisi kadar akıcı bir şekilde yürümeye ya da bu durumda olduğu gibi 'yürümemeye' başlarsınız yürüyen merdivende.

Kaynak

11. Kırmızı Renk, Boğaları Neden Kızdırır?

Boğa güreşleri geleneği İspanya’da doğmamıştır. İlk çağlarda Antik Yunan, Roma, Mısır ve Çin medeniyetlerinde boğalar ve insanlarla yapılan bu tür oyunların olduğu biliniyor. Üstelik boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayıramazlar. Boğa güreşlerinde onları sinirlendiren şey; matadorun elindeki şapka, sopa ya da pelerini sürekli sallamasıdır. Yani boğanın kırmızı pelerine saldırdığına dair oluşan genel kanı tamamen yanlış. Bunun sebebi, İspanya’da matadorların sürekli kırmızı başlık ve pelerin kullanıyor olmalarıydı. Aslında bu renkler seyircilere hoş bir görüntü verebilmek için seçilmişti. Boğaların arenadaki kızgınlıklarının nedeni, etraflarındaki seyircilerin yüksek gürültülü tezahüratları, arenada yaşanan hareketlilik ve kendilerine karşı yapılan saldırgan tavırlardır. Boğaların aksine, kırmızı renk insanları etkiliyor. Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar, bu rengin insanlarda heyecan yarattığını ve kalp atışını hızlandırarak kan basıncını yükselttiğini gösterdi. Kırmızıya karşı verilen fizyolojik tepkinin nedeni tam olarak bilinemiyor. Fakat kan rengiyle aynı olmasından dolayı, zihinsel olarak böyle bir heyecanın tetiklendiği düşünülüyor.

Kaynak

12. Kıvırcık Saçın Sebebi Nedir?

Bir saç telinin kıvırcık ya da düz olması, ilk bakışta basit bir mesele gibi görünse de, aslında bir hayli karmaşık. Öncelikle, insanlar saç dokularını kısmen genetik olarak devralıyor. 2009’da dalgalı ve kıvırcık saçlar üzerine yapılan bir araştırma, bu özelliklerin %85 ila 95 oranında genlerden geldiğini ortaya koydu. Bu da her on saçtan dokuzundaki doku çeşitliliğinin DNA’mızdan kaynaklandığı anlamına geliyor. Peki, tek bir saç teline bu nasıl yansıyor? Araştırmalara göre bir saç telinin kıvırcıklığını, folikülünün yapısı belirliyor. Folikül asimetrikse, ürettiği saç da oval biçimli oluyor ve kıvrılıyor. Simetrik ise saç teli yuvarlak ve düz oluyor.

Kıvırcık saçları bileşimine ve yapısına göre tanımlamak da mümkün. Bir araştırma ekibi, kıvırcık ve düz saç tellerini elektron mikroskobunda incelemiş. Düz saçların kesiti dairesel ve yapısı simetrik çıkmış. Ancak kıvırcık saçlarda keratin dağılımında düzensizlik tespit etmişler. Bu protein –ve diğer keratin türevleri saçın ana maddesi- kıvırcık saçların bir tarafında, kavisin hemen altında toplanmış. Simetrik foliküllerle doğmuş bile olsanız, düz saç zamanla kıvırcığa dönüşebiliyor. Bilim insanları folikülün dış kök kılıfında yer alan EGFR kümesi adındaki hücresel reseptörlerin saç büyümesini düzenlediğini keşfettiler. Kimi kanser ilaçları bu reseptörleri baskılıyor ve yan etki olarak, hastanın düz olan saçlarının kıvırcığa dönüşmesine yol açıyor.

Kaynak

Popüler İçerikler

Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
YORUMLAR
Pasif Kullanıcı
12.06.2020

Çok bilimsel giderken, alkolün ADH'ye "dur kardeş sen biraz dinlen, yorulmuşsundur" demesi akabinde "Bünyesinde bulunan biraya ek olarak vücutta mevcut olan suyu da idrara çeviren böbrekler kelimenin tam anlamıyla vücudun ağzına sıçar." cümlesi :D Güzel olmuş içerik.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ