Cem Adrian piano eşliğinde 'Yemen Türküsü'nü söylerken önde “şişe açtırdığı” kızlarla kahkahalar atanlar, Melis Danişmend albüm lansman konserinde yeni şarkılarını sunarken müziği bastıran konuşmalar, Kaan Tangöze sahnede tek başına gitarla 'Allı Turnam' söylerken dev çantalarıyla en öne dalan ve yüksek perdeden sohbete koyulan fönlü kızlar...
Kardeşler, biz bu işi paylaşmak için çıkıyoruz o sahneye. Paylaşmak çift taraflı: Baktığımızda bize bakan ekranlar değil, gözler görmeye ihtiyacımız var-dünyanın her yerinde tarih boyunca bu işi yapmış her müzisyen gibi, arkasını dönmüş konuşan değil, kalbini açmış dinleyen insanlara ihtiyacımız var! Siz bir yandan sohbetteyken bizi kaydeden dikdörtgen ekranlara söylemek bizi mutlu etse, diyeceğim ki siz zahmet etmeyin: Makineleri bırakın, bir düzenek kuralım, kaydetsinler, çıkışta gelir alırsınız?
Ama öyle olmuyor işte. Peki nasıl olacak? Bence çözerse seyirci çözecek bu işi. Neden mi? Bir defa, sahnedeki müzisyeni seyirciyi uyaracak noktaya getirmek dünyanın en utanç verici, en saçma hallerinden biri de ondan. Konsantrasyonunu, isteğini kaybetmiş bir müzisyenden sahnede hayır gelmez, zevk almadığı konseri sadece görev gibi tamamlamaya çalışır da ondan.
Medeni dünya ülkelerinde hiçbir konserde, heyecanla erkenden gelip saatlerce ayakta durmuş ve önlerde yer kapmış seyirciyi ister kokona marka dev çantalarınızla, ister tekme tokatla yara yara geçip önlere gidemezsiniz. Çünkü önler, gerçekten o konseri önemsemiş ve yakından görmek/duymak istemiş ve erken gelmiş insanlar tarafından kapılmıştır. Saflar sıktır, iki kişinin arasına bir üçüncünün arkalardan yardırıp yerleşeceği bir yer kalmamıştır. Dolayısıyla medeni memleketlerde, bu iki erkencinin arasına ite kaka geçmeye kalktığınızda ya öndekinin kafası ağzınıza, ya da sizin kafanız arkanızdakinin ağzına gireceğinden, insanlar bu samimiyetten hoşlanmazlar; rahatsız olurlar ve net bir şekilde 'Burada duramazsın' diyerek daha sizi yerleşmeden geri gönderirler. Ama zaten geç geldiyseniz önlere ulaşamazsınız bile, çünkü ya bunu bilerek gerilerde durursunuz, ya da üstteki örneği denerken verdiğiniz rahatsızlıktan keyfi kaçan sadık seyircinin çağırdığı güvenlik, biletinizin fiyatına ya da gözünüzün yaşına bakmadan sizi dışarı almıştır bile.
Gittiğim son konserlerden birinde biz önden dördüncü sıradayken göbekten çantalarıyla ve saçlarıyla dalan bir kız grubu vardı. Yerleşir yerleşmez şarkı esnası/arası demeden muazzam bir çene yarışına girdiler. Gıybet kazanına odun yetişmez olmuştu ki, yanımızdaki başka bir seyirci dayanamayıp az daha sessiz olmalarını rica ettiğinde, iki kez 'Öne git!' diye bağırdı kızlardan biri, 'Allı Turnam'ı bastırarak. 'Öne mi gideyim? Öndeyim zaten. Sahneye mi çıkayım?' Laf dalaşı devam ederken arada kaynadı gitti türkü. Yeni şarkıların ilk kez çalındığı, ayrı bir nezaket gerektiren bir lansman konserinde, 'Geldim ama, yeni şarkıları dinlemek yerine sanırım yanımdaki kıza bağıra bağıra kötü espriler yapacağım' diyen birkaç adama bakarken, 'Dayan Aylin, boşver' diye diye, telkin yöntemiyle kendimi sakinleştirirken buldum yine. Peki, bu hep mi böyleydi? Hayır, değildi. Ama bu başka bir yazının konusu.
Konseri dinlemek için gelen seyirci hakkını savunmadığı, savunduğunda mekân işletmeleri bunu ciddiye alıp görevini yapmadığı sürece, maalesef bu garabet manzaralarına daha çok şahit olacağız gibi görünüyor. Buyrun, müzisyenlerin kendi ağızlarından görüşleri: