Mutluluk ve Mutluluğun Önündeki Engeller - 2

Hepimiz hayattan birçok şey isteriz ancak en çok mutlu olmayı isteriz. Birçok doğal ve insan eliyle oluşturulan felaketlerin yaygın olduğu, çaresizlik ve umutsuzluğun giderek egemen olduğu, sağlık ve ekonomik sorunların yaşamlarımızın kaçınılmazları olduğu bir dünyada beki de mutluluk sahip olduklarımızda değil, sahip olduklarımıza verdiğimiz değerde ve varoluşumuza verdiğimiz anlamlarda saklıdır.

Mutluluk, bir kısa mesafe koşusu değil bir maratondur. Maratonu gerçekleştirebilmek ve anlam arayışı içinde mutluluğu yakalamaktan öte, mutluluğun kendisi olmak gerekir.

Ancak bu şekilde bir varoluşun önünde bazı engeller vardır. Bu engellerden en temel olanları, insan türünde kolaylıkla gelişen duygusal ve varoluşçu mükemmeliyetçiliktir. Mutluluk öncelikle duygusal ve varoluşçu mükemmeliyetçilikten olabildiğince arınarak başlar.

Duygusal mükemmeliyetçilikte; “Hep iyi hissetmeliyim”, “olumsuz duygulardan hemen kurtulmalıyım”, “en iyi kararı verip hemen huzurlu olmalıyım” biçiminde olumsuz gibi değerlendirilen duygulardan kaçma ve kaçınma eğilimi egemendir. Varoluşçu mükemmeliyetçilikteyse; “hep ideal bir yaşantım olmalı”, “beklemediğim şeyler olmamalı” gibi düşünce ve düşünce biçimleri baskındır.

Başka bir deyişle, birinde hep iyi hissetme ihtiyacı; diğerindeyse bireyin kendisi için belirlediği standartlarla uyumlu olarak gerçekleşen bir yaşam beklentisi vardır.

Sonuç olarak, gerek duygusal gerek varoluşçu mükemmeliyetçilik, insanı ödül avcısı yapmakta ve onu giderek bencilleştirerek yaşadığı dünyaya yabancılaştırmakta ve böylelikle, mutlu olmalarına engel olmaktadır.

Şu ana kadar mutluluğun önünde iki temel engel olarak karşımıza çıkan duygusal ve varoluşçu mükemmeliyetçilikten söz ettim. Şüphesiz mutluluğun önündeki engelleri aşmak, mutlu olmak için yeterli değildir. Herkesi benzer oranda mutlu edebilecek tek bir reçete olmasa da mutlu olan insanların bazı ortak özellikleri vardır.

Her gün güzel olmasa da her gün içinde güzel şeyler bulunabilir. Bugün kötü geçse de yarın yeni bir gündür ve yaşantına yeni güzellikler getirebilir. Geleceği geçmişin kölesi yapmamanın en önemli yolu iyimser düşünmek, olumluları görebilmek ve olumsuzluklardan öğrenebilmektir. Kendisinde ve başkalarındaki olumluyu görmeye başlayan insanın çevresiyle ilişkileri gelişir ve insan ancak kurduğu ilişkiler kadar büyük ve anlamlı bir yaşam sürdürebilir.

İyimser olmanın zor koşullarda daha başarılı sonuç alma ile olan bağlantısı bilim insanları tarafından gösterilmiştir. İyimser düşünce ne doğru ne de yanlış düşünce değil işlevselliği olan düşüncedir. Olaylara daha bütüncül ve dengeli bakmayı sağlar. Basitçe söylemek gerekirse yarıya kadar dolu bardağı “yarısı boş” gibi görmekten “yarı dolu” gibi görmeye geçiş sürecini simgeler. “Arkadaşım yok” yerine “arkadaşlıklar edinebilirim” şeklinde bir düşünce kişinin kendine olan güvenini artırıp, amaçları ve değerleri doğrultusunda harekete geçmesini sağlar.

Batı dünyasında bireyselleşme ve kendilik saygısını artırmaya yönelik aşırı bir vurgu yapılmış olması mutsuzluk ve depresyonun yaygınlaşmasında önemli bir etken olmuştur.

Aşırı bireyselleşme kolektif kültür ve paylaşılan sosyal deneyimlerin erozyona uğramasına neden olarak yalnızlaşmaya zemin hazırlamıştır. Kendilik saygısı (özsaygı) daha güvenli ve mutlu olmak için bir neden değil bir sonuç olarak değerlendirilmelidir. Çünkü kendilik saygısı insanın hedeflediği amaçlara ulaşması sonucunda artan bir duygudur. Bu bağlamda hak edilmemiş bir kendilik saygısı yerine iyimserlik eğitimi daha anlamlı bir seçenek olarak görünmektedir. Çünkü hak edilmemiş bir kendilik saygısı kibir, şiddet ve suç işlemeye yönelik eğilimleri artırır. 

Bütün bunlara rağmen aşırı iyimser olmanın gerçeği değerlendirme yetisini bozabileceği ve tedbirsiz davranışlara neden olabileceği de unutulmamalıdır. Karamsarların tek avantajı ortamları değerlendirirken daha gerçekçi olmalarıdır. Daha da önemlisi çeşitli bilimsel çalışmalar olumlu duygulara tolerans geliştiğini göstermektedir. Başka bir deyişle başlangıçta çok yoğun olarak yaşanan olumlu duygular zamanla azalabilmekte ve aynı olumlu duyguyu yaşayabilmek için daha çok ödül alma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. 

Dolayısıyla olumlu duygulardan daha önemlisi akış içinde kalabilmek ve anlam bulunan bir yaşam yaşayabilmektir. Akışa bırakılan anlarda zaman durur. “Optimum deneyim” olarak da adlandırılan akışı anlayabilmek için çocukları daha yakından gözlemlemek yeterlidir. Çocukların oyunları onların en ciddi uğraşlarıdır. Çocuklar oyun oynarken ya da sahilde kumdan kaleler yaparken çevrede olup bitenler onların farkındalık alanı içine girmez. İsmini söylersiniz duymaz, karnı acıkmıştır ama fark etmez, tepedeki yakıcı güneş bile yaptığı işe konsantrasyonunu bozmaz.

Futbol tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Pele bu anda kalış ya da akış halini yalnızca futbol oynarken hissettiği tuhaf bir sükûnet ve sakinlik hali olarak tanımlamıştır. Amaçlı bir dikkatle yaşanılan anda yargısız bir biçimde kalabilme yetisinin (mindfulness) onu yorulmadan koşturabildiğini, futbol topuna istediği hareketleri yaptırabildiğini ve kendisine hangi müdahale yapılırsa yapılsın zarar görüp incinmeyeceğine inandırdığını söylemiştir. Yapılan işe konsantre olup, zihni odaklayabilme performansı en üst düzeye çıkarır. Yaşanılan deneyime ya da yapılan işe odaklanıldığında yorgunluk-bıkkınlık-sıkıntı gibi yakınmalar devre dışı kalmaktadır

Mutluluk ve “iyi olma” hali üzerine yapılmış çalışmalar mutlu insanlarda bazı ortak özelliklerin varlığını ortaya koymuştur. Bu ortak özellikler tahmin edilenin aksine para, şöhret, statü, hangi ülkede doğduğu ya da kırsal ya da kentsel yerleşim içinde olmakla ilgili bulunmamıştır. Hatta herkesin fikir birliği içinde olabileceği “sağlık” bile mutluluğun en önemli belirleyicisi olamamaktadır. Sağlıksız olma mutsuzluğu getirmesine rağmen, sağlıklı olma mutluluğu belirlemede sanıldığı kadar önemli olamamaktadır. Çünkü bazı şeylerin değeri onları kaybedince daha iyi anlaşılır. Sağlık da ne yazık ki birçok kişi için değeri ancak kaybedilince daha iyi anlaşılan önemli hediyelerden biridir. 

Yaşamda doyumu ve mutluluğu belirleyen en önemli etkenler insanın kendisi ve yaşadığı dünya yani kendi dışındakiler ile kurduğu anlamlı ilişkiler, içten, kalıcı nitelikteki bağlar, yaşadıklarında bulduğu anlam ve elinde olanlara duyduğu minnettarlık (şükran) olarak belirlenmiştir. 

Anlamlı ve nitelikli ilişkiler kuramamanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan yalnızlığın ise hem bedensel hem zihinsel işlev kaybı oluşturduğu özetle yaşamı kısalttığı gösterilmiştir. Mutluluk ve iyilik halini belirleyen etkenleri saptamaya yönelik çalışmalardan elde edilen veriler bir sonraki yazımda aktarılacaktır. Sağlıkla kalın değerli takipçilerim….

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
YORUMLAR
14.09.2022

Gülüyorsun mutlu sanıyorlar…

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ