Ayrıca bir Alman subayıyla ilişki kurar; dışarıdan bakıldığında pek çok kişinin ahlaki açıdan sert şekilde yargılayabileceği bu seçim, onun için hayatta kalmak ve başkalarını koruyabilmek için açılan dar bir aralıktır. Alman karargâhında geçirilen akşamlar, kulağına çalınan konuşmalar, askeri hareketlilikle ilgili dedikodular, zamanla işgale direnenlerle paylaşılabilecek değerlere dönüşür. Evinde Yunan direnişçilerini ve İngiliz ajanlarını saklar; kimi Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesini önlemek için risk alır. Artık sahnedeki “diva” ile kulis arkasındaki “direnişçi” birbirinden ayrılmaz bir hâle gelmiştir.
Bu ikili hayat uzun süre gizli kalmaz. 1943’e gelindiğinde kimliği ve faaliyetleri açığa çıkar, tutuklanır ve aylarca hapiste kalır. Nihayet çeşitli girişimler sonucu serbest bırakılır, ama savaşın geri kalanını yeniden yakalanma korkusuyla, daha sessiz ve görünmez biçimde sürdürmek zorundadır. Yine de o noktaya kadar yaptığı şey, hayatını tehlikeye atarak başkaları için bir koruma kalkanı oluşturmaktır. Direnişin büyük anlatılarında adı sık geçmese de anı kitaplarında ve biyografilerde Roza, Nazi işgali sırasında cesaret göstermiş figürlerden biri olarak anılır.
Savaş sonrası yıllarda kariyerinde iniş çıkışlar olur. Rembetiko bir dönem gözden düşer, yeni tarzlar öne çıkar; Roza köy şenlikleri, küçük gece kulüpleri, sonra yeniden hatırlanacağı televizyon programları arasında gidip gelir. Eski plaklar tozlu raflardan çıkarılır, “Kanarini Mou Glyko”, “Hariklaki”, “Ime Prezakias”, “Ouzo Hasís” gibi kayıtlar yeni kuşaklar tarafından keşfedilir. Onu bir kez daha sahneye çağırırlar; yaşı ilerlemiş, sesi eskisi kadar gür ve esnek değildir ama hâlâ benzersiz bir ifade gücü taşır.
Bugün Roza Eskenazi’yi dinlerken, sadece nostaljik bir rembetiko figürü duymayız. Aynı anda birden fazla şeye tanıklık ederiz: Osmanlı’nın çözülüşüne, mütareke İstanbul’unun parçalanmış dünyasına, göçmenlerin ve mübadillerin acısına, modernleşmenin getirdiği yeni eğlence kültürüne, faşizmin karanlığına ve buna karşı verilen küçük ama son derece cesur bireysel mücadelelere. Onun sesi, tüm bu hikâyeleri taşıyan kırılgan ama inatçı bir hatıradır.
Bazı hayatlar tek bir pasaportla, tek bir kimlikle, tek bir dille anlatılamaz. Roza Eskenazi’ninki tam da böyle bir hayattır. Pera’nın gölgeli sokaklarından Selanik’in arka avlularına, oradan Atina’nın kulüplerine, Nazi işgali altındaki gizli evlere, taş plaklardan bugünün dijital kayıtlarına uzanan, sınır tanımayan bir ses. Şarkı bittiğinde alkışlar kesilir, ışıklar söner; ama o ses, tarihin içinden bugüne sızmaya devam eder.
Meraklısı için:
Charles King, Pera Palas’ ta Gece Yarısı, (çev: Ayşen Anadol), İstanbul: Kitap Yayınları, 2019.
Twitter
LinkedIn
Instagram
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio