Bugün itibarıyla Cumhuriyetimizin 94. yılını kutlamış bulunuyoruz. Genel itibarıyla yalnızca, ilan tarihi olan 29 Ekim ile aklımızda kalan Cumhuriyet, aslında 1923 yılından önce fiilen uygulamaya koyulmuştu.
Bugün itibarıyla Cumhuriyetimizin 94. yılını kutlamış bulunuyoruz. Genel itibarıyla yalnızca, ilan tarihi olan 29 Ekim ile aklımızda kalan Cumhuriyet, aslında 1923 yılından önce fiilen uygulamaya koyulmuştu.
Kısmen bir seçim ortamı da sağlamış olan bu sistemi, her ne kadar günümüzle karşılaştırmak doğru olmayacaksa da adını zikretmeliyiz. Modern dönemde ise cumhuriyet denilince akla gelen ilk şey şüphesiz ki Fransız İhtilali olmaktadır. 1789'da burjuvazi ve alt sınıf ahalinin ortak hareketiyle monarşiye son verdikleri bu olay bütün Avrupa'da yankı uyandırmıştı.
1793'ten sonra gönderilen elçiler de ya biraz Fransızca bilen veya hiç bilmeyen kişilerdi. Diplomatlık için eğitilmemiş olan bu insanlar, vazifeleri sırasında çok acemi işler yapıyorlardı. 1797'den sonra ise Napolyon'un Balkanlar'a yaklaşmasıyla birlikte milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri buralara tesir edecektir. II. Mahmud devri de Sırp ve Yunan isyanlarıyla hatırlanacaktı.
Jön Türkler ve Genç Osmanlılar diye anılan kesim iyi Fransızca biliyorlar ve literatürü takip ediyorlardı. Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Diderot, John Locke, Thomas Hobbes gibi geçmişteki ses getiren yazarları okumaktaydılar. Fransız İhtilali'ni yapan kadronun fikirlerine tesir eden bu yazarlar, bu sefer de Osmanlı aydınına tesir etmekteydi.
Âyan ve Mebusan adlı iki meclisli bir sistem Kanun-i Esasi'ye göre yönetime katılacaktı. Günümüz parlamentosuyla kıyaslanmayacak bir düzende işlemesi ve savaşlarla kesintiye uğraması bir yana bırakılırsa bu sistem, klasik düzenin değişimi demekti.
Fotoğrafta ''yaşasun kanun-i esasi'' yazmaktadır.
Tıpkı onun gibi aynı ortamda büyüyen diğer Osmanlı gençlerinin de bu fikirlerden etkilenmemesi olanaksızdı. Mustafa Kemal okul sıralarında öğrendiği Fransızca ile aydınlanma çağının yazarlarını okumaktaydı. Bunun yanında Namık Kemal, Ziya Paşa gibi kendi yazarlarımızın eserleri de onun fikir dünyasına yön vermekteydi.
Hatta mezuniyetlerine yakın tarihlerde Enver ve Halil (Kut) efendiler Yıldız Sarayı'na getirilerek sorguya çekilmişler, padişaha suikast ve ihtilalle suçlanıp, mahkeme sonunda beraat etmişlerdi. O gün ihtilalle alakası olmayan bu genç subaylar 1908'de gerçekten ihtilal yapacaklardı.
Mustafa Kemal gibi yeni bir idare şeklini yani Cumhuriyet'i düşünenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Çoğunluk padişahı kontrol altında tutacak ve yetkilerini olabildiğince sınırlayacak bir meşrutiyetten yanaydı. 1909 tarihli toplantıda fikirleriyle sivrilen Mustafa Kemal'in ortadan kaldırılması kararlaştırıldı.
Hatta bu görevi üzerine alan Halil (Kut) Paşa, yıllar sonra Atatürk'le Çankaya'da olan sohbetinde bu göreve onu korumak için talip olduğunu söyleyecektir.
1905'te akademiden çıkan bu kurmaylar yurdun dört bir yanına dağılmış, çeşitli azınlık isyanlarını dağıtmakla uğraşıyorlardı. 1908'de ihtilal ve II. Meşrutiyet, hemen bir yıl sonra 31 Mart Vak'ası. 1911'de Trablusgarp ve bir yıl sonra Balkan Savaşları ve daha onun yaraları bile sarılmadan I. Dünya Savaşı başlamıştı. 1918'de biten savaşın ardından bu sefer Anadolu'da Milli Müdafaa başlayacaktı.
Vatanı ''milletin azim ve kararlığının'' kurtaracağının açıklanması, her ilden millet temsilcilerinin seçilmesi ve Ankara'da Büyük Millet Meclisinin kurulması bu yolda yüründüğünün göstergesiydi. 1921'deki Teşkilat-ı Esasiye Kanununun ilk maddesi ''hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir'' demekle açıkça cumhuriyet yönetimini ilan ediyor, sadece açıkça adını koymuyordu.
Son Osmanlı resmi tarihçisi Abdurrahman Şeref Efendinin Büyük Millet Meclisi görüşmelerinde söylediği gibi, bu ilan aslında ''yeni doğan çocuğa ismini koymak'' demekti. Zira cumhuriyet 1920'de meclisin kuruluşuyla doğmuştu ve 29 Ekim 1923'te onun ismi açıkça ilan ediliyordu.