Ne demiş büyük feylesof; “Everything flows; nothing remains.” (2)
Ben insanlara çabuk ısınırım, annemin Balkan genlerinden kalma bir sapmadır bu, kolay değiştiremem bu pis huyumu.
Pelin romanımı (3) bilen bilir; orada “uhreviyat” fazından “seküler rock cemaatine” oradan da “aydınlanmacı sosyalist” damara nasıl “aktığımı” alt metinde net bir şekilde vurgulamaya çalışmıştım. O kitapta kibirin “En büyük günahlardan biri olduğu” ana temalardan biriydi.
Tüm hayatım boyunca; ne “mütedeyyin” dönemimde ne “rocker” dönemimde, ne de “entelektüel” dönemimde sevebildim kibirli insanları. O çabuk ısındığım insanları hemen siliverirdim, soğuyuverirdim onlardan, o kibir virüsünü hissettiğim an.
Yavşaklık bulaşıcı bir hastalık gibiydi ve korkutucuydu benim için, kibre giden yolun cehennem taşlarını döşüyordu çünkü.
Dünkü mütevazı insan yarınki kibirli insana dönüşebiliyordu; bu da şaşılmaması gereken bir durumdu, dünkü o, yarınki o değildi ki.
Kibri görünce sessizce, yavaşça çekilirim, adeta akarım bir nehirde süzülen yaprak parçası gibi, uzaklaşırım hissettirmeden. Böyle davranmam, başka
türlüsünü bilmediğimdendir; akrebe sormuşlar, “Neden sırtına bindiğin kurbağayı nehrin ortasında soktun, şimdi sen de boğulacaksın sersem herif,” diye, “Ne yapayım,” demiş, “Doğam böyle.”
Yaşadığımız her an değişiyoruz. Geçen yılki ben, ben değilimdir artık, o başka bir insandır.
Kibirden nasıl ırak olunur?
Bunu nasıl yapacağının yolunu kendisi bulmak zorundadır âdemoğlu.